Atilla Keskin Böğürtlen Zamanı Murat Türk Aram Yayınevi, Diyarbakır 2012 Kimi kitaplar vardır, bir solukta okursunuz; okurkan da “keşke hiç bitmese” dersiniz. Murat Türk’ün Böğürtlen Zamanı böyle duygularla okuduğum bir kitap. Direnişle, estetiğin çok güzel yoğrulduğgrafiden Murat Türk’ün 16 yaşında gerillaya katıldığını, 19 yaşında tutsak düştüğünü, şimdi 39 yaşında olduğunu ve müebbete hükümlü olarak Bolu F tipi cezaevinde yatmakta olduğunu öğreniyoruz. Böğürtlen tadıyla, cebindeki böğürtlenleri yoldaşlarıyla paylaşan küçük bir gerillanın, Rohat’ın gerilla kampındaki şakalarıyla başlar kitap. Böğürtlenler kitap boyunca romana eşlik eder. Kırk beş günlük bu direnişin böğürtlen zamanında gerçekleştiğini de böyle öğreniriz. Kitaptaki direnişin kahramanı 17-18 yaşlarında olduğunu…
Yazar: AltÜst Dergi
Cumhuriyet’in Diyarbakır’da Kimlik İnşası (1923-1950) Ercan Çağlayan İletişim Yayınları, 2014 Genç Türkiye Cumhuriyeti önce, Diyarbakır’ın bir Türk kenti ve orada konuşulan dilin Türkçe olduğu kanıtlanmaya çalışır. Çalışmaların başını, ilk dönemde, Ziya Gökalp çeker: Diyarbakır’daki “adetlerin, abidelerin, kitabelerin ve lisanın Diyarbakır halkının terihten beri Türk olduğunu gösteren somut emareler” olduğunu, Diyarbakır’ın “lisan, hars [kültür], tarih ve mezhep bakımından” Türk olduğunu anlatır. Şöyle yazar: “Diyarbekir şehrinde ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe bilir… Lisanî tetkiklerim gösterdi ki Diyarbekir’in Türkçesi… Azeri lehçesinden ibarettir. Diyarbekirlilerin mahdut kelimelerden mürekkep olarak söyledikleri Kürtçeye gelince bu lisanın köylerde konuşulan fasih Kürtçeden…
Adem Seleş * Bir bayramlaşmadayım. Eskilerden bir abimiz esip gürlüyor. Ağzından köpükler saçarak ana meseleyi hallediyor. Susmayı öğretiyor hayat insana. İktidarda olmak, hükümet etmek yetiyor abimize. Kendisini arayan bir akademisyene telefonda “Boş durma, rektör ol” diye nasihatte bulunuyor. İktidar hırsı bütün hasletlerimizi köreltmiş. Belki en önemlisi adalet duygumuzu. Ne kadar ucuzmuşuz, ne kadar açmışız. İktidara abanacak kadar ucuzcuymuşuz! Kendimizi tanımak için bu kadar bedel! Yok, yok ağır değil. Mirasımız ne olacak bizden sonrakilere? Asıl mesele bu. Yönetici bilgi üretmez. Becerebiliyorsa bilgiyi ürettirir ve kullanır. Yönetici bildiği için değil, layık oluğu için seçilir. Bildiği için seçildiğini zanneden ise büyük bir…
Doğan Akhanlı Edebiyat, Irak ve Kürdistan kelimelerini aynı cümlede telafuz etmeye alışkın olmadığımız için, Süleymaniye’de on dokuz yıldan beri düzenlenen Galawezh Kültür Festivali’ne davet aldığımda heyecanlandım. Yıllardan beri tanıdığım Nabas ve 2010 yılında Türkiye’de tutuklandığımda Köln’deki dükkânını özgürlüğümü talep eden afişlerle donatan bir zamanların peşmergesi Azat Süleymaniyeliydiler. Gideceğim ülke ile ilgili bilgilerimi tarttım. Çocukluk günlerimde Kürt kelimesini duyup duymadığımı hatırlamıyordum. Gençlik yıllarımda, duvarlara yazılmaya başlayan “Kürtlere Özgürlük” sloganlarına rağmen, Kürtçe ile doğrudan yüzyüze gelmem bir rastlantı sonucu gerçekleşmişti. Lise bitirme sınavları öncesinde, 18 yaşıma adım attığım günlerde, İstanbul’da keyfî bir tutuklamanın kurbanı olmuş, 1975 yılı yazını eski bir Kervansaray…
Ahmet Eken Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü Reşad Ekrem Koçu Doğan Kitap, 2015 Son yıllara gelene kadar giyim, kuşam ve süslenme hakkında yazılanların gazete ve dergi yazılarıyla sınırlı olduğunu görürüz. Konu, herhangi bir yanıyla ele alınıp kitap çerçevesinde irdelenmemiş. Ancak bu cılız ortamda bir istisna var, Reşad Ekrem Koçu’nun Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü. Pek çok ilke imza atan yazar; Türkçe’de bir ilke daha imza atmış ve elimizdeki çalışmayı hazırlamış. Her yanıyla bir Koçu kitabı olan eserin geçtiğimiz günlerde Doğan Kitap tarafından yeni bir baskısı yapıldı. Kitap, bir sözlük olarak elbette ilginç, yazarın olanca cömertliği ile öznelliğini yazdıklarına…
Atilla Dirim İri yarı, pehlivan yapılı bir mahkeme üyesi, merdivenin başında bağırıyor, tepiniyordu. Başında kocaman bir kalpağı vardı. Hasır şapkalı bir gencin yakasına yapışmış, tartaklayıp duruyordu: “Nedir bu kepazelik? Bu şapka da ne oluyor? Baban da mı şapka giyerdi? Anandan şapkalı mı doğdun?” Sonra sözler, muameleler daha da sertleşti. Ardından kuvvetli bir tekme yiyen genç, merdivenlerden aşağı tekerlendi. Çantası bir tarafa, şapkası bir tarafa gitti. Fakat heybetli üye hıncını hâlâ alamıyordu. Basamakların başında boyuna birtakım küfürler, ağır tabirler savuruyordu. Şapkasını, çantasını güçbela toplayan genç kendini sokağa attı. Artık bu tabirleri işitemeyecek kadar uzaklaşmıştı. Bu genç bir gazeteci idi… Aradan zaman…
Ahmet Turan Köksal Taksim’de Gezi protestoları sonrasında beton denizi haline gelmiş meydana küsüldü. Hani zorunlu askerlikte talim alanında yanlışlıkla bir er kendini vurur ya, sonra o askerin tüfeği cezalandırılır ya da o talim alanına küsülür ve bir süre oraya uğranılmaz ya, işte aynı o şekilde kendi döktükleri betona tavır almış durumdalar. Küstüler vallahi! Düştüğümüz duruma bakın; Taksim Meydanı’na küsülünce ve ilgisiz bırakılınca şimdiki hâlinden daha kötü olmayacak diye avunuyor, seviniyoruz. Meydan’dan önce Gezi’ye doğru uzanalım, sonra AKM’ye bakarız. Gezi Parkı’nın bulunduğu yerde Topçu Kışlası vardı. Daha eskiden ne vardı peki? 1876’daki Kauffer Haritası ile 2009 uydu haritasını çakıştırarak Taşkışla’nın Güneybatı…
Günay Akarsu Bu yazı, Tiyatro 70 dergisinin Mart 1970 tarihli 2. sayısının başyazısıdır. Sonradan Atatürk Kültür Merkezi adı verilecek olan Kültür Sarayı 1969’da açılmıştır, tartışmaları sürmektedir. Yazılarının öğrencileri tarafından derlendiği kitapta Sabri Günay Akarsu hakkında, “emekten yana, emekçiden yana, sosyalizmden yana taraf olmuş, yaşamının eksenini bu doğrultuda sanata, tiyatroya adamış bir düşün insanıydı” denir (Toplumcu Tiyatroya Adanmış Bir Yaşam, Mitos Boyut Yayınları, 2009). Milyonlarca lira harcanarak bir tiyatro yapıldı İstanbul’a. Sonra adına Kültür Sarayı dendi. Daha sonra da burası Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün tekeline verildi. Önce şu soruyu soralım: Çok mu gerekliydi, İstanbul’a böyle bir yapı? Değildi elbette. Millî geliri çok düşük…
Ahmet Kutsi Tecer Bu yazı, 19 Mart 1960 tarihinde Tepebaşı Tiyatrosu’nda İstanbul Belediyesi Şehir Operası tarafından sahnelenen Tosca operasının programında yer almıştır. Tosca rolünü Leyla Gencer canlandırmıştır. Tiyatro tarihimiz bakımından emsalsiz bir değer taşıyan Şehir Tiyatrosu’nun Tepebaşı binası, bugün XIX. yüzyıldan elimizde kalan son tiyatro binasıdır. Şehir Tiyatrosu Opera Bölümü de temsillerini, yalnız tiyatro tarihinin değil, şehir tarihinin de birçok kıymetli hatıralarını taşıyan bu binada vermeye başlamıştır. Aynı sahnede bundan önce de müzikli oyunlar, opera ve operetler temsil olunmuşsa da, bu bina ilk defa olarak bu yıl devamlı opera temsillerine sahne olmaktadır. İstanbul, kendi operasını daima hasretle beklemiştir. İstanbul seyircisinin,…
Sevan Değirmenciyan Herkes mutlulukta birbirine benzer iken, hüzünde biriciktir. 1915’in yüz binlerce insanının hüznü, üzüntüsü, mağrurluğu ağır bir külfet, tarif edilemez bir sıkıntıdır. Hukukun, tarihin, siyasî mücadelenin de ötesinde, düşünceyi ve duyguyu allak bullak eden bu tuhaflık, sonsuz bir delhizde kayboluyor, dipsiz bir derinlikte boğuluyormuş duygusunu verir, ki bununla başeden yüzlerce hayat da darmadağın olmuştur. Ermeni Soykırımı’nı araştıran büyük bir bilim insanı hayaletlerle mücadele edebilmek için çocukluğunda öğrendiği ilahileri okuduğunu, aksi takdirde delireceğini düşündüğünü söylemişti bir konuşmasında. “İşin” istatistiğine dalıp olayın boyutlarını ölçmekle uğraşırken mahvolan biricik hayatları görmeyiz: Evini, toprağını, varını yoğunu bırakan insan, yol kenarlarına atılmış ölülerin arasında…