Atilla Dirim Gettolar ve toplama kampları hakkında çok şey yazılmıştır. Yazılanlar genellikle insanların en korkunç yöntemlerle nasıl öldürüldüğü üzerinde yoğunlaşır. Oysa gettolarda ve toplama kamplarında özellikle vasıflı işçiler öldürüldükleri güne kadar çalıştırılıyordu. Emeklerinin karşılığında ellerine geçen genellikle biraz daha fazla yaşama fırsatı, bazen de çok cüzi miktarlarda da olsa kendilerine ödenen ücretti. Bu “ölüm paraları”nın çeşitli amaçları vardı. Nazilerin 1933 yılında iktidarı almalarının, başta Yahudiler olmak üzere azınlıklar, komünistler, sosyal demokratlar, sendikacılar ve tüm muhalifler üzerinde ölümcül bir etkisi oldu. Önce, Yahudileri günlük hayattan soyutlayan antisemit kanunlar çıkartıldı. Yahudilerin günlük hayatlarını sürdürmek için yaptığı alışveriş gibi en sıradan faaliyetler bile…
Yazar: Lewoxx
Sefa Kaplan Mimarı Sinan, bestekârı Itri, şairi Şeyh Galip, meczubu Neyzen Tevfik olan İslam, çok değil 150-200 yıl içinde gecekondudan beter camilerin dini haline geldi. Yunus Emre’den Pir Sultan’a, Hacı Bayram’dan Hacı Bektaş’a tasavvufun zirvelerine omuz vermiş bir kültür nasıl oldu da sadece gösterişi öne çıkartan beş yıldızlı otel iftarlarına, “komşusu açken” lüks jiplerde hava atanlara mahkûm oldu? Birkaç hafta önce yaptığımız bir Ankara yolculuğunda şahit olduk: ‘gecekondu camiler, cami benzeri ticarethaneler’ biraz daha mesafe almış görünüyor. Daha cami bile yapılmadan altına bir süpermarket açıp işletmeye kadar varmamıştı iş. Ama bu da oldu işte…
Ronald Grigor Suny Ron Suny, Michigan Üniversitesi’nde Eisenberg Tarih Araştırmaları Enstitüsü’nün müdürü ve Siyasî Bilimler ve Tarih profesörü. Ailesinin bir yanı Rusya, bir yanı Diyarbakır ve Yosgat kökenli oIan Suny, geçtiğimiz altı ayı Türkiye’de geçirdi, Türkçe öğrendi, doğu vilayetlerini gezdi. Bu yazıyı AltÜst için kaleme aldı. On yılı aşkın süredir, Ermeni, Türk, Kürt ve başka milletlerden oluşan bir grup akademisyen bir dizi çalıştay kapsamında toplanıp bildiriler sunarak ulaştıkları sonuçları paylaşıyor, 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan trajik olayları tartışıyor.
Erol Köroğlu Yukarıdaki akademik ya da belki “entel” kokulu ve okuru korkutma olasılığı yüksek başlığı özellikle seçtim. Bu seçimin iki nedeni var: Birincisi, gerek “idoloji,” gerek bunu açıklamaya yönelik “kimliklenme ideolojisi” (ya da, “kimliklenme süreçleri bilgisi/çalışmaları”) kavramları bu yazıda üzerinde duracağım bir kitabın, Ayhan Kaya’nın Ocak 2011’de İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de Çerkesler: Diasporada Geleneğin Yeniden İcadı’nın özgün önerileri. İkincisi, Ayhan Kaya’nın aslında 2001-2003 arasında yaptığı sosyal antropolojik bir araştırmaya dayanan bu kitabı, Türkiye’de pek korkulan bilimsel/akademik yaklaşımın, geçmişten gelip bugünü belirlemeye devam eden sosyo-politik ve kültürel sorunlara ya da belki daha doğru bir deyişle Türkiye’deki hayata sağlam ve…
Roni Margulies Dünyada en çok Müslüman’ın yaşadığı ülke olan Endonezya’da, Komünist Partisi 1960’lı yılların ilk yarısında Sovyetler Birliği dışında dünyanın en büyük komünist partisiydi. General Suharto önderliğindeki silahlı kuvvetler 1965 yılında partiyi imha ettiğinde yaklaşık 500.000 komünistin katledildiği tahmin ediliyor. Gerçek rakamın 2 milyona yakın olduğunu iddia edenler de var. Böylesine kitlesel bir komünist partinin bulunduğu Endonezya’nın nüfusu 238 milyon. Nüfusun %86’sı Müslüman. Hasan Raid, 1965 katliamından kurtulan bir komünist. On yıl önce yazdığı Bir Komünistin Mücadeleleri adlı anılarında şöyle der:
Ayşin Altun Câdûların elinde etme beste Öldür beni koyma böyle haste Şeyh Galip Küçücüktük ve dünyayı öğrenmeye çalışıyorduk. Neydi bu dünya? Nasıl yaşardı insanlar? Sorular sorduk, masallar dinledik. Masallardan öğrenirdik ağaçları, ismini hiç duymadığımız hayvanları, iyiliği, kötülüğü, dostluğu, düşmanlığı. Kocaman ormanları, ormanda yaşayan tavşanları, kurtları, kuzuları hep masallarda tanıdık. Hiç sorgulamadan yıllarca dinledik anlatılanları.
Zülfü Dicleli 1960’lı ve 70’li yıllarda bizleri siyasete çekmiş olan sosyalizm fikri bugünkü kuşağa pek o kadar cazip gelmiyor. Ve bu, bütün dünyada böyle. Bazı arkadaşlarımız, büyük bir iman gücüyle, bunun geçici bir olgu olduğunu ileri sürse de, sosyalizm 19. ve 20. yüzyıllara özgü bir fikir olarak kalmaya mahkûm gibi görünüyor. Öyleyse, sosyalizm fikrinin yeri nasıl doldurulabilir? Sosyalizm bizim için uğruna her türlü fedakârlığın göze alınabileceği bir amaçtı. Aldık da. Niçin? Çünkü sosyalizmin insanlığın daha iyi bir dünyada yaşama özlemine yanıt vereceğine inanıyorduk. Yani sosyalizm bir araçtı, insanlığı daha iyi bir dünyada yaşama amacına götürecek bir araç.
Atilla Dirim Bugün Balkanlar olarak bilinen bölge, tarihin hemen her devrinde büyük güçler arasında bir sınır, bunun ötesinde de bir geçiş noktası oluşturdu. Roma İmparatorluğu batı ve doğu olmak üzere ikiye ayrılınca, bu iki büyük güç arasında sınır teşkil etti. Haçlı seferleri Balkanlar üzerinden yola çıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’da ele geçirebildiği toprak parçasını, dolayısıyla Avrupa’nın geri kalan kısmıyla Osmanlı arasındaki sınırı oluşturdu. Ortaçağda haçlı seferlerinin rotası üzerinde bulundu, Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa’nın kalan kısmı arasında, Osmanlı egemenliğinde olmak üzere bir sınır teşkil etti. Avrupa’nın ortalarından esen milliyetçilik rüzgârlarının etkisinin altına girmesiyle birlikte de, tabiri caizse, cadı kazanı gibi fokur fokur…
Aydın Yıldırım Modernizm ve modernleşme kavramları ne zaman karşıma çıksa aklıma Charlie Chaplin’in 1936 yapımı ‘Modern Times’ (Modern Zamanlar) filminin o ünlü sahneleri gelir. Şarlo dönen büyük çarkların, devasa disklerin arasında cıvataları sıkmaya, somunları sağlamlaştırmaya çalışıyor, sıkışmak pahasına. Makineleşmeyle beraber bir işçinin bir yandan ürettiği ürüne nasıl yabancılaştığını, bir yandan sermayenin nezdinde nasıl bir yedek parçaya dönüştüğünü, makineleştiğini, robotlaştığını sinemanın muhteşem diliyle özetliyor Şarlo. Bu bağlamda modernleşmeyi kapitalistleşme olarak nitelendireceksek, bu kavramı sermayenin başta üretim ilişkileri olmak üzere hayatın her alanına nüfuz etmesi olarak ele alabiliriz.
Mike Haynes Dünyada milyarlarca insan yeterince gıda bulabilmek için mücadele ediyor. Mike Haynes, problemin üretim eksikliği veya nüfus artışı değil, kâr tarafından yönlendirilen sistemin bizzat kendisi olduğunu anlatıyor. Küresel gıda fiyatları, 2008 yılında kırılan rekorları aşarak bu yıl yeni rekorlar kırdı. Dünyanın yaklaşık bir milyar insanın aç olduğu yoksul bölgelerinde, bu bir ölüm kalım meselesi. Sebebi basit: Yaşamak için yiyebilmemiz gerek. Bu nedenle gıda fiyatları, Ortadoğu’daki ayaklanmalarda olduğu gibi, siyasî bir barut fıçısı oluşturuyor. Fiyatlar neden artıyor? Bu sorunun sağcı cevabı, çok fazla insan ve çok fazla talep olması. Doğru değil. İrlanda’da 1840’larda insanlar açlıktan ölürken tahıl ihraç ediliyordu. Aynı…