Şenol Karakaş Sovyet devriminin Lenin’le birlikte en önemli liderlerinden biri olan Troçki, 1935’te sürgündeyken günlüğüne şöyle yazmıştı: “1917 ve 1921 arasındaki dönem dahil, kendi çalışmalarımın ‘yaşamsallığından’ söz edemem. Ama şimdiki çalışmalarım kelimenin tam anlamıyla ‘yaşamsal’. Bu iddiada kendini beğenmiş bir yan yok. Sosyal Demokrat ve stalinist iki Enternasyonal’in çöküşü, bu Enternasyonallerin liderlerinden hiçbirinin çözmek için yeterli donanıma sahip olmadığı bir sorunu ortaya çıkardı. Kendi kaderimin akışı beni bu sorunla karşı karşıya getirdi ve bana bu sorunla başa çıkabilmem için gerekli araçları kazandırdı. Şu anda, yeni bir kuşağı İkinci ve Üçüncü Enternasyonallerin liderlerinden bağımsız olarak devrimci yöntemle silahlandırma görevini yüklenecek benden…
Yazar: Lewoxx
Volkan Akyıldırım Ağustos 1914’te 1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde uluslararası sosyalist hareket büyük bir bölünme ve dağınıklık sürecindeydi. 2. Enternasyonal partilerinin savaşı desteklemesi karşısında Lenin, yeni ve devrimci bir enternasyonalin kaçınılmaz olduğuna inaniyordu. Bolşevik Partisi Merkez Komitesi’nin 1914 sonlarındaki bir bildirisinde şunlar yazıyordu: “Proleter enternasyonal çökmemiştir ve çökmeyecektir. İşçi kitlesi, önündeki engeller her ne olursa olsun, yeni bir Enternasyonal yaratacaktır… Yaşasın bütün ülkelerin burjuvazisinin şovenizmine ve vatanseverliğine karşı işçilerin uluslararası kardeşliği! Yaşasın oportünizmden kurtulmuş bir proleter Enternasyonal!”
Paris’te 1889’da toplanan Uluslararası Sosyalist Kongre, yeni koşullarda kapitalizmin krizine karşı işçi hareketinin ortak mücadele kararını alarak, sonradan 2. Enternasyonal adını alacak olan ‘ikinci dünya partisi’ deneyimini başlattı. Koşullar Sermayenin merkezîleşmesi ve yoğunlaşması süreci 1870’lerle hızlandı. Tekeller tarih sahnesine çıktı. Ulus-devletler yaygınlaşırken, sömürge halkları özgürlük mücadelesini gündemlerine aldı.
Sinan Özbek Ekolojinin bir felsefe sorunu olarak işlenmesi yakın zamanlarda başlıyor. Hans Jonas Sorumluluk İlkesi adlı kitabını 1979’da yayımlamakla hemen birlikte ekoloji etiğinin kurucusu, babası unvanını alıyor. Jonas, gününe kadar gelen etiği “şimdiki zamanla sınırlı olmak ve geleceği hesaba katmamakla” eleştiriyor. Yalnızca bu eleştiri bile, geleceği de konu edinmiş bir disiplin olan Marksizmle hesaplaşmasını zorunlu hale getiriyor. Jonas, kitabının çok önemli bir bölümünü Marksizm eleştirisine ayırarak kendi meşrebince bunu yapıyor. Yazdıkları kendinden sonraki ekoloji bağlamında yapılan Marx eleştirilerinin kaynağı gibi. Kaynakla yapılan tartışma, türevlere de cevap olacağından Jonas ile tartışmayı yeğliyorum.
Olivier Roy Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki halk ayaklanmaları 30 yıllık eski bir model kullanılarak yorumlandı: 1979 İran İslam Devrimi. Köşe yazarları; Müslüman Kardeşler ve yerel muadilleri gibi İslamcı grupların hareketin liderliğine geçeceğini veya iktidarı almak için hazır beklediklerini sanıyordu. Müslüman Kardeşler’in tutukluğu yorumcuları afallattı: İslamcılara ne olmuştu?
İç savaş yaşanan bir ülkede her türlü iktidarın zamanla elinde en çok silah ve asker olanlara geçtiğini, her türlü ilişkinin silah gücüyle şekillendiğini, savaşın kirinin savaşan, savaşmayan ülkedeki herkesin üzerine sıçradığını görüyoruz De Niro’nun Oyunu’nda. De Niro’nun Oyunu Rawi Hage Çeviren: Püren Özgören Everest Yayınları, 2010 Yaz başında yayımlanan Bildiğin Gibi Değil / 90’lı Yıllarda Güneydoğu’da Çocuk Olmak’ın(Metis Yayınları) başlığı ve altbaşlığı kitabı gayet güzel tanımlıyor: Çocukluk ve ilkgençliklerini 90’lı yıllarda Güneydoğu’da geçirmiş olan kadınlar ve adamlar, Güneydoğu’da yaşanan kirli savaşın gündelik hayattaki görünümlerini, bizzat başlarına gelenler ve tanıklıkları üzerinden anlatıyor.
Chris Harman Slavoj Zizek, Sebastian Budgen ve Stathis Kouvelakis tarafından derlenen kitabı Cumhur Atay’ın çevirisiyle Otonom Yayıncılık tarafından yayımlandı. 2009 yılında kaybettiğimiz Chris Harman kitap üzerine bir eleştiri kaleme almıştı. Harman’ın eleştirisini Melih Mol çevirdi. “Lenin adı bizler için tam da şimdi acil bir gereklilik; çünkü artık çok az sayıda insan kapitalizme karşı mümkün alternatifler üzerine düşünüyor”. Editörler sunuş bölümünde kitabın amacını böyle açıklıyor ve doğrusu bu, takdire şayan bir amaç. Editörlerin de belirttiği üzere, Marx çoktan akademinin moda konularından biri haline geldi, ancak yine de Marx dünyayı değiştirmek üzere yapılan her planın dışına itildi.
Şenol Karakaş Savaş, bombardıman ve ölüm, Kürt sorununda yine tercih edilen “çözüm” yöntemi olmuş gibi görünüyor. Hükümet, Silvan olaylarının ardından, sınırötesi harekâtlara başladı, Kandil bombalanıyor. Öte yandan, PKK’nin düzenlediği eylemlerde çok sayıda asker ve polis öldürüldü. Belli ki, şiddet, bir süre daha hüküm sürecek. Böylesi dönemlerde, yeni siyasî saflaşmaların oluşması, bu saflaşmaların bir önceki döneme göre sert biçimler alması anlaşılabilir. Anlaşılır olmayan, batıda, savaşın tırmanmasının sorumluluğunu Kürt özgürlük hareketine yıkan güçlü bir eğilimin şekillenmesi. Birdenbire, her şey unutuldu. Silvan saldırısı Milat oluverdi. Silvan olmasaydı, tüm sürecin güllük gülistanlık olduğunu yönündeki bu eğilim, çelişkili bir ruh halini yansıtıyor: Gerçek bir barış…
Cengiz Alğan Soldan siyaset üretenlerin 12 Eylül darbesi sonrası Türkiye siyasetine sunduğu en etkileyici, en somut, en çok tartışma yaratan kampanya, şüphesiz, “Yetmez ama Evet” kampanyasıydı. Anayasa değişiklik paketi oylaması öncesi kampanyayı başlatanların imzaya açtıkları metin şöyleydi: “12 Eylül Anayasası’ndan ve ruhundan tümüyle kurtulmamızı sağlayacak yeni bir anayasa istiyoruz. Mevcut Anayasa değişiklik paketi 12 Eylül Anayasası’ndan tümüyle kurtulmak yönündeki taleplerimizi karşılamıyor. Ama bu paket darbe anayasasının çöpe atılması yönünde önemli bir ilk adımdır. Bu yüzden YETMEZ AMA EVET!”
Besim F. Dellaloğlu Türkiye çok önemli bir kriz yaşıyor: Siyasal modernleşme ile toplumsal modernlik arasındaki derin çatışmayı! Türkiye, modernleşmeden modernliğe doğru geçişin krizini yaşıyor. Çok derin bir kriz. 12 Mart darbecilerinin dediği gibi “toplumsal uyanış devletin kontrolünü aşıyor” artık. Türkiye’nin modernleşme, modernleştirme, hatta bir türlü modernleşememe serüveninin akıllı, vicdanlı, yürekli bir muhasebesini yapma zamanı geldi, geçiyor.