“İnsan doğası” var mıdır? Varsa, nedir? Bencillik, kötülük, kavgacılık insan doğasının temel unsurları mıdır? Herhangi bir sabah İstanbul’da gazetelere bakıp kaç kişinin öldürüldüğünü, yaralandığını, kavga ettiğini, küfürleştiğini, soyulduğunu görmek, insanın gerçekten de kötü olduğu izlenimini verir. Oysa şaşırtıcı olan, bu olayların çokluğu değil, azlığıdır. Milyonlarca insanın daracık bir alanda iç içe, yan yana yaşadığı büyük şehirlerde, kimsenin kimseyi tanımadığı, herkesin birbirine yabancı olduğu karmaşa ortamında, çarpıcı olan yirmi milyonda yirmi veya yüz veya en fazla iki yüz kişinin birbiriyle itişmesi değil, bu devasa kalabalığın uyum, işbirliği ve yardımlaşma hâlinde yaşamasıdır. “İnsan doğası” diye bir şeyden söz edilecekse, tanımlayıcı özellikleri tam…
Yazar: AltÜst Dergi
Zamanın İçinden Zamanın Dışından Besim F. Dellaloğlu Heretik Yayınları, 2017 Her yazının bir zamanı, her kitabın bir uzamı, her sözün içerisi ve bir dışarısı vardır. Besim Dellaloğlu’nun Frankfurt Okulu’yla başlayıp Walter Benjamin’de hayat bulan, Ahmet Hamdi Tanpınar ile hemhal olup Fernando Pessoa ile nihayete eren felsefî serüveninin bir özeti oldu Zamanın İçinden ve Zamanın Dışından kitabı. Anıların, hatıraların, utancın, serzenişlerin, isyanların içeriden başlayıp dışarıyı kuşattığı bu kitap, Dellaloğlu’nun felsefî, siyasî, akademik serüvenini anlatmakla kalmadı. Kitap aslında akademik serencamını derslerinden asla önde tutmayışıyla bilinen bir hocanın, öğrencileriyle her daim iletişim içerisinde olma çabasıyla ortaya çıktı. Fikir bir başka öğrenci arkadaşımıza…
Başka bir ülkede, bir başka şehirde belli bir süre yaşamanın insana kattığı en önemli şeylerden biri, kendi hayat biçiminin, tüketim kalıplarının, gündelik rutinlerinin aslında ne kadar kültürel, ne kadar göreli olduğunun farkına varması. Bir bakıma hayatımız rutinleştikçe, standartlaştıkça halis deneyimden dolayısıyla da kültürellikten kopuyoruz. Her şey bize “Başka nasıl olabilir ki?” şeklinde gözükmeye başlıyor. İşte tam da o noktada kaybediyoruz. Tıpkı yediklerimizden giderek tat almamak gibi. Sırf doymak için yemek gibi. Aslında medeniyet dediğimiz şey biraz da ihtiyaçlarımızı nasıl kültürelleştirdiğimiz değil midir? Bir süredir Lizbon’dayım. Bir süre daha burada olacağım. Aslında daha önce hiç bilmediğim bir yer değil. Bu dördüncü…
“Devrimler ezilenlerin ve sömürülenlerin festivalidir. Başka hiçbir zaman, halk kitleleri, devrim anlarında olduğu kadar yeni bir toplumsal düzenin yaratıcıları olarak etkin bir biçimde öne atılacak durumda olmazlar.” Lenin Devrim kavramı 2011’de Tunus’ta başlayıp tüm Ortadoğu ülkelerine yayılan kitle hareketleri ile birlikte gündemimize tekrar girmişti. Onyıllardır her türlü örgütlenme ve siyasete dahil olma hakkı ellerinden alınmış kitleler siyasete zorla dahil oldular. Büyük çoğunluğunu işçilerin, işsizlerin ve gençlerin oluşturduğu eylemler büyük kentlerin meydanlarının işgal edilerek politik taleplerin dile getirilmesi şeklinde gelişti. Özellikle Mısır’da işçi sınıfının daha güçlü ve daha örgütlü olmasının bir sonucu olarak hareket genel grev dalgasına da yol açtı. Bu…
Rusya’da Çarlık İmparatorluğu, 1917 yılının Şubat ayında kendiliğinden bir devrimle çöktü. Ekim ayında gerçekleşecek ayaklanma ve sosyalist devrime kadar olan yedi aylık dönemde neler yaşandı? Lenin’in “ikili iktidar” diye adlandırdığı bu dönem, bugün, protestoların ve ayaklanmaların dünyasında, kapitalizme son vermek isteyenler için derslerle dolu. Ekmek ayaklanması 1917 yılının Şubat ayına geldiğinde, Birinci Dünya Savaşı nedeniyle Rusya’nın kentlerinde büyük bir kıtlık yaşanırken, fabrikalarda grev hareketleri başlamıştı. Aynı günlerde Petrograd’da on günlük buğday kalması üzerine ekmek karneye bağlandı. Bir iki saat içinde ekmekleri bitiren dükkânlar kapandı. Aç ve öfkeli kalabalıklar dükkânların camlarını indirdi; kolluk güçleri sert müdahalelerde bulundu. 23 Şubat’ta* Dünya Kadınlar…
Son zamanlarda dünya genelinde giderek çeşitlenen biçimlerde protestolar, başkaldırılar ve devrim talepleri yaşama dair yeni bir iradenin ve arzunun billurlaşması olarak okunmalı. Yıllardır süregiden neoliberal kapitalist sistemin tahakkümü insanları soyut bir sistem eleştirisinden gerçek, maddî, gündelik hayatın içinde kendine yer bulan bir başkaldırı halet-i ruhiyesine süreklemiş durumda. Küresel bir el koyma, sömürü ve dolaşım sistemi olan neoliberal kapitalizm, çoğunluğu mülksüzleştiren, azınlığı zenginleştiren, bunu yaparken dünyanın kaynaklarını fütursuzca kullanan muazzam bir tahakküm aygıtı olarak karşımızda. Tam olarak karşımızda da değil aslında: David Harvey’nin dediği gibi, kapitalizmin fikirlerinin siyasî, toplumsal ve kültürel kurumlara aşılandığı yeni yönetim biçimi artık her anlamıyla içimizde. Bu…
Marksizm’in üç kaynağının ne olduğunu herkes bilir: Alman felsefesi, Fransız Sosyalizmi ve İngiliz siyasal iktisadı. Marx’ın hayatı ve eserlerine dair kabaca fikir sahibi olan birisi fazla çaba sarf etmeden bu sonuca varabilir: Daha öğrencilik yıllarında Marx, radikal görüşlerini Hegel’in felsefe sistemiyle bütünleştirmeye çalışan Genç Hegelcilerden biriydi. 48 devrimlerine doğru kaynayan Avrupa’daki bütün radikaller gibi onun da siyasî özlemlerinin kaynağı, Fransız İhtilalinin altüst ettiği toprakta yeşeren ve sosyalist bir toplum tahayyülünü siyasi bir mesele olarak gören anlayıştı. 1848 devrimlerinin yenilgisinden sonra ise Marx, neredeyse bütün mesaisini İngiliz siyasal iktisadından hareketle toplumun dinamiklerini anlama çabasına sarf etti. Ancak “Marksizm’in üç kaynağının” sosyalistler…
Post-hakikat kavramı son bir yıldır akademik yazından popüler yayınlara, internet sitelerinden televizyon programlarına kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Özellikle Amerika’da ırkçılığını, cinsiyetçiliğini, göçmen düşmanlığını gizlemeyen, çizgi romanlardaki abartılı kötü karakterlerden biri gibi görünen bir milyarder olan Donald Trump’ın başkan seçilmesi ve İngiltere’de, ırkçı argümanların çokça öne çıktığı, Avrupa Birliği’nden çıkış referandumu (Brexit) sonrası post-hakikat kavramı Batı medyasında tüm dünyadaki karmaşık gelişmeleri açıklamak için kullanılır oldu. Sadece Trump ve Brexit de değil, Rusya’da Putin ve Türkiye’de Erdoğan gibi politikacıların artan otoriterizmi de bu kavram ile açıklanıyor. Kavram o kadar yaygın kullanıldı ki, 2016 yılında Oxford Sözlüğü post-hakikati yılın sözcüğü seçti. Post-hakikat…
“Ankara’da çıkan bir takım örmeler var, bir takım güzel şeyler yapılıyor. Fakat bunların hepsi maalesef Hıristiyan elindedir. (…) Bu, Ankara için zuldür ve ayıptır.” Karesi mebusu Hasan Basri [Çantay] Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı kitabında çok çarpıcı pasajlar vardır. Bunların belki de en etkileyicilerinden biri şudur: “Rum halk köklerine kadar sökülüp atılmakta idi. Onlarla beraber İzmir’in, bütün batı Anadolu’nun her türlü ekonomisini de köklerinden söküp atıyorduk. Bir merkezde kasabalılar bize gelmişler: ‘Arabamızı tamir ettiremiyoruz, giden Hristiyanlardan sanat sahibi olanları geri göndertseniz…’ demişlerdi. Yanmamış yerlerde çarşılar kapalı idi. Ticaret ve iyi tarım onların elinde olduğundan, Türkler alışmadıkları bir hayat tarzını…
Irkçılık egemen sınıfın cephaneliğindeki en sevdiği silahlardan biridir. Ne zaman bir ekonomik ya da politik kriz olsa, bir günah keçisi yaratılır, suçlanacak bir azınlık buluunur. Suçlu diye bankacıları işaret edecek değiller ya! Egemen sınıf bizleri ırkçılığın eşyanın tabiatına uygun bir fikir olduğuna inandırmak ister, ama bunun gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Irkçılık tarihte maddî temeli olan bir ideolojidir. Kökenleri Atlantik ötesi köle ticaretine kadar götürülebilir. “Irk” ve ırkçılığın yaratılışı yeni kapitalist sınıfın büyümesi ve hakimiyet kurmasıyla el ele gitmiştir. Kapitalizmin ortaya çıkışından önce de elbette önyargı ve bölünmüşlük vardı, ama insanlar ten rengine dayanarak sistematik bir biçimde baskıya maruz kalmıyordu.…