Ozan Tekin Son birkaç yılda, daha belirgin olarak da anayasa referandumundan bu yana yürütülen siyasî tartışmalarda, AKP’nin otoriterleştiğine sık sık vurgu yapılıyor. Bu anlatıya göre, iktidarının erken dönemlerinde reformlara imza atan bu parti, son dönemde bunun tam tersi yönde adımlar atıyor, baskıcı uygulamaların dozunu arttırıyor.
Yazar: AltÜst Dergi
Ümit İzmen Yerel seçimlerinin ortaya koyduğu ilginç noktalardan biri de sandık sonuçlarının iktidardan muhalefete, sokaktaki vatandaştan en keskin siyasî örgütlere kadar herkes için önem taşımasıydı. Herkesin kendince yaptığı seçim analizleri bazen pek de nesnel olmayabiliyor. Hele siyasî partilerden gelen analizler doğal olarak kendini temize çıkartma üstüne kurulu oluyor. Fakat önümüzdeki kısa süre içinde bizi bekleyen iki önemli seçim daha olduğunu unutmamak lazım. 30 Mart seçimlerinin sağlıklı analizini yapmak, halka rağmen politika yapmamanın birinci koşulu. Bunca olumsuz koşula rağmen AKP’nin niye bu kadar çok oy aldığını anlamaya çalışmadan politika üzerine söz söylemek olsa olsa züppelik olur.
Roni Margulies Seçimlerin en tartışmasız sonucu şu: Karşısındaki muhalefet partileri CHP ile MHP olduğu sürece AK Parti’nin yenilmesi mümkün değil. Mevcut siyasî ve/veya ekonomik koşullarda ciddi bir değişiklik, bir altüst oluş gerçekleşmedikçe, bu üç partinin seçim yarışmasından AK Parti’nin zaferle çıkması kaçınılmaz.
Besim F. Dellaloğlu Eğri oturup doğru konuşalım. Bu ülkede ciddi, derinlikli, kapsamlı bir modernlik eleştirisi pek olmadı. Çünkü bir modernleşme ülkesi olan Türkiye için modernlik Batı’dan gelen ve bizim mevcut halimizden her koşulda daha iyi olan bir şeydi. Bu nedenle de modernlikle aramıza kendilik bilincimizin tezahürü olabilecek eleştirel filtreler koyamadık. Çünkü vaktimiz yoktu. Çünkü işlerimiz hep çok acildi. Kurtarılmayı bekleyen bir vatan, millet, halk oralarda bir yerlerde hep bizi bekliyordu.
20 Dolar 20 Kilo: Belleksizliğe karşı direnmek Meltem Oral 6-7 Eylül pogromunun 50. yılında, saldırıların dehşetini ortaya koyan Fahri Çoker arşivi, Elhamra Pasajı’ndaki Karşı Sanat sergi salonunda izleyiciyle buluşmuştu. Sanatın geçmişle hesaplaşma ve toplumsal yüzleşme konusundaki aracı rolü bu sergiyle bir kez daha ortaya çıkmıştı. Ancak serginin çokça duyulmasının nedeni açılışında gerçekleşen saldırıydı. Türkiye’de Müslüman olmayan azınlıklara yönelik saldırganlığın elli yıl öncesinde kalan münferit bir durum değil, sistematik ve güncel bir politika olduğunun bir deliliydi bu saldırı. Ellerinde sopalarla Beyoğlu’yu talan eden histerik erkek kalabalık, yerini bu sefer ellerinde yumurtalarla gelenlere bırakmıştı. Erkeklikleri kadar okudukları marşlar da ortaktı, ama işin…
20 dolar 20 kilo “20 dolar 20 kilo” sergisi kapsamında Cemaat Vakıfları Derneği ortak sözcüsü, Rumvader’in kurucularından Laki Vingas ile söyleşi Siz 1961 doğumlusunuz, 1964 yılını yaşamamışsınız. O yıl 13 bin Yunan uyruklunun sınırdışı edilmesiyle birlikte yaklaşık 60 bin kişinin göçünden dolayı büyük acılar yaşandı. Bu travma 1974’e kadar sürdü ve İstanbullu Rumların sayısı 120-130 bin kişiden 2000 kişiye kadar düştü. Siz nasıl bakıyorsunuz bütün bu yaşananlara? Rum cemaati nasıl bakıyor? Hiç 64 konuşulur mu? Nasıl konuşulur? Ne hissedilir? Bugün siz ne hissediyorsunuz? Anlatır mısınız?
Göç eden kent kimliği İlay Romain Örs “Biz İstanbul’u bırakmazdık. Hiçbirimiz, dünyadaki hiçbir şey için. İstanbul için ‘Kent’ denir; çünkü dünyanın en güzel kentidir.” Bir Tutam Baharat (Politiki Kouzina) adlı filmde kullanılan bu replik, İstanbul Rum tarihinin en acı başlıklarından biri olan 1964 sürgünlerinde yaşananları etkileyici bir şekilde dile getirir.
Kovmakla biter Samim Akgönül İstanbul’un en kadim semtlerinden birinde 15 Mart 2014’te İstanbul’un en kadim halklarından, sahiplerinden biri hakkında bir toplantı yapıldı. Tam 50 yıl önce evlerinden apar topar kovulanlardan hayatta kalan birkaçı oradaydı. Başlarından geçenleri karşılarındaki kalabalık, çok kalabalık topluluğa anlattılar. Seslerinde hüzün vardı, kırgınlık vardı, ama sanki fazla öfke yoktu. Ya da en azından karşılarındaki gençlere, öğrencilere yansıtmak istemediler öfkelerini.
İstisna mı süreklilik mi? Elçin Macar 1922-1923’teki Lozan Konferansı sırasında Türk heyetinin kabul etmesiyle, Osmanlı tebaası Rumların yanı sıra, çoğu İstanbullu olan yaklaşık 25.000 Yunan tebaalı Rum’un da İstanbul’da kalmasına izin verilmişti. Ancak, Türkleştirme politikalarının önemli bir parçası olarak 1932’de çıkarılan ve birçok mesleği sadece Türk vatandaşlarına hasreden yasa ve bunu izleyen diğer özel meslek yasaları (avukatlık, gözlükçülük, doktorluk, eczacılık vb) nedeniyle, Yunan tebaalılar mesleklerini artık yerine getiremediklerinden dolayı 1930’lu yılların ikinci yarısında Yunanistan’a ciddi bir göç yaşanmıştı. Bu dönemde İstanbul’daki Yunan tebaalıların sayısı 20 binin altına inecektir.
Bir zamanlar Rumlar vardı Cengiz Aktar Yayıncı Osman Köker’in sonsuz enerjisiyle ürettiği sergiler dizisinin çok anlamlı bir adı vardır: “Bir zamanlar Ermeniler vardı”. Yayınevinin adı da hep o bir zamanları söyler. Nitekim bir zamanlar Ermeniler vardı, Rumlar vardı, Süryanîler, Keldanîler, Nasturîler vardı. Bugün de Kürtler var, uluslaşma süreçlerinin silindir etkisinden kurtulabilmiş daha pek çok farklılık var. Dünü tanıyarak bugünün, bugünü konuşarak dünün farkına varıyoruz artık. Zira etrafımızı görmezden gelmekten kendimizi dahi göremez olmuştuk. Türkiye’de farklı olanı konu alan, ezberi bozan, resmîyeti sorgulayan akademik ve sanatsal çalışmalar çoğalıyor. Ama sanılmasın ki bu konularda malzeme gani. Malzeme, bilgi pek ender; olduğu vakit…