Semih Gümüş
Adeta okurken yazdığımıza göre, nasıl okuduğumuz nasıl yazdığımızı da gösterir. Doğru bir okuma biçimi, yazarın ömrü boyunca elinden bırakmadığı etkinliği. Roman ya da öykü, bu arada yeni biçimler alarak kendini yeniliyorsa, bütün yazınsal öğelerinin de ona koşut bir değişim yaşaması gerekir elbette. Yazdıkları üstüne düşündükleri, yaşayan edebiyatın tartıştığı sorunlar arasında yer tutan romancılara, düşünceli romancı diyor Orhan Pamuk. Bizim edebiyatımızda düşünceli romancıların pek az olduğunu, oysa yazılanlar üstüne pek düşünüp yazmayan saf romancıların çoğunluğu oluşturduğunu belirtiyor ki, elbette böyle bir geçmişti yaşadığımız. Yaratıcı yazarların kendi verimleri arasında yalnızca öykülerin ya da romanların bulunduğu, bu arada düşünce üretimiyle ilişkilerinin adamakıllı zayıf olduğu bir edebiyat dünyamız oldu.
Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı kitabında, kırk yıllık yazarlık deneyiminin göz önünde bulunmayan yanlarını dışavuruyor. Harvard Üniversitesi’nde verdiği Norton dersleri, romancının yaratma eyleminin en önemli başlıklarına ilişkin, yaratıcı yazıyla içli dışlı herkesin ilgi alanında bulunan sorunları tartışıyor.
Romanların aslında hayatın öbür yüzü olduğu üstünde duruyor Pamuk. Okurlar, romanlarda anlatılanların gerçekten yaşandığını düşünür. Edebiyatın gerçekten daha gerçek olduğunu söyleyen romancılar da buradan güç alır. Bu noktada bir düzeyi daha gösteriyor Pamuk: Yazarlar da aslında yazdıklarının gerçek olduğunu düşünür. Gerçeğin kurmaca içinde yeniden yaratılmasından sonra ortaya çıkan yazınsal gerçeklik, eğer bir gerçeğin bizim bilmediğimiz bir biçimi olduğunu anlatacak kertede sahici ve inandırıcı değilse, romanın okurla kurduğu ilişki kopmaya başlar. Sartre’ın “düzyazı yararcıdır” sözü de sanırım buradan çıkmıştır.
Pamuk, “Roman yazmanın ve okumanın, özgürleşmek, başka hayatları taklit etmek ve kendini bir başkası olarak düşlemekle ilgili ahlaki bir yanı vardır,” derken, yazarlık ahlakını anlatıyor aslında. Yazının ahlakı ya da yazarlık ahlakı. Edebiyatın hayatla kurduğu ilişkide, yakamızı bırakmayan iki düzey. Romancı ister istemez ikisini de aklında tutarak yaşar ve yazar. Bu, onun kurmaca gerçekleri gözlerinin önünde canlandırma yetilerini güçlendirir. Kendisini tanıyan romancı, başkalarını da aynı biçimde tanıdıktan sonra romanın gerçekliğini tam anlamıyla kuşatmış sayılır.
Romancının yaratma biçimi başlıca iki kapıya açılır. Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı’da bu iki kapıyı da ardına kadar açıp okuru romanın yaratım sürecinin içine çekiyor. İlki, görsel, ikincisi sözcüklerle canlandırma. Kendisinin görsel algılara dayalı bir yaratma biçimi olduğunu anlatıyor Pamuk. “Roman yazmak kelimelerle resim yapmak, roman okumak da başkalarının kelimeleriyle kafamızda resimler canlandırmaktır,” diyor. Ne anlatacaksa, önce onu gözlerinin önünde bir resim gibi oluşturmaya başladığını, tasarlama ve yazma sürecinde resmin fazlalıklarını atıp bütün ayrıntılarını tamamladığını, böylece yazacağı romanı eksiksiz bir resim gibi gözlerinin önünden geçirerek canlandırdığını belirtiyor. Kişisel bir seçim ya da yatkınlık bu, yoksa roman yazmanın herkesçe uygulanacak biçimi değil elbette.
Bu arada anlatacağı resmi görüntülerle değil, sözcüklerle yaratma biçimi var ki, Pamuk, Dostoyevski’yi örnek veriyor. “Görsel hayal gücü” karşısında “kelimesel hayal gücü”ne seslenen yazarlar, böylece hikâyeyi değil, anlamı öne çıkarıyor. Saf ve Düşünceli Romancı’nın “Merkez” adlı bölümünde anlatılan, romanın merkezindeki sorun, sözcüklerin anlamlarının birbirini tamamlayarak oluşturduğu yaratım sürecinin odak noktasını belirtir. Böyle roman yazmak, seçilmiş sorunları ve anlamları sözcüklerle yeniden anlamlandırıp derin anlamlara dönüştürmektir.
Romanlar okurların hayal gücünü geliştirir, hayal edemedikleri dünyaları onların önüne getirir. Bu, yazarın asıl amacıysa, bunun için sürekli kendini yenileyen biçimlerin hiçbirini dışlayamaz romancı. “Borges, Calvino gibi temel olarak romancı olmayan ama kurmacanın metafiziğini araştıran yazarların etkisiyle 1980’lerden başlayarak dünya romanında ortaya çıkan ve kabaca postmodernist denen yenilikler, romanın –Henry James gibi Yourcenar’ı da meşgul eden– hakikiliği ve inandırıcılığını artırmış, roman ile düşünme geleneğini sağlamlaştırmıştır.”
Pamuk’un yazarlığının önemli yanı, yaratıcılığının sınırlarını genişletmeye yatkınlığıdır. Cevdet Bey ve Oğulları’ndan Kara Kitap’a geçerken, romanın gerektirdiği bütün biçimlerin kendisine ait olduğunu düşünen bir romancı tavrına sahiptir o. Bunun için de Pamuk’un modernist ya da postmodernist olup olmadığı tartışması, nitelikli bir roman tartışmasına yol açmıyor. İlk romanında klasik roman tekniğine bağlı kalırken, postmodern tekniklerden yararlanmaya başladıktan sonra romanlarını değiştiren Pamuk, herhangi bir biçime saplanmadan, her romanında gerekli gördüğü teknikleri kullanarak yazıyor. Bir romancı, başka nasıl davranabilir. Ben yalnızca postmodern yazarım, öteki biçimler öldü, diyen romancı, romanın yolunu bulamaz.
Saf ve Düşünceli Romancı’da “merkez” kavramını derinleştiriyor Pamuk. “Merkez; hayat hakkında derin bir görüş, bir çeşit sezgi, derindeki gerçek ya da hayali, esrarlı bir noktadır.” Yazarın ve okurun çekim gücünden kurtulmasının olanaksız olduğu bir nokta. Bir bakıma, romanın varlık nedeni. Asıl sorunu. Öteki bütün öğeleri kendi çevresinde düzenleyen merkez, kendi evreninde çeşitli sorunları taşıyan noktalar bulundurur ve onlarla karşılıklı bağlar kurmak, romancının çetin işlerindendir.
Saf ve Düşünceli Romancı, sanırım yeni yazmaya başlayan yazarlar için bir başucu kitabı olduğu kadar, Pamuk’un yazarlık deneyiminin başlıca dayanaklarını ayrıntılı biçimde dışavuran, sık sık dönüp bakılacak bir kitap. Nasıl okumak gerektiğini merak edenler de ilgisiz kalamaz bu kitaba. Düşünceli romancıların benzerlerini yazmasını bekleyebiliriz.