Ümit İzmen
Türkiye 4+4+4 eğitim sisteminin kızları eve kapatacağını tartışadursun, AB şirketlerin yönetim kurullarında her iki cinsin de dengeli temsil edilmesinin yollarını arıyor. Kadının kadın olduğu için ayrımcılığa uğradığı açık. Her gün kadına karşı şiddetin yeni bir örneğine tanık olmamız, kadına karşı ayrımcılığı unutmamıza engel. Her kesimden, her sınıftan, her milletten kadın, sırf kadın olduğu için bir erkeğin karşılaşmayacağı ilave haksızlıkla karşı karşıya. Fakat bu gerçek, işin sınıfsal boyutunu da unutturmamalı. Bu yazı, Türkiye’de kadının ekonomik hayata katılımında bazen gözden kaçabilen eğilimlere dikkat çekmek için yazıldı.
Kadınların işgücüne katılımı ve kentleşme
Türkiye’de kadının ekonomik hayata katılımı çok sınırlı. İşgücü, çalışabilir yaşta olup da çalışan ya da iş arayanları kapsıyor. İşgücüne katılma oranı ise, işgücünün toplam nüfusa oranı. Bu oran Türkiye genelinde zaten düşük. Türkiye’de %50; dünya ortalaması ise %65.
Bekleneceği gibi, dünya genelinde kadınların işgücüne katılma oranı erkeklerin gerisinde. Dünyada erkeklerin işgücüne katılma oranı %78, kadınların ise %52. Türkiye’de ise aynı oranlar %70 ve %24. Yani dünya genelinde erkeklerin işgücüne katılma oranı kadınların 1.5 katı; Türkiye’de ise üç katı. Kadınların ve erkeklerin işgücüne katılma oranları arasındaki fark genelde Arap ülkelerinde yüksek. Ancak Türkiye’deki fark, Tunus, İran, Katar, Bahreyn, BAE gibi ülkelerden de daha kötü. Galiba daha kötü olan sadece Suudi Arabistan.
Bir başka çarpıcı bilgi daha: Kadınların işgücüne katılımı Türkiye’de artmıyor. Hatta 2002’de %28 olan oranın, küresel krizin etkili olduğu 2008 yılına kadar azaldığını ve %24’e gerilediğini görüyoruz.
Küresel krizle birlikte kadınların işgücüne katılımının artması, gelecek korkusuna kapılan kadınların iş aramaya başlamasından kaynaklandı. Eşlerinin işlerini kaybetmesi ya da işsiz kalması korkusu, daha önce iş aramayan ve bu nedenle işgücü içinde sayılmayan kadınların iş aramasına yol açtı. Bunun sonucunda 2007 yılında kadınlar arasında %17 olan tarımdışı işsizlik oranı 2009 yılında %22’ye yükseldi.
Kadınların işgücüne katılımındaki düşük seviye, son 4+4+4 tasarısında olduğu gibi bazı kestirme ve basmakalıp yorumlara da yol açmamalı. Mesele dinî gerekçelerle kadınların eve hapsedilmesi değil. Rakamlara biraz daha yakından bakınca, Türkiye’deki toplumsal dönüşümün izlerini görmek mümkün.
Türkiye’de tarım önemli bir istihdam alanı. İstihdam verilerinin toplanmasında kullanılan yöntem gereği, tarımsal alandaki kadınların büyük bölümü istihdam edilmekte olarak kabul ediliyor. Köyünde, kendi bahçesinde, tarlasında çalışan kadın, “çalışanlar” arasında sayılıyor. Aynı aile kırsal alandan kentsel alana taşınınca, kadın artık kentte iş tutamaz hale geliyor ve bir anda işgücü istatistiklerinden düşüyor. Bu da kentlere göç devam ettikçe, kadınların işgücüne katılma oranının azalmasına yol açıyor.
Rakamlara ayrı ayrı baktığımızda durum daha net görülüyor. Kadınların işgücüne katılımı kentlerde kırsal alandan daha düşük olsa da bu oran düzenli olarak yükseliyor. 2000 yılında %17’den şimdi %25’e çıktı. Bu durumu aşağıdaki grafikte takip edebiliyoruz. Yani kadınların işgücüne katılım oranında genele bakarak gördüğümüz düşüşün nedeni, kadınların daha fazla eve kapanıyor olması değil, Türkiye’nin tarım ülkesi olmaktan çıkması ve tarımdan boşalan işgücünü başka alanlarda istihdam edememesi.
Okuması yazması olmayan kadınlar tarımda çalışabiliyorken, bu kadınların kentlerde yapabileceği işler çok sınırlı. Dolayısıyla, tarımdan sanayi ve hizmetler sektörüne geçiş devam ettiği sürece, kadınların işgücüne katılma oranı yükselmeyecek. Yani burada, ekonomik ve sosyal dönüşümle iç içe girmiş ve bu dönüşüm devam ettikçe sürecek olan bir sorun var.
Eğitim seviyesine göre istihdama katılım
Aşağıdaki grafikten de görüldüğü gibi, kadınların işgücüne katılımı ile eğitim arasında yüksek bir ilişki var. Eğitim seviyesi yükseldikçe kadınların istihdama katılımı artıyor ve kadınla erkek arasındaki mesafe kapanıyor. Üniversite mezunları arasında işgücüne katılma oranı erkeklerde %82, kadınlarda %70; okuma yazma bilmeyenlerde ise, erkeklerde %40, kadınlarda %5. Yani kadınların çalışmasının yolu eğitimden geçiyor.
Eğitimsiz kadının kentlerde eve kapanmaktan başka şansı yok. Eğitimsiz yapılabilecek işler çok az. Olduğunda ise, çok düşük ücret karşılığında ve çoğu kez kayıtdışı. Kadının şehre taşınması, köydeki kadının sahip olduğu toplumsal dayanışma mekanizmalarından da dışlanması anlamına geliyor. Toplumsal işbölümünün kadına dayattığı işler, kentteki kadının çalışmasının önüne dikilen yeni engeller oluyor. Yaşlıların ve çocukların evde bakılması zorunluluğu kadını eve kapatıyor. Elde edilebilecek ücretle karşılaştırınca, yaşlı ve çocuk bakımı çok pahalı. Çalışma saatleri çok uzun. Yarı zamanlı iş yok gibi bir şey. Ulaştırma hem çok pahalı, hem de çok yorucu.
Bu nedenle kırsal kesimden kente gelen eğitimsiz kadın ya evde kalıyor ya da çalışırsa ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor. Kentlerde eğitimsiz kadınların %30’u ücretsiz aile işçisi; yani muhtemelen kocasının, babasının, erkek kardeşinin zoruyla ona yardım etmek üzere çalışan ve bunun karşılığında bir ücret geliri olmayan kadınlar. Bekleneceği gibi, yüksek öğrenim görmüş kadınlarda ücretsiz aile işçisi olarak çalışanların oranı sadece %1.
Eğitim seviyesi yükseldiğinde kadının istihdamdaki konumunun hızla yükseliyor olması şu sıralarda sürmekte olan eğitim tartışmasında, aslolanın kadının eğitim almasının önündeki her türlü engelin ortadan kaldırılması olduğunu gösteriyor. Bu engel ister ulaştırma, barınma imkânları olsun, ister başörtüsü. Tartışılması ve mutlaka işe yarar çözüm bulunması gereken mesele bu. Çünkü daha baştan eğitime erişimde kadınlar engelle karşılaştıkları sürece, hayatın diğer alanlarında bu eşitsizliğin ortadan kaldırılabilmesi mümkün değil.
Cam tavanı kimler delebiliyor?
Ancak bazı kadınlar diğerlerinden daha şanslı. Eğitime erişimlerinde de, ekonomik hayata katılımlarında da sorun yok gibi duruyor. Ama kadını kadın olduğu için ikincil pozisyonda bırakan kurallar yine de işlemeye devam ediyor.
Belli ki eğitim sihirli değnek değil. Eğitime erişimin sağlanması, kadınların iş hayatında yeterince yer almasının bir garantisi değil. Hele ki üst pozisyonlar. Kadınlar memur ve hatta orta kademe yönetici olabiliyor, ama üst yönetici olamıyor. Cam tavan olarak adlandırılan bu durum Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada da bir sorun.
Oysa kadının üst yönetimde olması şirketlerin performansını olumlu etkiliyor. Çünkü kadın bakış açısı, erkeklerin göremediği farklı imkânların görülmesini sağlıyor. Çeşitlilik kârlılığı artırıyor. McKinsey tarafından yapılan bir araştırmaya göre, tüketim harcamalarının %70’inde kadınlar karar veriyor. Yine aynı çalışmaya göre, yönetim kurullarında üç ya da daha fazla sayıda kadın olan şirketlerin kârlılığı ve diğer finansal göstergeleri diğer şirketlere göre daha yüksek oluyor.
Kadınların yönetici olması şirketlerin kârlılığını artırıyor olmasına rağmen, yine de şirketlerde kadın yönetici oranı düşük. Avrupa Birliği 2015’te yönetim kurulunda kadın oranını %30’a yükseltmeyi hedef koymuş. Bu amaçla Avrupa Birliği’nin adalet komiseri geçen sene şirketlere bir çağrı yapmış. Ama şimdiye kadar sadece 24 şirket bu çağrıya olumlu cevap vermiş. Avrupa Birliği şimdi bu konuda bir yasal zorunluluk getirelim mi diye bir tartışma açmış; tartışmanın sonuçlarına göre karar verecek.
Kadınların işgücüne katılımında Türkiye ve AB arasında çok ciddi bir fark olmasına rağmen, şirket yönetiminde aynı fark gözükmüyor. Hatta Türkiye’de şirket ne kadar büyükse, kadın-erkek farkı o kadar küçülüyor.
Halka açık büyük şirketlerde yönetim kurulu başkanı kadın olan şirketlerin oranı Türkiye’de %10. Avrupa Birliği’nde ise bu oran %3. Bu şirketlerde yönetim kurulu üyeleri arasında kadın oranı Avrupa Birliği’nde %12, Türkiye’de ise %10. Küçük şirketlerde ise durum, bekleneceği gibi, birden bozuluyor: Küçük şirketlerde, Avrupa Birliği’nde %33’e çıkan kadın yönetici oranı Türkiye’de tersine % 7’ye düşüyor.
Kadınlar Türkiye’de daha iş hayatına girişte ciddi bir engelle karşılaşıyor. Bu engeller bütün çalışma hayatı boyunca devam ediyor. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar camdan tavanı bir türlü aşamıyorlar. İMKB’deki şirketlerin yarısının yönetim kurullarında hiç kadın yok. Olanlar da aile şirketlerinde yer alan hissedar kadınlar. Bu durumda miras hukukunun da katkısını hesaba katmak gerekiyor. Belli ki kadının yönetim kurulunda söz sahibi olması, ailede bir erkek alternatifinin bulunmaması durumunda gündeme geliyor.
Bağımsız inisiyatifin önemi
Kadınlar arasındaki sınıfsal farklılıklar kadınların dertlerinin de birbirinden dünyalar kadar uzak olmasına yol açıyor. En alttakilerde kadının derdi öncelik şiddetten korunmak olurken, en üsttekiler için yönetim kurullarında eşit temsil oluyor. Bu farklılığa şu son birkaç haftada bir kez daha şahit olduk. Ama her iki alandaki mücadelede de kadınlar istediklerini tam alamadı.
Bir yanda kadınların yönetim kurullarında yer alma mücadelesi Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) kararına dönüşmedi. Diğer yanda ise Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması yasası, kadın örgütlerinin istediklerini karşılamadı. Çünkü her iki durumda da talepler, karar alma mekanizmalarını elinde bulunduran erkekler tarafından değerlendirildi.
TÜSİAD bu durumun farkında olduğu için mi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü mesajında kullandığı imajı seçti bilemiyorum. Mesajda “Tek kanatla geleceğe uçamayız” ifadesine eşlik eden fotoğrafta kadın balerin bırakın geleceğe uçmayı, sıçramak için bile bir erkeğin eline ihtiyaç duyuyor.
Kadın haklarında sınıfsal farklılığın gözden kaçırılmaması gerekiyor. Farklı alanlardaki sorunlar sınıfsal boyutları nedeniyle tek bir çerçevede düşünülemeyecek kadar farklılaşmış olabilir. Şirket yönetim kurulunda kadın oranı ile işyerinde kreş açılması meselelerini eşit ölçüde dert edinen bir mücadele hattı oluşturmak imkânsız olabilir. Ama, sınıfsal boyutun en baskın olduğu durumlar da dahil, her durumda bağımsız kadın inisiyatifine dayanan bir çaba hayatî önem taşıyor. Eşitlik talepleri ayrıcalıklı olanlar tarafından değerlendirildiği sürece de bağımsız inisiyatifin hayatî önemi devam edecek.
İki kanatla uçmamıza daha çok var.