KENTSEL DÖNÜŞÜM VE OKMEYDANI Korhan Gümüş “Kentsel dönüşüm” için seçilen semtlerde birkaç özellik yan yana gelir. Bunlardan birincisi seçilen semtin değerlenmiş ve mevcut yapıların bu değeri karşılamıyor olmasıdır. İkinci özellik, yoksulluktur. Bu da yeterli değil, çünkü bu durumda kamu devreye girmeden dönüşümü piyasanın gerçekleştirmesi mümkün olurdu. Çok belli ki bütün yoksul semtler kentsel dönüşüme tabi değil. Başka koşulların da olması gerekiyor. Bunlardan belki de en önemlisi, ancak örtük olanı, semtte yaşayanların iktidarın dışladığı bir kesim olması, ya da seçmen tabanını oluşturmaması. Bu semtler kimi zaman Kürtlerin, kimi zaman Romanların, kimi zaman Alevilerin yaşadığı yerler olabiliyor. Bu durumda iktidar adeta bir…
Yazar: AltÜst Dergi
#DirenMarul ya da Üç Bostanın Hikâyesi Cengiz Özdemir Benim çocukluğum 1970’li yıllarda Nişantaşı’nın biraz aşağısında Güzelbahçe, Topağacı, Fulya ekseninde geçti. Çarşı henüz yoktu; Beşiktaş, idmanlarını Çırağan Sarayı’nın yanmış orta avlusunda yapardı ve biz idmanları izlemeye oraya giderdik. İdman bitiminde kendimizi boğazın serin ve derin sularına da bırakmışlığımız vardır. 80’li yıllarla beraber Fulya önce Beşiktaş tesislerine ev sahipliği yaptı, sonra o kadar büyük bir hızla değişti ki, hazırlıksız yakalanan bizler semti terketmek zorunda kaldık. Bugünkü tabirle kentsel dönüşüm kurbanı olduk. Bizim çocukluğumuzda Fulya deresi tabir edilen yerde iki tane devasa bostan vardı. Bu bostanlar hakkında hatırladığım, epeyce kıskanç, kızıl saçlı, Arnavut…
Ukrayna: Papaz Gapon’un Hayaleti Oktay Orhun Petersburg’da 9 Ocak 1905 tarihinde 200 bin işçi Çar’ın Kışlık Sarayı’na doğru harekete geçti. Kalabalığın başını Papaz Gapon çekiyordu. Askerler, taleplerini sunmaya gelen işçilere ateş açınca 112 sanayi bölgesi ile 10 demiryolu hattında genel grev ilan edildi. O dönemde “şaibeli” sayılan Papaz Gapon ile görüşen az sayıdaki sosyalistten biri de Lenin olmuştu. 1905 Rus Devrimi işte böyle bir sürecin içinde başladı! Bugün Arap Devrimleri’nde olduğu gibi Ukrayna ve Kırım’da da sosyalistlerin büyük çoğunluğu Papaz Gapon ile konuşmaya yanaşmıyor… Türkiye’de başat sosyalist sol içinde yer alan akım ve grupların yapısal denebilecek problemlerinden biri, ikamecilik. Sosyalist…
Erken Cumhuriyet Döneminde Gürbüz Türk Çocuğu ve Ulus Kathryn Libal “Çocuklar! Gazi’nin çocukları. Hür, müstakil, asîl Türk milletinin çocukları. Bayramınız kutlu olsun. Cümhuriyet, hür, müstakil, eşsiz ve örnek Türk vatanında, en büyük günü, 23 Nisanı size bayram diye bağışladı. Müstakil vatanının kurtuluş vatanın iki tarih devri; geçen ve geleceği biribirini kucaklıyor… 23 Nisan sizin bayram gününüz, Türk milletinin kurtuluş günü, Türk milletinin en büyük şeref günü… Bayram diye siz bugünü kutluluyorsunuz. Hak diye kendinize, kendi milletinize, kendi milletinizin büyüklerine, Millet davasına bağlanıyorsunuz.”[1] Yukarıdaki metin, 1933 yılında Çocuk Haftası kutlamalarının ilk gününde yapılan bir konuşmadan alınmıştır. Konuşmanın sahibi, Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (HEC)…
İstanbul’un Fethi: Bir Tahayyülün Anatomisi Levent Geçkalan Son zamanlarda Osmanlı’ya ait temsillerin yoğun bir şekilde ‘teşhir’ edilişine tanık oluyoruz. Kuşkusuz bu ‘teşhir’lerin içerisinde her yıl 29 Mayıs’ta kutlanan İstanbul’un fethi önemli bir yere sahip. ‘Bellek’ aracılığıyla fetih anı, yeniden üretilmekte. İstanbul’un fethi, bir sembol olarak özellikle iktidara sahip siyasal yapının gelecek tahayyülü açısından önemli bir yerde duruyor. Bu semboller ile birlikte geçmiş, geleceğin tahayyülü ve inşası için kullanılıyor. On dokuzuncu yüzyıl, siyaset sahnesindeki devletler tarafından meşruiyet açığını kapatmak amacıyla sembollerin icat edildiği bir dönemdi. Aynı dönemde, tıpkı çağdaşları gibi, Osmanlı Devleti de bu amaç doğrultusunda semboller üretti ve bunlardan mümkün…
ERMENİ BALIKÇI İLE TOPAL MARTININ OLAĞANÜSTÜ MACERALARI Şeref Özsoy * Bu yazıyı, Ezginin Günlüğü’nden Sarhoş Balık ile Topal Martı şarkısını dinleyerek okumanız önerilir. Sait Faik yeni bir kitap için öykülerini Varlık Yayınları’nda Yaşar Nabi’ye getirir. Öykülerden bazıları henüz hiç bir yerde yayımlanmamış, üstelik birisine isim bile bulamamıştır. Öyküyü okuyan Yaşar Nabi, “Madem bir ad bulamadın, ‘Öyle Bir Hikâye’ diyelim” önerisini getirmiş. Önce biraz tartışsalar da karar verilmiş. Üstelik sadece öykünün değil, kitabın ismi için de Öyle Bir Hikâye’de anlaşmışlar. Birkaç gün sonra fikrini değiştiren Sait Faik, kitabın isminin değişmesi için Yaşar Nabi’ye haber göndermiş. Kitabın isminin Alemdağda Var Bir Yılan…
Lanet Olsun Zaman Nehrine Per Petterson Metis Yayınları, 2012 Geçen zamanın ardından neye bakarız? Elimizden kayanlara, tutacak gibiyken tutamadıklarımıza, elde etmek üzereyken kaçırdıklarımıza – yakınımıza uğramamış uzak hayallerle derdimiz olmaz pek, o adımı atmasaydık ne olurdu, diye sorarız daha çok, ya da tersini. İmkân dâhilinde olanların muhasebesidir yaptığımız. Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz’unun (Metis Yayınları, 2008) başkahramanının romanın sonlarında söyledikleri ne kadar tanıdık: “Üzerinde durduğum küçük kaldırım taşından her yana doğru özenle çizilmiş bir şema gibi çizgiler uzandığını, bunların ortasında bir dairenin üzerinde durduğumu fark ettim bir anda; bugün, üzerinden 50 yıldan fazla zaman geçmişken gözlerimi kapadığımda ışıklı oklar…
Elif Avcı “Hrant Dink’in cümlesindeki gibi, LGBT bireyler de güvercin tedirginliğiyle yaşar. Bu yıl öldürülmemiş olman seneye öldürülmeyeceğin anlamına gelmez.” Demet Yanardağ Ortaya çıkışından beri “görünürlük” politikalarını en önemli işi olarak gören LGBTİ Hareketi, Haziran Direnişi döneminde “görünürlük” anlamında birkaç gün içinde birkaç yıla bedel bir kazanım elde etmiş, iktidar ve egemen kültür tarafından sosyal haklar bağlamında inkâr edilişi sürse de, topluma “Evet, LGBTİ’ler vardır” dedirtmeyi başarmıştır. Bu süreç sonrası kazanım hızla artan görünürlük olsa da, görünürlükle beraber hızla artan bir şey de şiddet olmuştur. Başbakan’ın yarattığı “biz” ve “ötekiler” ayrımında, ötekinin ötekisi olan LGBTİ bireyler bir kez daha nefretin…
Zozan Özgökçe Bu yazıyı yazmaya başladığım gün Van’da bir kadının koruma kararı olduğu halde eşinin saldırısına uğradığını, bunun üzerine karakolu aradığını, ancak karakolun “Biz bir şey yapamayız, 155’i arayın” cevabını aldığını öğrendim. Tutuklama, kötü muamele, gözaltında taciz, coplama, öldürme, gaz bombası atma konusunda bu kadar cesur davranan ve tereddütsüz inisiyatif alan polis neden kadınları aile içi şiddetten koruma konusunda kılını kıpırdatmaz? Kıpırdatmaz, çünkü erkek zihniyetinin kadınlara karşı yürüttüğü bir kampanya var. Bu kampanyada öyle bir ortaklık var ki, kampanya katılımcıları erkekler hangi ideolojide olursa olsun bu kampanyanın içinde yer almakta. Ha yanlarına iktidar sahibi başka kadınları almıyorlar mı,…
Damla Yur “Eşim Volkan Civelek ile yaklaşık 7 senedir evliyiz. Bu evlilikten olma 3 yaşında bir kızımız var. Eşim Volkan Civelek evliliğimizin ilk yıllarından bu yana bana sözlü ve fiili olarak şiddet uyguluyordu. Beni birçok kez darp etmiştir. Bu darp konuları ile alakalı doktora giderek tedavi oldum, bununla ilgili raporlarım mevcuttur. Eşim ile aramızda evliliğimizin başından beri yaşanan olaylara ilişkin herhangi bir yere resmî müracaatım olmadı. Bunun sebebi ise çocuğumun olması ve onun mutsuz olmasını istememem. Artık dayanamıyorum, boşanma davası için avukatıma vekalet verdim. Sabah saatlerinde eşim boşanma davası açtığımı öğrenince yukarıda adresini belirtmiş olduğum ve 1 haftadır kaldığım eve…