Vahap Coşkun
Uzun süreden beri Türkiye “yeni anayasa” mevzuu üzerinde konuşuyor. Siyasî partiler, sivil toplum örgütleri, akademisyenler, gazeteciler, velhasıl hemen herkes, söz anayasaya geldiğinde, Türkiye’nin mevcut anayasa ile yönetilmesinin imkânsız olduğunu ifade ediyor ve yeni bir anayasa talep ediyor.
1982 Anayasası
Peki, bu yeni anayasa ihtiyacını doğuran nedir? Farklı toplumsal grupların anayasanın yenilenmesi gereğin üzerinde uzlaşmasının altında hangi sebepler yatıyor?
Bana göre temel neden, 1982 Anayasası’nın özgürlük ve hak karşıtı bir öze sahip olmasıdır. Beş darbecinin ürünüdür bu anayasanın orijinal metni, bir garnizon talimnamesini andırır. Toplumu bütünüyle baskı altına alan böylesi bir metnin uzun bir süre varlığını devam ettirmesi mümkün değildi. Nitekim cuntanın şiddetinin -göreli olarak- azalmaya başladığı andan itibaren, toplum bu anayasanın değiştirilmesine yönelik taleplerini dillendirmeye başladı. Anayasa 1987’den bugüne 17 kez değiştirildi (biri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi) ve bu değişikliklerde Anayasa’nın birçok maddesi yeniden düzenlendi. Gerçi bu değişiklikler Anayasa’nın elinin yüzünün biraz düzeltilmesini sağladı, ama Anayasa’yı çoğulculaşan ve farklılaşan Türkiye toplumunun taleplerini karşılayabilecek bir seviyeye getirmedi.
Anayasaları değerli kılan, bireylerin hak ve özgürlüklerini teminat altına alması, onları -başta devlet olmak üzere- baskı odaklarına karşı koruması ve problemlerin barış içerisinde çözümüne katkıda bulunmasıdır. Oysa 1982 Anayasası, devleti önceleyen -hatta kutsayan- yapısıyla, bireyleri ve onların özgürlüklerini korumakta aciz kalıyor ve toplumsal gerilimlere neden oluyor. Bu Anayasa, toplumsal sorunlara çözüm için bir zemin sağlamak yerine, sorun üretiyor ve hatta giderek kendisi sorun haline geliyor. Bu nedenle 82 Anayasası 82 Anayasasının toplumsal itibarını her geçen gün düşüyor ve bir meşruiyet krizi baş gösteriyor. Meşruiyet krizi, toplumsal sözleşme niteliği taşıyacak “yeni anayasa”yı ihtiyaç haline getiriyor.
Yeni Anayasa
Peki, “Yeni Anayasa” ne demektir? Anayasa’nın yeniden kaleme alınması ve gerekli hukukî prosedürleri tamamlayarak yürürlüğe girmesi onu “yeni” yapar mı?
Bence yapmaz. Bir anayasa metninin gerçekten “yeni” olarak nitelendirilebilmesi için başlıca iki özelliği birlikte ihtiva etmesi gerektiğini düşünüyorum:
Birincisi, anayasanın, kendisinden önceki anayasadan farklı bir siyasal felsefeye dayanmasıdır. Siyasal felsefe belirleyicidir. Çünkü anayasaların birçok işlevi vardır: Anayasalar, hem devlet hem de toplum için bir düzen öngörür; devleti yetkilendirip bireylerin ve grupların hak ve özgürlük alanlarını belirler, toplumun önüne hedefler ve idealler koyar ve rejimi meşrulaştırır.
Bütün bu işlevleri yerine getirirken, bir anayasanın nasıl bir siyasal felsefeye sahip olduğu, hangi değerler ve ilkelerden hareket ettiği önemlidir. Bir anayasanın siyasal felsefesinin ne olduğunu ise, “başlangıç ilkelerine” ve -varsa- değiştirilemez nitelikteki hükümlerine bakarak anlamak mümkündür. Başlangıcında atıf yaptığı ilkeler ve değiştirilemez vasfını bahşettiği değerler, herhangi bir anayasanın istikametinin ne olduğunu ortaya çıkarır. Bu bağlamda bir değerlendirilme yapıldığında 82 Anayasası için şunları söyleyebiliriz: Bu anayasa,
- devleti yücelten,
- devletin bekasını birincil politik değer olarak kabul eden,
- yekpare bir toplum yaratmayı amaçlayan,
- ideolojik olarak dayatmacı ve
- anti-özgürlükçü bir felsefe üzerine inşa edilen bir anayasadır.
Amaç olarak insan
Dolayısıyla, eğer murat yeni bir anayasa ise, yapılması gereken bellidir: Yeni anayasayı 82 Anayasası’nın karşıtı bir felsefeyle kaleme almak. Daha açık bir anlatımla, yeni anayasa:
- amaç olarak insanı görmeli,
- insanın hak ve özgürlüklerini temel değer addetmeli,
- toplumdaki çoğulculuğu tanımalı,
- topluma herhangi bir ideolojiyi dayatmamalı,
- özgürlüğü esas almalıdır.
Ancak bu bakış ile hazırlanan ve bütün maddelerini bu bakışa uygun bir şekilde kaleme alan bir metnin “yeni” olduğundan söz edilebilir.
İkincisi, yeni anayasanın Türkiye toplumunun kadim sorunlarına yapısal ve demokratik çözümler üretilmesi için bir zemin oluşturmasıdır. “Zemin oluşturma” derken kastedilen şudur: Türkiye’de anayasa fetişizmi yapmaktan, yeni bir anayasanın her derde derman olacağı intibaını uyandırmaktan uzak durmak gerekiyor. Zira çok iyi biliyoruz ki hiçbir anayasa toplumsal sorunları kendiliğinden çözmez. Yazımında hak ve özgürlüklerin üzerinde titizlikle durulsa da, son derece dikkatli ve iyi bir dille yazılsa da, anayasalar toplumsal sorunları tek başlarına ve kendiliğinden bir çözüme ulaştıramaz. İyi bir anayasa, problemlerin tartışılacağı ve müzakere edileceği demokratik bir ortamı yaratan anayasadır; toplumsal meselelerin çözümü ancak bu demokratik zemin üzerinde demokrasi içinde mümkün olabilir.
Bu bağlamda sorulması gereken soru, yeni anayasanın öncelikle odaklanması gereken sorunların hangileri olduğudur.
Vesayet sistemi
Hiç şüphesiz, hassasiyet arz eden ve bir an önce üzerine eğilinmesi gereken çok sayıda fay hattı var; mesela vesayet rejimi, din-devlet ilişkilerinin sorunlu yapısı ve Kürt meselesi, ilk akla gelen konulardır.
Yeni anayasa, Türkiye’deki vesayet sistemini tamamen tasfiye etmeyi gaye edinmelidir. Son dönemlerde yapılan bir takım yasal ve anayasal değişikliklerle vesayet sisteminin geriletildiği doğrudur; ancak halen hem anayasa da hem de yasalarda vesayet sistemine dayanak oluşturan düzenlemelerin bulunduğu ve bu düzenlemelerin gün geldiğinde çok rahatlıkla halka karşı kullanılabileceği unutulmamalıdır.
Bu nedenle yeni anayasa, vesayet sistemini bütünüyle sona erdirmeyi ve Türkiye’nin “tam bir demokrasi”ye dönüşmesini sağlamayı hedeflemelidir. Anayasa, güçlü bir sivilleşeme düşüncesine yaslanmalı ve kamu adına verilecek bütün kararların sadece halkın tercihi ile işbaşına gelmiş siyasî aktörlerce alınabileceğini -hiçbir şüpheye yer vermeyecek açıklıkta- hükme bağlamalıdır. Anayasa’da, ordunun ve emniyet güçlerinin, hükümet ve parlamento tarafından etkin bir şekilde denetimini sağlayacak mekanizmalara yer verilmeli ve üniformalı bürokratlara imtiyaz kazandıran ayrı hukuk düzenlerinin varlığı bitirilmelidir.
Din-devlet-birey ilişkileri özgürlük ekseninde yeni bir düzene kavuşturulmalıdır. Bireyin onurlu bir şekilde yaşaması için, dinî inanç ve pratiklerini yerine getirebileceği sosyal, hukukî ve siyasî bir çerçevenin oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Anayasa hem devleti bütün inançlara karşı yansız bir pozisyona koyarak ve hem de -inanan ve inanmayan- herkesin eşit bireyler olarak yaşamalarını sağlayacak haklara yer vererek adil bir hukukî ve toplumsal düzenin zemini oluşturabilir. Herhangi bir dine mensup bireylerin ifade özgürlükleri, örgütlenme özgürlükleri, dinî eğitim hakları ve çalışma hakları anayasal garanti altına alınmalı, böylelikle dindar bireyler ile dinî gruplar ve cemaatler üzerindeki yasaklayıcı düzenlemelere karşı bir güvence oluşturulmalıdır.
Kürt meselesi
Yeni anayasa ve Kürt meselesi arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Çünkü Kürt meselesini çözmeyi amaçlayan hükümlere yer vermeyen bir anayasa “yeni” olarak nitelendirilmeyeceği gibi, özgürlükçü bir anayasanın sağlayacağı demokratik zemin olmadan da Kürt meselesi çözülemez. Kürt meselesi, artık ertelenebilir veya geciktirilebilir bir mesele değildir. Yapılan bütün araştırmalar, bu meselenin devlet ile Kürt vatandaşlar arasındaki bir mesele olmaktan çıktığını, farklı etnik kimliklere mensup bireyleri karşı karşıya getirme olasılığı yüksek bir toplumsal meseleye dönüştüğünü gösteriyor. İdare etme yoluna gitmek, atılması lazım gelen adımları atmaktan imtina etmek, mütereddit davranmak ve gecikmek toplumsal dokuyu zedeliyor, taleplerin giderek yükselmesine ve sorunun derinleşmesine neden oluyor. Bu nedenle kaybedecek vakit yok.
Etnik içerikli sorunların çözümü noktasında her ülkenin deneyimi farklıdır; dolayısıyla bir ülkedeki çözüm birebir bir başka ülkede uygulanamayabilir. Ama benzer sorunları yaşayan ülkelerin yaşadıklarından, onların sorunu çözmek için kullandığı deneyimlerden, yöntemlerden yararlı dersler çıkarabilir. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki deneyimler, etnik kökenli sorunlarda üç tür talebin öne çıktığını gösteriyor: Bunlar kültürel hakların tanınması, temsilde adaletin sağlanması ve özyönetim talepleridir.
Türkiye’de Kürtlerin taleplerinin de bu üç alanda yoğunlaştığını söylemek mümkündür. Kültürel haklar bahsinde Kürtler
a) Anayasanın etnik bir kimliğin (Türk) hakimiyeti ve diğerlerinin de ona tabiyeti üzerinden kurgulanmasından vazgeçilmesini istiyor. Gerçek anlamda bir çoğulculuğun anayasaya yansıması ise “etnik tarafgirliğin reddedilmesini” gerektirir. Bunun anlamı, yeni anayasanın hiçbir maddesinde etnik imanın bulunmaması, vatandaşlığın etnik kimlik üzerinden tanımlanmaması ve hiçbir düşünceye (Atatürk milliyetçiliği, Kemalizm gibi) diğer düşünceler karşısında bir üstünlük tanınmamasıdır.
b) Kültürel çeşitliliğinin tanınmasını ve kültürel hakların anayasal garanti altına alınmasını istiyorlar. Bunun öncelikli şartı ise, anadilinde eğitimin ve kamu makamlarıyla kurulacak ilişkide anadilinin kullanılmasının anayasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Herkes, eğitimin bütün süreçlerinde anadilinin kullanabilmeli ve resmî ilişkilerinde anadilinde hizmet alabilmelidir. Bu bağlamda Kürtlerin çoğunluk olduğu bölgelerde Kürtçenin ikinci bir resmî dil olarak kabul edilmesi talebi, meşru bir talep olarak ortaya çıkmaktadır.
Siyasî temsil noktasında Kürtler, siyasî partilerin hareket alanının genişletilmesini, parti kapatmalarının zorlaştırılmasını, %10 barajı ile engellenmemeyi ve siyasî iradelerinin parlamentoya adil bir şekilde yansımasını talep ediyorlar.
Özyönetim konusunda ise, yönetimde daha etkin olmayı ve haklarında verilecek kararların oluşum sürecine kendilerinin katılacağı bir idarî-siyasî yapılanmayı dillendiriyorlar. Burada idarî yapının ne olması gerektiği konusunda bir takım farklılıklar bulunuyor. Mesela HAKPAR ve KADEP federasyonu savunurken, BDP demokratik özerkliği savunuyor. Ancak farklı idarî modelleri savunsalar da özünde hepsi, devletin âdem-i merkezîyetçi bir tarzda yeniden örgütlenmesini ve yerel yönetimlere -özerk idarî ve siyasî birimler kurma dâhil- çok geniş yetkilerin tanınmasını içeren politikaları savunuyor. Bu itibarla Kürt meselesini çözmek için yeni anayasada bu taleplerle yüzleşmek ve bu konularda radikal düzenlemelere gitmek gerekiyor.
İmkânsız değil
Türkiye din, dil, etnik köken, mezhep, sınıfsal konum bakımından çok çeşitliliğe sahip bir ülke. Böylesine çeşitli bir toplumun birlikteliğini sağlamak için, Anayasa’nın tüm bu grupların ekonomik, kültürel ve siyasî taleplerini demokratik süreç içinde müzakere etmelerine imkân vermesi ve bu taleplere cevap üretebilmesi gerekir. Böyle bir anayasa yapmak elbette kolay değil, ama imkânsız da değil.