Eli Haligua Mısır’da kölelikten kurtuluş ve Mısır’dan çıkış ile birlikte göçmenlik, Yahudiler için kimliklerinin bir parçası hâline gelir ve göç etme zorunluluğu peşlerini hiç bırakmaz. Yahudilerin üzerindeki baskılar ve göç etme zorunluluğu, engizisyonlar, Rusya’daki pogromlarla devam eder. Birçok ülkede baskı ve antisemitizmle baş etmeye çalışan Yahudilerin tarihinde göç belirleyicidir. Gittikleri topraklardaki asimilasyon ve baskıya karşı, geleneklerini sıkı sıkıya korumaya niyetli olan Yahudiler her daim yollardadır. Yahudilerin yaşadığı en büyük katliam olan Holokost sonrasında ise Yahudiler “Bir Daha Asla!” der. “Bir Daha Asla!” sloganının anlamı şimdi tekrar Amerika’da vücut buluyor. Genç Yahudiler, yarattıkları hareket dalgasıyla bu söylemin sadece bir slogan olmamasında…
Yazar: jeff
Serdar Korucu Türkiye’deki Suriyeliler için kayıtlı oldukları şehirlere gönderilme kararı tartışma yarattı. Benzeri kararlar Osmanlı’da da, Cumhuriyet Türkiye’sinde de alınmıştı. Osmanlı’nın devlet mekanizması 19. yüzyıl reformlarıyla karmaşıklaştı. Özellikle asayiş, güvenlik ve ekonomik nedenlerle “eşkâle dayalı iç pasaport sistemi olan mürûr tezkereleri” oluşturmaya başlandı. Nalan Turna’nın Seyahat, Göç ve Asayiş Belgeleri: Mürûr Tezkereleri (Kaknüs Yayınları, 2013) kitabına göre, bu uygulama giderek merkezîleşen devletin gözetleme ve denetleme pratiklerinin birer yansımasıydı. Mürûr tezkereleri savaşlar, isyanlar, işgaller ve reformlara karşı direnişlerin olduğu bir dönemde, merkezî devletin hem imparatorluk içerisinde hem de imparatorluktan dışarıya göç hareketlerini denetlemek ve vergi tahsilatı ve asayişi sağlamak gerekçeleriyle hayata…
Işıl Demirel İlkokula başladığım yılları düşününce, zorla ezberletildiğinden olsa gerek, zihnime kazınan iki şey geliyor aklıma. İlki Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olması, ikincisi de “gâvur Yunanlıların” kahraman Türkler tarafından Ege denizine dökülmesi. Çocuk zihnim, üç tarafı denizlerle çevrili ülke kavramını ürkütücü bulmuştu. Kaygım, ya gitmek istersek diyeydi. Yüzme bilmeyenler gitmek isterse nereye, nasıl gidecekti? Çocukça bir kaygıydı elbet, ama bu kaygıyı pekiştiren de bizzat eğitim sistemi ve çokça yer verdiği cumhuriyet mitolojileriydi. Her 23 Nisan’da okulda yapılan törenlerde, temsilî Yunan askerlerinin temsilî kahraman Türkler tarafından denize dökülme sahnesi canlandırılırken, bu gösteri beni dehşete düşürürdü yine aynı kaygıyla.…
Ozan Ekin Gökşin Bilimkurgu yazarı Stanislaw Lem, 1980’lerde yazdığı İnsanın Bir Dakikası isimli kitapta 21. yüzyılda yazılan hayalî üç kitabın eleştirisini yapar. Aslında olmayan bu kitaplardan birisi de Dünya: Bir Afet Bölgesi’dir. Bu kurmaca eleştiri yazısı, dünyanın oluşumu, canlıların evrimi ve bilimin dünyayı kavrayışı hakkında fikirlerini içerirken bir sav ortaya atar: “İnsanın ortaya çıkışı, yaşamın küresel çapta bir yıkıma uğramasına bağlıydı.” Yaklaşık 13,5 milyar yıl önce gerçekleşen Büyük Patlama, 65 milyon yıl önce dinozorların dünyadan silinmesine yol açan meteor, yaklaşık 10 bin yıl önce sona eren Buzul Çağı gibi kıyametler, insanın varoluşunu sağlamıştı. Lem’in ifadesiyle, “Varlığımızı bu felaket[ler]e borçluyuz. Yeryüzünde…
Hilal Şenel “Kimsenin olmadığı bir ormanda bir ağaç devrilse, ses çıkar mı?” Bir Zen koanı İklim krizi başta olmak üzere sayısız krizleriyle eyvahlar! içinde olan sevgili dünyamızda bir şeyler yapabilmek için tüm bu olan bitene bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmaya çalışmak hayatî, gerçekten hayatî bir önem taşıyor. Sayısız canlı türüyle beraber biz insanların da yegâne yaşam alanı olan Dünya gezegeninin giderek ısınmasıyla oluşagelen korkunçlukları burada saymakla bitirmem mümkün değilse de, şunları söyleyebilirim: Küresel ısınmanın etkisiyle yüzde beş yüze kadar artan orman yangınları, kuraklık sebepli iklim göçleri ve savaşlar çıkmaya başladı ve artarak devam edecek gibi görünüyor. Fakat bu…
Ecem Albayrak Tarihin önemli bir noktasındayız. Eylem ve grevlerle dolu haftalar yaşıyor, çok hareketli, dönüm noktası olabilecek dönemlerden geçiyoruz. İsveçli 16 yaşındaki Greta Thunberg’in geçtiğimiz yıl İsveç Parlamentosu önünde tek başına yapmaya başladığı Fridays for Future (Gelecek için Cumalar) adlı okul grevi, iklim krizi ve ekoloji üzerine dünya genelinde bugüne kadar yapılmış en büyük greve ev sahipliği yapan küresel bir harekete dönüştü. 20-27 Eylül küresel eylem haftasından önce 15 Mart ve 24 Mayıs tarihlerinde iki küresel iklim grevi daha gerçekleşmişti. Bu grevlere onlarca ülkeden 2 milyondan fazla genç aktivist ve öğrenci katılmıştı. 20-27 Eylül haftasında ise bu kez dünya çapında…
Talia Tuana Yücel Kıtlık, kriz, tüketim, hastalık, yoksulluk, yok oluş… Tüm bu iklim olaylarını ilk duyduğumda henüz ilkokula başlamamıştım. Bahsi edilen değişimlerden tek anladığım mevsimlerin değişeceğiydi ve bu, Temmuz ayındaki doğum günümün kışa denk gelme olasılığına tekabül ediyordu! Tahmin edersiniz ki bu da denizsiz, dondurmasız ve tatilsiz bir kutlama demekti. Neyse ki sonra annem bana gerçeği izah etti. Kısa bir süre sonra, susuz topraklarda, karlı yollarda yürüyen, kirli denizlerde yüzen bu çocukların birer yetişkin olmak için verdikleri çabanın gerçekliğini anlattı annem. Anladım ki büyük dertleri olan küçük çocuklar yetişiyor bu dünyada. Bir de büyük dertleri sırtlayan küçük çocuklar var. Sıcacık…
Tibet Şahin İklim krizini yaklaşık 5-10 senedir, yani çocukluğumdan beri, duyuyorum ve çocukluğum boyunca bunu duymamın ardından kıyamet senaryolarıyla irkilip sonra normal yaşantıma devam ettiğimi hatırlıyorum. İklim krizine ilişkin deneyimlerim, her ne kadar krizin bıçağı daha boynumuza dayanmamış olsa da, bende her zaman bir çaresizlik hissi yaratmıştır. Gerçekten de herkes bunun farkındaysa neden büyük çaplı değişimler olmuyor diye her zaman düşünüp dururdum; ilkokulda çevre kulübü üyesi olarak bunun vicdan rahatsızlığını oldukça çektim. Aslında bunun sebebinin benim gibi diğer herkesin de kıyamet senaryolarıyla küçük bir irkilmenin ardından yaşamlarımıza devam etmemiz olduğunu düşünüyorum. Doğrudan bir tehdit altında olmadığımızda, ne toplumların ne de…
Özdeş Özbay İklim krizi giderek derinleşiyor. Sadece son birkaç ayda yaşadıklarımız bile krizin boyutlarını gözler önüne seriyor. Temmuz ayı tarihin en sıcak ayı olarak rekor kırdı, Ağustos ayı buzulların rekor seviyede erimesine şahit oldu, Eylül’de Amazonlar ve Afrika yağmur ormanlarında haftalarca süren dev yangınlar yaşandı. Kriz derinleştikçe iklim ve ekoloji aktivistleri arasında durumun aciliyeti nedeniyle çeşitli çözüm yöntemleri tartışılır oldu. Tartışılan yöntemlerin hiçbiri yeni değil, ama krizin boyutu arttıkça daha da önemli konular hâline geliyorlar. Bu tartışma alanlarından bir tanesi eko-otoriterlik. Yani demokratik olmayan, hatta demokrasinin kendisini sorun olarak gören teoriler. Tabii, burada demokrasiden ne anlaşıldığı önemli, ancak bu konuya…
Jonathan Neale Jem Bendell’in “Deep Adaptation: A Map for Navigating Climate Tragedy” adlı makalesini (Derin Adaptasyon: İklim Trajedisi için Seyir Haritası, www.lifeworth.com) çok sayıda kişi (son baktığımda 350.000) internetten indirdi. Ben burada Bendell’in söz ettiği konulardan birini geliştirmek istiyorum: Toplumsal çöküş. Sözünü ettiğim makaleyi henüz okumamış olanlar için, Bendell’in vurguladığı üç önemli gerçek var. Üç gerçek Birincisi, iklim değişikliği bilim insanlarının öngördüğünden çok daha hızlı ilerliyor. İşler şu anda hayatta olanlarımızın ömrü içinde çok kötüye gidecek. Bunun ne kadar kötü olacağını ya da hangi hızda gerçekleşeceğini bilmiyoruz ve bilemeyiz. Bendell’in konuştuğu herkes öngörülerini kendi politik inançlarına dayandırıyor. Bu, benim konuştuğum…