Cengiz Alğan
Nefret söyleminin uzun ve ayrıntılı tanımları var, ama çok özetle söylersek: Ortak özellikler taşıyan bir grubun üyelerine karşı salt bu özelliklerine duyulan önyargılardan hareketle işlenen suçlara nefret suçları deniyor. Birine Ermeni olduğu için, eşcinsel, engelli, Kürt, Yahudi, sosyalist, başörtülü olduğu için zarar verirsen, bu bir nefret suçudur. Bu suçlara götüren en önemli unsur da nefret söylemidir. Nefret söylemi var olan önyargıları besler, kaşır; çeşitli grupları ve bunların üyelerini etiketler, damgalar, aşağılar, hedef gösterir. Sonucunda suç oluşur.
Nefret söyleminin rolünü görebilmek için, bariz bir nefret suçu olan Hrant Dink cinayetine giden yoldaki söylemi adım adım birlikte izleyelim.
“Ya sev ya terk et”
Hrant 2004’te Agos gazetesinde, Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğunu yazdı. Hürriyet haberi manşetine taşıdı. Genelkurmay, ilk Türk kadın pilotun kökenini tartışmanın “millî bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayacağını” ilan ediyordu. Hürriyet, Sabah, Akşam ve Cumhuriyet gazeteleri Genelkurmay’ın açıklamasına arka çıktı. Hasan Pulur’a göre, “Türkçe’yi iyi bildiği anlaşılan…” diye andığı Hrant, “Cumhuriyet ve Türkiye düşmanı bir Ermeni” idi! Cumhuriyet’te Pek çoklarının ‘İlhan Abi’si, “Ermenilerin ortalıkta bırakıp kaçtıkları çocuklardan sayılıyor Sabiha” diye yazdı.
İki gün sonra, Hrant İstanbul Valiliği’ne çağırıldı ve üstü örtülü tehdit edildi. Vali Güler cinayetten sonra “Devlet böyle tehdit etmez” diyecekti, “Yapsa başka türlü yapardı”. 301’den dava açıldığı gün, Deniz Som, “Damardan kan temizleme operasyonu” yapmakla suçladığı Hrant’ın, “Adolf Hitler’in bile ilerisinde bir faşist” olduğunu ileri sürdü. Gazetelerin kampanyası ilk meyvesini Ülkü Ocakları’nın Agos önünde düzenlediği “Ya sev ya terk et” gösterisiyle verdi. “Kahrolsun ASALA”, “Akıllı ol”, “Hesap sorulur”, “Eli kırılır”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye bağırdılar. Ülkü Ocakları, “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” diye ilan etti.
Emin Çölaşan 2004 Şubat sonunda Dink’i “şeriatçı özlemi olanlar, Türkiye’nin bölünmesini isteyenler” ile yan yana andı. Vatan gazetesinin başyazısına, Orhan Kiverlioğlu, “Hrant’ın hırlayışı” başlığını attı. Hrant’ın “maymun genleri taşıdığını”, ondan “orangutan maymununun bile tiksindiğini” yazdı. Birilerini göreve çağırıyordu: “Türklüğe hırlayan Hrant’ın kafasına dank edecek bir kanun olmalı”. Kiverlioğlu daha sonraki bir yazısında da, “insan suretindeki Ermeni tarihçi sürüngenlere de Türk kanının zehirli vasfını içtimai şifa niyetine göstermek lazım” diyecekti.
Her mahkemesinde hep aynı kişiler Hrant’a ve dostlarına saldırıyordu. Basın bunları, “Gazilerden Hrant’a tepki”, “Protestoculardan polis kurtardı” gibi başlıklarla veriyordu. Yasin Hayal, 2006 başlarından itibaren, Dink’i öldüreceğini açıkça söylemeye başladı. Trabzon jandarma istihbarat müdürü ise Yasin’den “sağlam, temiz çocuk, görüştüğümüz bir çocuk, ileride iyi işler yapacak” diye söz ediyordu. Ekim 2005’te Hrant, “temiz kan”la ilgili yazısından ötürü altı ay hapse mahkûm edildi. Bizzat mahkemenin atadığı bilirkişi heyetinin “bu sözlerden bu anlam çıkmaz” raporuna rağmen! Kerinçsiz ve şürekâsı yeni bir şikâyet kampanyası örgütledi. Bir duruşmasında saldırganlar Hrant’a vurmaya kalktı, mahkeme salonunda “Hain!” diye bağırdılar. Gösterilerde açılan bir pankartta, Malatya katliamı ve Hrant Dink suikastları arasındaki bağ görülüyordu: Bu kez Hrant’a, “hain” değil, “misyoner çocuğu” diyorlardı.
“Gestapo Türk”
Bursa’dan biri Hrant’a “Gestapo Türk” imzalı tehdit mektubu yollamış, “oğlunu, seni ve Sarkis Seropyan’ı öldüreceğiz” demişti. Tehditçi mektuba açık adresini de yazmıştı! Hrant savcılığa başvurdu. Hiçbir işlem yapılmadı.
Star‘da Faruk Mangırcı, şöyle yazdı: “Ermeni asıllı Gazeteci Hrant Dink, bildiğiniz gibi Türklüğe alenen hakaretten yargılanıyor.. Atatürk’ün ‘Muhtaç olduğun kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur’ sözünün Türkiye düşmanlarına hatırlatılması yeterlidir sanırım”. Hatırlatma kuyruğuna girildi. Yeniçağ, “Hrant uslanmadı” diye vermişti. Ortadoğu da “Ya sev ya terk et” ve “Kovun bunları” başlıkları attı. İnternette Hrant, Orhan Pamuk’la birlikte “katli vacip iki köpek”ten biri ilan ediliyordu.
16 Mayıs 2006’da Hrant doğrudan saldırıya uğradı. Önce “şerefsiz, hain” diye bağıran yaklaşık 50 kişi, avukatlarına bozuk para ve çakmaklar attı. Çıkışta Hrant’a tükürmeye, vurmaya çalıştılar: “Gel de temiz Türk kanını gör, bakalım kimin kanı daha temiz”, “Seni şimdi hükümet koruyor, sonra kim koruyacak?”
Yargıtay başsavcısı, Hrant’ın aynı konuda sekiz ayrı yazı yazdığını söyledi, “Ermeni kökenli Türk vatandaşları açısından da Dink’in sözleri eleştiri niteliğindedir.. Ermeni kimliğinin korunmasını savunmak suç olmayacağı gibi, sanık mensubu olduğu cemaati/diyasporayı da eleştirmektedir” diye anlattı.
Hrant, Reuters’e verdiği bir demeçte 1915 için “soykırımdır” dedi. Üç dört gün geçmeden yeni soruşturma açıldı. Jandarma muhbiri Coşkun İğci, istihbarat görevlilerine Yasin’in elinde Hrant’ın evine, işyerine ait krokiler gördüğünü söyledi. İnternetten indirilmiş fotoğrafları da vardı. Ayrıca Yasin ona para vermiş, silah bulmasını istemişti.
“Temiz kan” yazısı hakkındaki davada mahkûmiyet kararı onaylanınca, gazeteler onu “Tescilli Türk düşmanı” diye suçlamaya başladı. Hrant için 301’den yeni bir dava açıldı.
Aralık 2006’da Hrant yine mahkemede, saldırganlar “Hrant Dink, Taşnak, Hınçak, Asala ve devşirmeler seninle gurur duyuyor – Büyük Türk Milleti” pankartıyla bina önündeydi.
Hrant’ın başvurusu 15 Ocak 2007’de AİHM’e ulaştı. Hrant başvuru yazısında “AİHM’in kararından çok Türkiye toplumunun vicdanî kararını önemsediğini”, “ısrarla bu ülkenin herkesle eşit bir yurttaşı olmak istediğini” belirtti. Uluslararası mahkemede bu başvurunun kayıt işlemleri tamamlandığında Hrant artık hayatta değildi.
Herkes ‘düşman’
Hrant’tan iki ay sonra Malatya’da üç Hıristiyan Zirve Yayınevi binasında beş kişi tarafından saatlerce işkence edildikten sonra jiletler ve bıçaklarla doğranarak öldürüldü. Cinayetlerin azmettiricisi Emre Günaydın ifadesinde şöyle demişti: “Baktım Malatya’da son yıllarda Hıristiyanlık çalışması ilerlemiş durumda. Misyonerlik çalışmasında bulunanlara ‘dur’ denilmesi gerektiğini düşündüm. Bu işi Malatya’da yapacak kişinin de ben olduğum düşüncesi hâkim oldu.” Katilin ‘baktım’ dediği yer medyaydı. Çok uzun süredir başta Yeniçağ, Millî Gazete, Vakit, Ortadoğu gibi aşırı sağcı gazeteler olmak üzere ulusal ve yerel basında ‘misyonerlik tehlikesi’ yoğun biçimde işleniyordu. Malatya yerel basınında aylardır özel olarak bu konu ele alınıyordu. Jandarma Genel Komutanı’nın cinayetlerin işlendiği gün bile şehirde misyonerlikle mücadele konusunda seminer verdiği ortaya çıkmıştı.
Bir başka örnek de Ahmet Kaya’yı sürgünde ölüme kadar götüren yolu Ertuğrul Özkök yönetimindeki Hürriyet gazetesinin açmasıdır. Ana akım medya Kaya’ya yönelen nefreti manşetlerinden açıkça, deyim yerindeyse, ‘örgütlemişti’. ”Vay şerefsiz”, ”Şerefsiz iş başında”, ”Parayı veren Ahmet’i alır”, ”Ahmet Kaya adında bir şerefsiz” gibi başlıklarla sanatçı açıkça hedef gösterildi. Nedeni, Kaya’nın Kürtçe şarkı söyleme isteğini beyan etmesiydi. 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül törenine davet edilen Ahmet Kaya gecede Kürtçe şarkı söylemek istediğini söyleyince, o ana kadar şarkılarını beğenerek dinleyen topluluktan bazı kişiler hakaret ve küfürler eşliğinde sanatçıya çatal bıçak fırlatmaya başladı. “Kürt diye bir şey yoktur!” diye bağıranlar, pop şarkıcısı Serdar Ortaç öncülüğünde 10. Yıl Marşı okuyanlara eşlik ediyordu. Sonrasında basında, yukarıda verilenlere benzer çok sayıda manşet atıldı. Kaya’nın “Kürdistan haritası” önünde fotoğrafları yayınlandı. Bunların düzmece olduğu sonradan anlaşıldı. Ama iş işten geçmişti. Kaya’ya karşı yürütülen kampanyada kullanılan yoğun nefret söylemi bir cinnet havasına dönüşmüş ve onu ülkesinden kaçmaya mecbur bırakmıştı. Ahmet Kaya Fransa’da ‘sürgünde’ öldü.
Bir örnek vaka: Selendi’de Romanlara linç
Manisa Selendi’de 2011 yılbaşı gecesi bir kahvehanede “Çingeneye çay yok” denmesiyle başlayan gerginlik kavgaya dönüşmüş, sonrasında yaklaşık bin kişi Romanların yaşadığı bölgeye saldırmıştı. Romanların evleri, çadırları, araçları tahrip edilmiş, “Selendi bizimdir, bizim kalacak”, “Selendi’de Roman istemiyoruz” sloganları atılmıştı. Roman yurttaşlara yönelik linç kampanyasını ve sonrasında ilçeden sürülmelerine varan olayları tipik nefret suçları arasında sayabiliriz.
Olaylarla ilgili rapor hazırlayan Akhisar Çağdaş Roman Derneği Başkanı Şener, hükümetin “Roman Çalıştayı”nı düzenlemesinin ardından Selendi’de Romanlara yönelik ayrımcılığın arttığını, “Kahvelere gelmesinler, çay vermeyeceğiz” konuşmalarının yaşandığını, hatta “Kürtler başkaldırdı, Romanlar da başkaldıracak” algısının yaratıldığını öğrendiklerini aktardı. Yaklaşık 6 bin nüfuslu Selendi, zaten yoksul bir ilçe; işsizlik yoğun. Romanlarsa, iş bulabildikçe geçici tarım işçiliği yapıyor, seyyar satıcılık, hurdacılık, ayakkabı boyacılığı gibi işlerle geçimlerini sağlıyor.
Linçe maruz kalan bir Roman NTV’ye verdiği demeçte şunları söylüyor:
“Olay sigara içme kavgası değildi. Ben kahveye gittim ve çay içmek istedim. ‘Çingenelere çay vermem’ cevabı alınca tartışma çıktı ve beni dövdüler. Önce hastaneye, ardından da karakola götürüldüm. Babam da karakola geldi. Orada beni dövenleri görünce, rahatsızlığı da vardı, sinirlendi ve vefat etti. O gece beni karakolda tuttular ve sabah bıraktılar. Babamı defnettik. Dün benim eşim, amcamın ve halamın kızı ev gezmesine giderlerken, ’Hastanelik yaptık utanmadan geziyorlar’ sataşmalarına maruz kaldılar. Tartışma yaşanmış. Bize haber verildi ve olay yerine giderek ailelerimizi eve getirdik. Saat 02.00 civarı Selendi Belediye Başkanı anons yaparak, halkı belediye önüne çağırdı. Akşam saatlerinde de gürültüler gelmeye başladı…”
Bu haberin yapıldığı sitedeki okur yorumları da ibretlik:
MERVE YILDIZ – 21.05.2010 20:06
YA BU NE BİÇİM İŞ MİLLET GELİP SELENDİMİZİ SUÇLUYO ROMANLAR ÇOK YALAN ŞEYLER SÖYLEMİŞ YAKIŞIR MI BU İNSANLARA ONLARDA BİR YERDE HAKLI AMA BU MEDENİYETE YAKIŞMIYO
SEYHAN DABAN – 09.01.2010 11:21
DR.X arkadaşım yazdıklarına katılıyorum ve yorumumda selendi de etnik ayrımcılık yok diyede belirtmiştim olsaydı bu insanlar cadırlarda alınıp ekmek verilip evlere yerleştirilmezdi.. PKK denen şerefsizler gelsin selendi de sokakları yakıp yıksın çocukları yaksın da gör neler oluyor.. sıkıyorlarsa gelsinler bi denesinler edirne halkı da içlerine almıyor daha ilçeye girmeden canları pahasına orada onları yok ederler .. siz bazı gercekleri bilmediğiniz için uzaktan davulun sesi hoş geliyor acaba senin ailene küfürler edilip iş yerin talan edilmeye çivili sopalarla kafana vurulsaydı sen ne yapardın..
…isterse selendili olsun aynı olayları kim gercekleştirirse gerçekleitirsin başına gelecekler uzun vadede hep budur hırsız terör eşkiya kabadayı adi şerefsiz insan selendi den uzak dursun yeter”
SELENDİLİ – 08.01.2010 18:36
AYRIMCILIK FİLAN YOK ONLAR SELENDİNİN HUZURUNU BOZMAK İSTEDİLER AMA BAŞARAMAYACAKLAR BİLMEDEN SELENDİLİLERİ SUÇLAMAYIN
SEYHAN DABAN – 08.01.2010 13:06
DR.X Arkadaşımın yabancı ülkede yaşadıgı belli olaylara cok uzak..bu insanlar bu memleketin evlatları ve böyledir ve 30 yılı aşkın süredir selendi halkı onlara kucak açmış yardım etmiş cadırlardan alarak evlere taşımışlardır …ancak besle yetimi oysun gözünü misali roman vatandaşlarımız halkı huzursuz edip tehditler savurarak bu kahve basarak camlar kırarak asayişi bomaya hakları yoktur..”
cavit eroğlu – 07.01.2010 22:52
Yabancılarada birşey anlatmak zorunda değilsin kardeşim … Selendililerin romenlerden ne çektiğini sizler bilmezsiniz olayların iç yüzünü bilmeden konuşmayınız ve yorum yapmayınız.
Görüldüğü gibi, belli bir gruba duyulan nefret, kimi zaman, herhangi bir önyargılı bireyin şiddet eyleminden çıkıp kısa sürede kıvılcımlanarak kitlesel şiddete dönüşebiliyor. Üstelik yukarıdakine benzer olaylar ülkemizde bol bol gerçekleşiyor. Örneğin, Temmuz 2010’da Bursa İnegöl ve İskenderun Dörtyol olaylarında Kürt yurttaşlara yönelen toplu linç girişimleri de nefret suçlarının kitleselleşme tehlikesine verilebilecek bariz örneklerdendir.