Büyük babaannem Antaram Abrahamyan (sonrasında Boğosyan), hayatımda tanıdığım en güçlü kadındı. Şüphesiz evin direğiydi. Bütün gün durmaksızın çalışır, geceleri çok az uyurdu. İki kızı, onların çocukları (yani kendi torunları), hatta torunlarının çocukları için severek canla başla çalışmış, bir kez olsun sorumluluklarından şikayet etmemiş, hiçbir işi yarım bırakmamış, öte yandan mizah duygusundan da hiç ödün vermemişti. Babam gibi ben de onamedzmama (Ermenice “büyük anne”) derdim. Ancak ona böyle hitap etmek sadece biz evlatlarına mahsus bir ayrıcalık değildi. Komşuları, arkadaşları, eş dost tanıdıkları da ona medz – büyük – derdi. Çocukken neden acaba diye merak ederdim. Sonradan belki de onun otoritesini, sabrını,…
Yazar: AltÜst Dergi
Çanakkale Savaşı’nın 96. yıldönümü törenleri’ne katılmak için dört yıl önce Çanakkale’ye giden dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Değişen Dünya Dengeleri ve Türkiye’nin Dış Politika Vizyonu” konulu bir konferansa katılmıştı. Konferans öncesinde, “Çanakkale adını duyup da kalbi hoplamayan, yüreği titremeyen, damarlarındaki kan akış hızı artmayan bir Türk olamaz” diyen Davutoğlu, konuşmasına, “Bütün dünyaya 2015 yılını tanıtacağız. Bazılarının iddia ve iftira ettiği gibi bir soykırım yıldönümü olarak değil, bir milletin şanlı direnişinin, Çanakkale direnişinin yıldönümü olarak tanıtacağız” diyerek başladı. Anadolu toprakları açısından 2015 yılı büyük öneme sahip iki olayın 100. yıldönümüdür: 1915, Anadolu’nun iki farklı tarihidir. İlki Düvel-i Muazzama’ya karşı verilen Çanakkale…
Düzenle 1970’lerin sonlarında lisede, 1980’li yıllarda üniversitede bağlarını koparma çabasındaki sosyalist gençlerden biriydim. Millî tedrisatın ezberlerine itiraz eden, okuyan, sorgulayan biri olmama rağmen benim için Ermeni soykırımı diye bir şey yoktu. Yüzleşme Bilgisizlik? Evet, bilgisizlik ama tam anlamıyla öyle de değil. Genel bir bilgisizlik değildi söz konusu olan. Birinci Dünya Savaşı’na, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne, Kafkasya’da sovyet cumhuriyetlerinin kuruluş sürecine dair ortalamanın üzerinde bilgi sahibi, Şaumyan’a hayran, kütüphanesinde Mikoyan’ın biyografisi bulunan, ama Krikor Zohrab’dan, Gomidas’tan, Zabel Esayan’dan bihaber bir gencin bilgisizliği. Geniş bir genel kültür ve tarihî bilgi yığını içinde bir delik gibi bilgisizlik. Cesaret? Mesele, yasak konulara dokunmaktan çekinmek değildi.…
Zaman zaman gazete ve dergilerde II. Meşrutiyet kutlanırken çekilmiş fotoğraflar yayınlanır. Bu fotoğraflardan sıkça kullanılan bir tanesinde kalabalıklar ortasında, üstünde Fransız Devrimi’nin ilkeleri olan eşitlik, özgürlük, kardeşlik kelimelerinin Ermenice yazılı olduğu ay-yıldızlı bir bayrak görünür. Bu görüntü bugün birçokları için kafa karıştırıcı olabilir. Nasıl olur da ay-yıldızlı bayrak üzerinde Ermenice yazı olur? “Türk” bayrağıyla “Ermeni” dili nasıl bir araya gelir? Oysa bu, o günün özellikle de II. Meşrutiyet’in siyasî havasına son derece uygundur. Yani, etno-dinsel farklılıkların uyumlu bir biçimde biraraya gelmesiyle ortaya çıkacak yeni bir siyasî kimlik, Osmanlılık yaratma çabasına. Sonradan yaşananlar bunun bir “yalancı bahar” olduğunu gösterdi. Peki, öyle…
Thomas Piketty’nin şu meşhur Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital başlıklı kitabındaki sermaye birikiminin tarihsel gelişimi üzerine gözlemleri kafamda bir dizi soru oluşmasına neden oldu. Piketty, 1700’lerden günümüze sermayenin yani servet birikiminin gelişimini bugünün bazı gelişmiş ülkelerinden yola çıkarak detaylı biçimde inceliyor. Bu tarihsel veriden şöyle bir sonuç çıkıyor: Hemen tüm ülkelerde, toplam servet bir yılda elde edilen gelirler toplamının 6-7 katı. Bu oran 18 ve 19 yüzyıllarda pek değişmiyor, ancak sonraları, savaşlar nedeniyle evlerin, binaların, fabrikaların yıkılmasıyla ve savaş dönemlerindeki fiyat hareketleri nedeniyle sermaye birikimi erozyona uğruyor, yani servet/gelir oranı düşüyor. Birinci Dünya Savaşı sonunda sermaye birikimi bir yıllık gelirin sadece…
Ermeni Soykırımı’nın en az bilinen boyutlarından biri tehcir ve katliamların sonucu yetim kalan Ermeni çocuklarının akıbetidir. Bunların bir kısmı Müslüman ailelere dağıtılmış, genç kadın ve kızların bir kısmı Müslümanlarla “evlendirilmiş”, hemen hepsi zorla Müslüman edilerek Ermeni kimliklerini unutmaları sağlanmıştır. Sayıları konusunda kesin bir şey söylemek imkânsızdır, ancak bazı kaynaklar 200.000 civarında bu tür Müslümanlaştırılmış Ermeni yetimden söz etmektedir. (Yetimhaneler konusunda en yetkin çalışmalardan biri Nazan Maksudyan’ın Orphans and Destitute Children in the Late OttomanEmpire (Syracuse University Press, 2014) kitabıdır.) Yetim çocuklar İttihatçılar tarafından bir tür “sosyal sermaye” olarak, adeta işlenip istenen kalıba sokularak topluma kazandırılacak bir hammadde olarak görülmüştür. Tehcirin…
Vietnam Savaşının bitiminden dört yıl sonra, 1980 yılında, savaşta ölen yahut kaybolan Amerikalı askerler için bir anıt tasarlanmak üzere bir yarışma düzenlendi. Yolsuzluk ve iltimas ihtimalini bertaraf etmek için adayların sadece rakamlarla tanımlandığı yarışmaya sunulan 1421 tasarım arasından jüri 1026 numaralı adayı seçti. Seçilen tasarımın Maya Lin adında, ailesi Çin’den göçmüş, 21 yaşında, mimarlık öğrencisi bir genç kadına ait olduğu ortaya çıktığında bazı çevrelerden ırkçı ve cinsiyetçi içerikli itirazlar geldi. Bu itirazların başını çekenlerden Texas’lı milyarder işadamı Ross Perot, “bir kara utanç yarığı” diye betimlediği, her biri 75 metre uzunluğunda iki siyah duvarın toprağın içinden geniş bir açıyla birbirine kavuştuğu…
Adana’da 1909’da yaşanan Ermeni Katliamıyla 1915 soykırımı arasında nasıl bir ilişki olduğu sorusu tam olarak cevaplanabilmiş değil. 1909 Adana Katliamı: Üç Rapor’a yazdığı önsözde, Taner Akçam da 1909’un 1894-96 Ermeni kıyımlarıyla 1915 arasında bir ara halka mı olduğu sorusuna net bir yanıt vermenin zor olduğunun altını çizip “Asıl tarihçili[ğin] bu üç büyük yıkımı, aralarındaki farkları ve benzerlikleri ihmal etmeden ortak bir perspektiften okumayı başarmakta yat[tığını]” belirtir. Adana Katliamı kimi açılardan 1915’i bir hayli andırıyor – bir adlandırma meselesi bile mevcut. Nisan 1909 olaylarına “iğtişaş” (kargaşa) diyenler ile “katliam/kıyım” diyenlerin yaşananları hayli farklı değerlendiği aşikâr. Son yıllarda 1915 Soykırımı’nın yanı sıra…
Rosa Luxemburg’un dillendirdiği “Ya sosyalizm ya barbarlık” sloganı Birinci Dünya Savaşı sırasında ve onu izleyen Alman Devrimi’nde büyük bir etki yarattı ve o zamandan beri pek çok sosyalist tarafından benimsendi. Mesele şu: Bu söz nasıl ortaya çıktı? Luxemburg insanlığın, sosyalizmin zaferi ile medeniyetin sonu arasında bir seçimle karşı karşıya olduğu fikrini ilk olarak 1915’te hapiste yazdığı bir savaş karşıtı broşürde ileri sürdü. Bu broşür, Alman Sosyal Demokrasisinin Bunalımı (dava açılmasını engellemek için kullandığı takma ad nedeniyle Junius Broşürü olarak bilinir), savaşı destekleyen Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin liderliğine karşı çıkan devrimci sol muhalefetin eğitilmesinde ve örgütlenmesinde önemli bir rol oynadı. Luxemburg…
Bir Çarmıhın Dibindeki Figürler için Üç Çalışma, 1944, Sunta üzerine yağlıboya, Tate Koleksiyonu, Londra Francis Bacon’ın Bir Çarmıhın Dibindeki Figürler için Üç Çalışma üçlemesinde resmedilmiş suretler köşeye kıstırılmış, korkudan çılgına dönmüş yabani köpekler gibi sadece inleyip haykırmıyor yüzümüze karşı. Bir şeyler de söylüyor ve huzursuz ediyorlar. Resimlerin gücü fantastik, şeytanî suretlerin tasvirinde yatmıyor elbette; Bacon’un bu işi, ne kadar çarpıtılıp bozulmuş, perişan edilmiş olsa da açıkça insan vücudu ve insan hareketleriyle oynayarak başarmasında yatıyor. İnsanlığın medeniyet ve aydınlanmanın ardında gizli kalan bir yönünün temsilidir bu suretler. Tarihsel varlıklar olarak toplumsal varoluşumuzun altında yatan ve varoluşumuzu etkilemeyi sürdüren o hayvanî doğanın…