Elif Çelebi
Van depremini takip eden ilk birkaç saat içinde sosyal medya paylaşımlarında daha çok “eden bulur, Allah’ın sopası yok, şehitlerin ahı tuttu” tarzında söylemler kullanıldı. Bu tepkisel yaklaşım sonraki günlerde yerini daha bütünsel bir açıklayıcılık gücüne sahip söylemlere bıraktı. Sosyal medyadaki bu söylem farklılaşması ve çeşitlenmesinin nedenlerinden biri de kendi televizyon programında Müge Anlı’nın söyledikleri ve bu sözler etrafında dönen tartışmalar olabilir:
“Canımız istediği zaman boyuna taş atıyoruz. Kuş avlar gibi dağlarda vuruyoruz. Bir şey olduğu zaman hadi Mehmetçik gelsin, hadi polis gelsin diyoruz. Biraz da dengeleri kuralım.. Zor günlerde ah canım cicim. Sonra kuş avlar gibi avlamayalım bunları. İnsanlar biraz da hadlerini bilsinler demek istiyorum.”
Bu sözler sosyal medyanın tekrar hareketlenmesine ve iki ana başlıkta yorumların artmasına sebep oldu. Bu iki başlık “depreme sevinenler” ve “depreme sevinenleri eleştirenler” olarak özetlenebilir. Bu yazıda, her ne kadar birbirine karşıt görünse de iki başlık altındaki yorumların aynı söylem içinde hapsolduğunu göstereceğim.
Konumlandırma kuramına1 göre, sosyal meseleler hakkında konuşan aktörler sözlerini anlaşılır ve tutarlı kılmak için bir söylemsel inşa sürecine girer. Aktörler sosyal hayat içinde zaten mevcut söylemlerin gücü ve etkisi altında kalmakla beraber, bu söylemleri kullanıp kullanmayacaklarına, hangi durumlarda ve nasıl kullanacaklarına etkin olarak kendileri karar verir. Bu sürece özne konumu adı verilir. Kendilerini ve başkalarını konumlandırırken özneler sosyal hayatın büyük söylemleri (milliyetçilik, hümanizm, vb) arasından seçim yapar ve seçtikleri söylemleri duruma ve şartlara göre kullanır. Yani aktörler hikâyelerini sosyal ve kültürel söylemler içinde belirli bir konum alarak kendileri yazar. Bu bakımdan konumlandırma kuramı sosyal psikolojinin çoğunluk/azınlık ve rol gibi sabit ve değişmez kavramlarına göre daha esnek ve dinamik bir model sunar.
Merhametliyiz, Türk’üz
Sosyal medya ortamlarında aktörler diğerlerinin yazdıklarını kolayca görebilir, paylaşabilir, destekleyebilir ya da eleştirebilir. Bu paylaşım kolaylığı ve sürekli diyalogda olma hali, benzer özne konumlarının oluşmasını kolaylaştırır. Bu noktada, facebook grupları ve ekşi sözlük gibi sosyal forumlarda sıklıkla paylaşılması ve yapılan diğer yorumlarla benzer söylemler içermesi nedeniyle aşağıdaki yoruma bakalım:
“Belediye başkanları çağrıda bulunuyor. İş makinelerini buraya gönderin. Cevap: iş makinalarını yaktınız. Doktorları buraya gönderin; doktorları öldürdünüz. Polis gelsin. Polisi taşladınız. Mehmetçik bize yardım etsin. Mehmetçiği şehit ettiniz; edenlere yardım ettiniz. Para gönderin; gönderdiğimiz paraları belediyeleriniz pkk ya verdi. Ama biz insanız , müslümanız, hain değiliz, merhametliyiz. Türk’üz. Bekleyin geliyoruz.”
Öncelikle burada, çok net ve belirgin biçimde “biz-siz” şeklinde bir gruplararası konumlandırma üretildiğini görüyoruz. Bu konumlandırmada, “siz grubu” üyelerinin hep beraber yaptıkları bir takım faaliyetlerden bahsediliyor, bunların sonuçları ima ediliyor ve son olarak da “siz” konumuna karşı “biz” grubunun özellikleri anlatılıyor. Daha ilk cümlede çağrı yapması için belediye başkanının (valinin veya Kızılay’ın değil) seçilmesi tesadüf değil. Burada ‘belediye başkanı’ konumlandırmasının ne içerdiğini ve neden önemli olduğunu diğer yorumlarda daha net görebiliyoruz:
“%45 oy verdikleri bdp’li belediye kaç tane çadır vermiş onlara? kaç kişiyi enkazdan kurtarmış? çevre illerden gelen bdp’lilerin kaç tanesi yardıma gelmiş kaç tanesi yağmaya gelmiş?”
“van belediye başkanı. bak, yardımı, terörist cenazesinde yanında posterini taşıdığın apodan değil, devletten istiyorsun. anladın mı şimdi?”
Burada yorumcular gerçekliği tasvir etmede istatistikler ve yaşanmış ‘gerçek’ olaylara işaret ediyor.“PKK’ya destek veren bir belediye başkanı ve ona destek veren halk” söyleminde gerçekliğin sorgulanamaz, aksi iddia edilemez, ayan beyan ortada olduğu şeklinde bir strateji kullanılıyor.
Peki, “siz” grubu üyeleri hangi stratejilerle, nasıl konumlandırılıyor ve bu konumlandırmanın pragmatik sonuçları neler? Öncelikle, “siz” grubu üyeleri hayatın birçok alanına nüfuz eden bir kriminallik içinde konumlandırılıyor. “Kaçak elektrik kullanan, vergi vermeyen, kaçak bina yapan, esrar kaçakçılığıyla uğraşan Kürtler” teması diğer yorumlarda da sıklıkla tekrar ediliyor. Terör sözcüğünün Türkiye’de bir etnik grup olarak Kürtlerle özdeşleştirilmesi başta olmak üzere, medyada Kürtleri kriminalize eden haberler de söylemlerde sıklıkla kullanılıyor. Örneğin, medyada yoğun şekilde işlenmiş ve artık dile yerleşmiş olan “polise taş atan çocuklar söyleminde” çocuklar şiddetin faili olarak görülüyor. “Taş atan çocuklar” terör ile ilişkilendirilerek bir korku ve nefret figürü olarak temsil edilirken, çocukların ait olduğu etnik kimlik ima edilerek Van halkının da kriminal bir konumda olduğu vurgulanıyor. Diğer yorumlarda da benzer temalar sıklıkla kullanılıyor. Örneğin, aşağıdaki yorumda Kürtler “yağmacı ve ıslah olmaz bir ırk” olarak tasvir ediliyor:
“Bu insanlar aklıma marmara depremine otobüsler dolusu yağmalamak için gelen kürtleri hatırlatıyor. en kötüsüyse bunlardan birnin enkaz altındaki kadının kolunu kesmeye çalışması. çünkü kadının kolunda bilezikler vardı. düşünebiliyor musunuz, aklınız alıyor mu? enkaz altında bir kadın ve onu kurtarmak yerine kolunu kesmeye çalışıyor! diyeceğim odur ki siz siz olun oh demeyin o kadının yerinde sizde olabilirdiniz. evet onlar yaptı ama bakın şimdi onlar gene kendi yardım tırlarını yağmalayıp kendi kendilerini mahfediyolar. islah olmaz bir ırk kürtler. yazık”
Bu yorumda ıslah olmaz bir ırk olarak tanımlanan Kürtlerin kriminal sicillerine, tam da bağlama uygun olarak “depremde yağmacılık” bütün dramatikliği ve görselliğiyle ekleniyor. Enkaz altındaki kadının kolunu bilezik için kesmeye çalışan numune Kürt canavarlaştırılıyor. Numune Kürtle kalmıyor, Marmara depreminde otobüsler dolusu yağmaya gelenler tabii ki kendileri için gelen yardım kamyonlarını yağmalıyor. Dışsal gerçeklik ve realitenin sunumu, “gerçek” olaylar delil olarak öne sürülerek, bu söylemin kişisel olmadığı, objektif gerçekleri yansıttığı vurgulanmaya çalışılıyor. Bu kriminal söylem o kadar güçlü ki, farklı kişilerce tamamen zıt bir özne konumunda bile rahatlıkla kullanılabiliyor:
“Bir takım kötü şeylerin böyle durumlara alet edilmesi çok saçma. zamanında van’da düşen uçaktaki insanların cesetlerinin civar köylülerce soyulması, kollanırdan bileziklerinin çalınması, marmara depreminde doğudan marmaraya enkaz altından para kaldırma maksadıyla gelenler, yine doğuda askerimize sıkılan kurşunlar, taranan servisler, dökülen kanlar… normal günde terörist, depremde vatandaş olup devletten yardım bekleyenler… işte bu gerçeklerin hiçbirisi orda olan depreme sevinmek için geçerli bir sebep değildir.”
Bu yorumcunun asıl özne konumu depreme sevinenenleri eleştirmek olmasına rağmen şaşırtıcı şekilde ilk yoruma benzer imgeler ve detaylar kullandığını görüyoruz. Fırsatçı bir yağmacılıkla başlayan ve askere sıkılan kurşunla devam eden Kürtlerin kriminal süreci, “normal günde terörist, depremde vatandaş” söylemiyle özetleniyor.
Ölenler masum insanlar olamaz mı?
Bu iki yorumda görüldüğü gibi hem depreme sevinenler hem de bunu eleştirenler aynı söylem içinde hapsoluyor. Benzer şekilde, depremde ölenlere sevinenleri eleştiren bir yorumcu “batıdan gelen öğrenciler, polis, asker, devlet çalışanları, ve masum insanlar”ın varlığına işaret ederek, “biz-onlar” söylemini yeniden üretiyor:
“van’da çoğunlukla kürtler yaşıyor o yüzden oh olsun ölenler de kürt ne güzel” tarzı düşünceye sahip kansızlardır. orda batıdan gelen öğrenciler yaşamıyor mu? polis, asker, devlet çalışanları vs. yok mu? hepsini geçtim ölenler masum insanlar olamaz mı?
Özne konumu ilişkisel olduğundan birinin güçlü olarak konumlanması için diğerinin güçsüz olarak konumlandırılması gerekir. Yani, aktörler kendilerini başkalarına görece konumlandırır. Gruplararası konumlandırmada “biz”, “onlar”, “grup isimleri” gibi dile dayalı araçlar yaygın olarak kullanılır. Yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi, “siz” konumundaki belediye başkanı ve kriminal grubun karşısında doktor, polis, mehmetçik “biz” olarak konumlandırılmaktadır. “Biz” grubunu temsil eden polis, doktor ve askere uygulanan şiddet eylemleri “siz”in uzun zamandır sistematik ve bütünsel olarak devam ettiregeldiği bir hayat tarzına işaret etmektedir.
Bu meslek gruplarının “orada” genelde askerliğe atıfta kullanılan “vatanî görev” ifadesine benzer şekilde“vatanı için görev” yapıp hizmet ettikleri vurgulanmakta, bu davranışın bir fedakârlık olduğu ima edilmektedir. Gazete haberlerinde “enkaz altından 2 öğretmen çıkarıldı” tarzı başlıkların kullanılması, depremde ölen öğretmenlere şehit denilip denilemeyeceği tartışmaları, bu meslek grupları arasında öğretmenliğin de önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. “Biz-siz” söylemine göre bu meslek grupları batı şehirlerinde yetişmiş Türklerdir ve Van’da kendi istekleriyle değil yüce bir görev icabı bulunmaktadırlar:
“Orda da vatanı icin gorev yapanlar var doktoru hakimi savcisi kaymakami muftusu ogretmeni askeri polisi devletin nerdeyse cogu personeli ülkesine orda da hizmet veriyor.”
Türk bayrağı göndermek
Bu söylemlerin eylemlerle ilişkisi nasıl açıklanabilir? “Biz-siz” konumlandırmasının sonucu olarak bu konumlara uygun “haklar ve ödevler” olduğu kabul edilir. Örneğin, bir grubu belirli bir bağlamda “yardımsever” olarak konumlandırdığınızda bu konumdan doğan ahlakî bir üstünlük ve bu üstünlükle ilişkili hak ve ödevlerden bahsedilir. Peki bu konumlandırma Kürtler için ne gibi hak ve ödevleri beraberinde getiriyor? Bütün bu bahsedilen şartlar altında Kürtlerin durumlarından şikâyet etmeye haklarının olmadığı ortaya çıkıyor. Çadır yetersizliğinden yakınan insanlar “acıları abartılı yansıtma içgüdüsüyle, klasik Kürt yaygaracılığı” yapmakla suçlanıyor. Buna paralel olarak, “size devlet değil PKK, KCK yardım etsin” anlayışı ortaya çıkıyor. “Hadlerini bilsinler” ifadesiyle özetlenebilecek bu söylem, “29 Ekimde Van’a yardım olarak Türk bayrağı göndermek istiyoruz” adıyla kurulan bir facebook grubunda eyleme dönüşüyor. Diğer bir grup da sonunda Kürtler’in yararlanacağı deprem vergilerini ödemek zorunda olmaktan şikâyet ediyor, hatta yardıma karşı çıkıyor:
“Vanda deprem, Kurdolar icin yeni zamlar geliyor. Eee hep Turkler oduyor, kurdolar harciyor.” “Yardim edicem, onlarin da cocuklari buyuyup bizim cocuklari mi oldurecek, yardim etmiyorum”
Peki yorumlarda bu “biz konumu” nasıl tasvir ediliyor ve bunun sonucu olarak hangi hak ve ödevlere sahip? “Biz” konumu “insan, merhametli, müslüman, hain olmayan ve Türk” kavramlarıyla anlatılırken, “siz” konumunun bunların tam tersi olduğu ima ediliyor. Öncelikle, merhametli insan olarak bu konum, düşene yardım etmeyi gerektiriyor. Bu konuda yardıma soğuk bakan küçük bir grup hariç hemen herkes aynı fikirde. Fakat düşene yardım ederken de “şehitlerimizi” unutmamamız gerekiyor. Televizyondaki Van’a yardım programları hakkında konuşan bir ünlü “Bu yardım programlarını şehitlerimiz için de yapalım” diyerek “siz-biz” konumlandırmasını Vanlılar ve şehitler olarak yeniden inşa ediyor.
“Biz” olmanın getirdiği diğer bir sorumluluğun, vatanın bütünlüğünü her şart altında savunmak olduğu belirtiliyor. Depreme sevinenleri eleştirirken “yerle bir olsun diye mi yırtınıyorsun, vermem de vermem böldürmeyiz diye, bu mu senin sahip çıkman vatanına” denilerek vatan/biz kavramları beraber düşünülüyor, vatan toprağı üzerinde bir takım hainlerin varlığının o topraktan vazgeçmeyi gerektirmediği vurgulanıyor. Buna benzer yorumları yazanlar “not: kürt değilim” şeklinde açıklamalarla pozisyonlarının yanlış anlaşılıp “siz”den biri gibi değerlendirilmelerini önlemeye çalışıyor.
Sosyal medya forumlarındaki paylaşımları incelemek neden önemlidir? “Bu gerçeği kendi aralarında söyleyen milyonları nasıl susturacaksınız” şeklindeki bir yorumun da işaret ettiği gibi, bu yazıda ele alınan özne konumları ve söylemler küçük bir azınlığın görüşleri olmakla kalmaz, geniş kabul gören toplumsal meta-anlatılara işaret eder. Bu söylemin sadece küçük bir azınlığa has, zararsız bir kızgınlık ifadesi olduğunu düşünmek söylemin neden olabileceği gruplararası ilişki sorunlarını inkâr etmek anlamına gelir. Gruplararası ilişkilerin sağlıklı devamı ve sürekli toplumsal barışın sağlanması için söylemleri iyi anlamak ve grupların birbiriyle uyumlu söylemler kullanmasınının yollarını düşünmek gerekir.
1 Van Langenhove, L., & Harré, R. (1999). “Introducing positioning theory”. R. Harré & L. van Lagenhove (Eds.), Positioning theory: moral contexts of intentional action, Blackwell Publishers içinde (s. 14-31).