Ozan Tekin
Tunus’taki isyan dalgasıyla 2010 yılının Aralık ayında başlayan Arap Baharı, Mısır, Libya, Suriye ve bir dizi diğer Ortadoğu ülkesinde yaşanan ayaklanmalarla sürdü, onyıllardır hüküm süren kralların, hanedanların, diktatörlerin ya devrildikleri ya da siyasî hegemonyalarını sürdürmekte çok zorlandıkları bir sürecin yaşanmasıyla 2011 yılının bütününe damgasını vurdu.
Bu mücadele dalgasının en önemli halkası, hiç kuşkusuz, ABD’nin İsrail’den sonra en fazla askerî yardımda bulunduğu, bölgede Batı’nın en önemli müttefiki olan Mübarek’in devrildiği Mısır Devrimi’ydi.
Politik saflaşma
AltÜst‘ün bir önceki sayısı çıktığında, Mısır Devrimi, Ocak-Şubat aylarında yaşanan büyük altüst oluşun sonucunda, egemen sınıfın güçleriyle özgürlük mücadelesi verenler arasında bir “pat”durumunun yaşandığı evredeydi. Fakat Kasım ayının sonları ve Aralık ayında yaşanan mücadeleler, siyasî dengeleri bütünüyle değiştirdi.
Mübarek’in devrilmesiyle birlikte Askerî Konsey yönetime el koymuştu. Şubat ayındaki sürece katılan pek çok kişi, ordunun “halkın safında” olduğunu ve sivil bir yönetimin kurulmasına aracılık edeceğini düşünüyordu.
Ancak bir yandan ordunun devrimin kazanımlarını koruma adına verdiği sözleri tutmaması, bir yandan da buna itiraz edenlere uygulanan ve pek çok insan hakları örgütüne göre Mübarek dönemini aratmayan şiddet, büyük bir politik saflaşmayı beraberinde getirdi. Geçen yılın başındaki ayaklanmaya başka çaresi kalmadığını anlayınca katılan muhalifler, Müslüman Kardeşler ve Selefiler, bir an önce seçimlerin yapılmasıyla iktidarı paylaşmayı umuyordu. Bu perspektif, aynı zamanda orduyla bir uzlaşmayı öngördüğü için, hem bu örgütlü güçlerin tabanında huzursuzluk yarattı, hem de -iktidar sivillere devredilse dahi- ordunun “anayasanın koruyucusu” olmasını kabul etmeyen bağımsız kitleleri tekrar mücadeleye çekti. Bu mücadele dalgası, Mübarek sonrası dönemin İsam Şeref hükümetinin düşmesini sağladı.
Mısır’da bir yandan da emek hareketi, 2006 Aralık ayında başlayan ve Mübarek’in devrildiği süreçte zirve yapan grevleri sürdürüyor. Haziran ayı sonunda 90 civarında olan bağımsız sendika sayısı Eylül’e gelindiğinde 250’yi geçmişti. Askeri Konsey, tıpkı Mübarek gibi, grevler nedeniyle toplumu yönetmekte zorlandığını söylüyordu.
Seçimler, Mübarek’in devrildiği zamandan beri yapılan en kitlesel gösterilere, ABD’deki Wall Street işgalcilerinden ilham alan “Occupy” eylemlerine ve bu muhaliflere karşı hem üniformalı polisler hem de egemen sınıfın yönlendirdiği karşı devrimci çeteler tarafından uygulanan şiddete sahne oldu.
2012’ye girilirken, Mısır’da ordunun da tıpkı Mübarek gibi başka bir sınıfın çıkarlarını savunduğuna, 25 Ocak Devrimi’nin özlemleriyle hiçbir ilgisinin olmadığına inananların sayısı hızla arttı. Önümüzdeki dönemde kitlesel protestoların devam edeceğine kuşku yok.
Suriye’deki mücadele: Batı ne istiyor?
Kitlesel ayaklanmaların yaşandığı bir diğer ülke olan Suriye’de, Şubat ayından beri yapılan gösterilerde Esad rejiminin saldırıları sonucu hayatını kaybedenlerin sayısı 5 bini aştı. Ancak Arap Baharı’nın kilit ülkelerinden biri olan Suriye’de belirsizlik daha büyük. Batılı emperyalistler, Ortadoğu’daki ayaklanmaların bir an önce kontrol altına alınmasını, istikrarın sağlanmasını ve ticarî ilişkilerin zedelenmemesini istiyor. Örneğin ABD yönetimi, Suriye’de ayaklanmalar başladığında Esad’ın arkasında durmuş ve belli reformların gerçekleştirilmesiyle sistemin devamlılığını sağlamayı hedeflemişti. Ancak isyan dalgası büyüdükçe, Batılı güçler bu ülkede Libya’daki gibi doğrudan bir askerî müdahalenin -özellikle Irak ve Afganistan fiyaskolarından sonra- riskli olduğunu düşünerek, muhaliflerin kendileriyle işbirliği yapmaya eğilimli kanadını Esad’ın yerine getirip rejimin tekrar konsolide edilmesini istiyor. Bu müdahaleler için özellikle Arap Birliği kullanılmaya çalışılıyor. Savaş seçeneğinin tercih edilemediği aşamada Batı, Suriye ve İran etrafındaki kuşatmaya daha fazla ülkeyi dahil ederek, bölgede siyasî ve ekonomik hegemonyasını güçlendirmeye çalışıyor.
Artık iyiden iyiye çürümüş ve halkın büyük bölümünü karşısına almış olan Esad ise tek kurtuluş yolunun katliamları sürdürerek meseleyi dinî-etnik gerilimler etrafında kutuplaşılmış bir iç savaş haline getirmeyi planlıyor, bu bağlamda provokasyon ve çatışma ortamı yaratmaya çalışıyor. Suriye’deki ayaklanmayı Mısır’a göre dezavantajlı kılan ise, çeşitli irili ufaklı işyeri mücadelelerine karşın, çalışan sınıfların birleşik mücadelesinin ve kitlesel grevlerle ekonomiyi sarsan bir mücadele dalgasının inşa edilememiş olması.
Arap baharı devam ediyor!
Ortadoğu’daki diğer ülkelerde de özgürlük ve demokrasi mücadeleleri sürüyor. Suriye’ye askerî müdahale tartışıladursun, isyanın başladığı bir diğer ülke olan Bahreyn’e 2011 yılında ABD’nin müttefiki olan Suudi Hanedanı’nın askerleri girerek devrimi ezmeye çalışmıştı. Buna rağmen Bahreyn’de mücadele sürdü, kral reformlar yapacağını ilan etmek zorunda kaldı, ancak on binlerce kişi “Kahrolsun Kral!” diyerek gösterilerini sürdürdü. Bahreyn, “İran’a karşı tedbir” olarak bölgede bulunan Beşinci Filo’nun demir attığı ülke ve bu yüzden ABD’nin en önemli müttefiklerinden biri.
Yemen’de ise aylarca süren protestolar, diktatör Ali Abdullah Salih’in Suudi Arabistan’a kaçmasını sağlamıştı. Muhalifler 2011 yılının son ayında Salih’in hâlâ etkin olduğu gerekçesiyle yüz binlerce kişinin katıldığı gösteriler örgütlemeyi başardı.
Arap Baharı, Uzakdoğu’dan Güney Amerika’ya, Wall Street’in işgal edildiği ABD’den milyonluk grevlerin yapıldığı Avrupa’ya, küresel kapitalizmin ekonomik bunalımının büyük bir siyasî ve ideolojik krize dönüştüğü 2011 yılının tetikleyicisi oldu. Bu büyük mücadele dalgası, 2012 yılında da devam edecek ve tüm dünyada özgürlük mücadelelerini şekillendiren temel unsurlardan biri olmaya devam edecek.