İştar Gözaydın Sistem olarak laikliğin kaynağındaki düşünce olan sekülarizm, bilginin din, dogma ve inançlardan bağımsızlaşması yönündeki felsefî temellerini ağırlıklı olarak 17. yüzyıldan itibaren Avrupa’da buldu. Anılan ilkenin Fransa’da 19. yüzyılda hukuk yoluyla uygulama alanına konulmasından sonra da, önce Avrupa ülkelerinde, sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde değişik nüanslarla uygulamaya koyulmuş değişik sistemler ortaya çıktı. Dolayısıyla, laiklik ve sekülarizm kavramlarının hep ve her yerde aynı şekilde anlaşılabilecek bir tek tarifi, bir tek anlamı yoktur; içinde oluştukları yapıların siyasî ve sosyal kültürleriyle şekillenirler. Öyle ki, çoğunluğun Hıristiyan inancında olmasına karşın, bu dinin çok değişik mezheplerine mensup bir nüfusa sahip ABD örneğinde devlet, laikliği din…
Yazar: Lewoxx
Levent Şensever Bazı sosyalistlerin, Çin’in son yıllarda ABD’nin karşısında ekonomik bir güç olarak yükseliyor olmasını, emperyalizme karşı elde edilen bir kazanım olarak gördüğüne tanık oluyoruz. Acaba durum gerçekten böyle mi? Çin’in ABD karşısında yükseliyor olması, sosyalizm ve işçi sınıfı adına bir kazanım olarak görülebilir mi? Çin’deki rejim, işçi sınıfının kendi iktidarı mıdır? Çin Komünist Partisi gerçekten de işçi sınıfının iktidarına ve onun çıkarlarına politik olarak öncülük eden bir parti midir? Çin’deki rejimin gerçek niteliğini, ABD ve diğer kapitalist ülkelerle sürdürdüğü ekonomik yarışta elde ettiği başarılardan ziyade, bu ve benzeri soruların yanıtlarında aramak gerekiyor.
Mehveş Bingöllü Türkiye’de yıllardır Kürt meselesinin 1980’lerin başlarında ya da 1970’lerin sonlarında baş gösterdiği, meselenin PKK’nin varlığına bağlı olduğu anlatılır. Bu tarihlerden, yani PKK’nin ortaya çıkmasından önce bu ülkede “yüzyıllardır kardeşçe yaşandığı” söylenir. Genel algı bu ‘söylenceler’ üzerine kuruludur. Ben ne tarihçi ne siyaset bilimciyim. Bu nedenle meselenin tarihsel kökenlerini göstermek ya da siyasî bir analizini yapmak, en azından böyle bir alanda, haddim değil. Ama bu yazının yanında gördüğünüz gazete kupürünün içeriği devletin Kürtlerle olan sorunlu ilişkisinden doğan muamelenin en azından 49 yıl önce de varolduğunu gösteriyor. Bu muameleyi ifşa etmeyi ve hesabını sormayı vicdanî ya da ahlakî bir sorumluluk…
Ozan Tekin Sosyalistler ve anarşistler, devletlerin, sınıfların, sınırların, baskının ve sömürünün olmadığı bir dünya isteği hususunda anlaşıyor. Bu ortak özlemler, 19. yüzyılın ortasındaki 1. Enternasyonal’den 1999’da Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü toplantılarının basılmasıyla başlayan yeni antikapitalist harekete kadar, iki siyasî akımın tarihsel kader birliğinin temelini oluşturuyor. Öte yandan, sınıfsız ve sömürüsüz bir topluma hangi yoldan ve hangi yöntemler kullanılarak ulaşılacağıyla ilgili görüş ayrılığı, bu farklılığın yarattığı sonuçlar, sosyalistlerle anarşistlerin bazı kritik dönemlerde barikatların farklı taraflarına düşmelerine neden oldu. Her işçi hareketinin, her toplumsal mücadele dalgasının içinde çok sayıda siyasî eğilim bulunur. Genellikle, bu eğilimlerden hangisinin hareket içinde daha çok destekçiye sahip…
Ayşin Altun Türkiye’de dil tartışmaları Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme süreciyle başlar, Cumhuriyet’in uluslaşma süreciyle devam eder. Bu tartışmalar dilbilimsel olmaktan ziyade modernleşme sürecindeki politik duruşlara göre belirlenmiştir. Dili toplumun iletişim aracı olarak görmenin ötesinde tarihî, siyasî ve kültürel bir yönlendirme unsuru olarak görme alışkanlığı, dile politik müdahale kurumunu doğurmuş, buna Türkiye’nin geleneksel bürokratik yapısının özellikleri de eklenince dil kullanımı iktidarların tutumuna göre şekillenebilen, zaman zaman yasayla değiştirilebilen bir hâl almıştır. Mesela “sağ” görüşlülerin “yaşayan Türkçeciler”, “sol” ideolojiyi savunanların “öz Türkçeciler” veya “tasfiyeciler” olarak anılması günümüzde geçerliliğini yitirmiştir, ama Cumhuriyet tarihinin bir gerçeğidir.
Nilüfer Uğur-Dalay “Bir gün gelecek, oh diyecek insanoğlu. Silahları bırakın, artık ihtiyaç kalmadı”. Bertolt Brecht “İnsan ve onun geleceğine dair kalbimizi sıkıştıran endişeye rağmen, korku ve umutsuzluk doğmamalı… Korku değil cesaretle savaşın karşısına dikilmek zorundayız. Tüm kültür yaratıcılarının en büyük görevlerinden biri budur” Cengiz Aytmatov “Savaşa ait ne varsa savaşı da alıp gitsin”. Pablo Neruda “Savaşlar önlenmese, silahlanma tekniğindeki hızlı gelişmeler, insanlığın kendi kendisini yok etmesiyle sonuçlanacaktır”.
Alex Callinicos Bu yazı, Alex Callinicos’un Marksizm 2012 toplantılarında yaptığı konuşmanın gözden geçirilmiş hâlidir. Ağustos 2007 yılında başlayan küresel ekonomik kriz derin, uzun vadeli, sistemik bir kriz; 19. yüzyılda ve 1929’da yaşanan derin krizlere benzer bir kriz. Ve bu krizin sona erdiğine dair hiçbir işaret yok. Aksine. Büyümesi beklenen Çin, Hindistan gibi ülkelerin ekonomileri günden güne yavaşlıyor. Dünya kapitalist sisteminin merkezi, yani Batı Avrupa ve ABD tam bir ekonomik durgunluk yaşıyor. Bu merkezlerde finansal mekanizmanın durumu da son derece önemli. Kriz zaten finans düzeyinde başladı ve bu düzeyde oluşan zarar, krizden çıkışı da zorlaştırıyor. Bununla ilgili iki örnek verebiliriz. ABD…
Doğan Tarkan En az 1929 krizi kadar derin olduğu söylenen 2008 krizinde hükümetler serbest piyasayı ve özelleştirmeleri önceleyen bütün neoliberal söylemlerini bir yana bıraktı, batmakta olan bankalara ve şirketlere destek verdi, birçoğunu devletleştirdi. Amerika’da Lehmann Brothers’ın batmasının ardından Amerikan hükümeti 730 bankaya 205 milyar dolar yatırdı. Sadece AIG sigorta şirketine 112,5 milyar dolar yatırıldı. Wells Fargo, J.P. Morgan Chase, Citi Group 25’er milyar dolar alırken, Bank of America 15, Morgan Stanley ve Goldman Sachs 10’ar milyar dolar aldı. Üç büyük otomotiv şirketinden General Motors iflasını ilan etti, Chrysler battı ve Ford ancak büyük desteklerle ayakta kalabildi. General Motors’a devlet tarafından…
Taner Akçam Bu yazı, Kilikya Ermeni Katolikosluğu tarafından 23–25 Şubat tarihleri arasında Beyrut’ta düzenlenen, “The Armenian Genocide: From Recognition to Compensation” konulu uluslararası konferansa tebliğ olarak sunulmuştur. Makale, Emval–i Metruke konusunda hazırlamakta olduğum kitapta yer alacak bazı hususları içermektedir. Raphael Lemkin, soykırım kavramını ilk defa Axis Rule of Occupied Europe kitabında, 1944 yılında tanıttı. Kitap aslında Almanya tarafından işgal edilmiş 17 ayrı devlet ve bölgeye ait, 13 Mart 1938 ile 13 Kasım 1942 dönemini kapsayan 334 kanun, kararname ve yönetmeliğin derlemesidir. Hukuk metinlerinin tanıtıldığı bir kitapta, soykırım kavramının anlatılması… Bu bir tesadüf olamaz.
Şavkar Altınel Bir süre önce başlayan “muhafazakâr sanat” tartışması Yahya Kemal’i bir defa daha gündeme getirdi. Ama bu büyük şair gerçekten muhafazakâr mı? Yahya Kemal’in şiiri belli birtakım tutum ve değerlerle birlikte bir tür “paket” oluşturur. Bu, kesin yargılara yol açmış bir pakettir. Solun gözünde Yahya Kemal’in şiirinin kökleri divan şirindedir, kendisi de bütünüyle Osmanlı kültürüne bağlıdır ve Cumhuriyet Türkiye’sine karşı gizli bir muhalefet içindedir. Böyle “gerici” bir şairin yazdıklarının okunmasını işin başından gereksiz ve hatta zararlı kılmak gibi önemli bir avantaja sahip olan bu görüş Yahya Kemal’in yapıtlarıyla herhangi ciddi bir tanışıklıktan etkilenip değişim tehlikesi geçirmeden günümüze dek gelmeyi…