F. Levent Şensever
Dünyanın her yerinde, birbirinden çok farklı kültürlerden toplumların özellikle evcilleştirilmiş hayvanlarla olan bağı, insanın hayvanlarla ilişkisinin çok derine ve eskiye dayandığının önemli bir göstergesi. Doğada başka hiçbir memeli, farklı türleri kendi yaşam alanlarına böylesine katmıyor. Evrim sürecinde nihaî amaç, kendi türünü sürdürmektir. Bir başka tür ile ilgilenmek bu amaca ulaşmayı zorlaştıracak bir faktör. Başka bir türün bakımı için harcayacağınız her türlü gıda, zaman veya enerji, kendi türünüzün devamı için o kadar az gıda ve enerji anlamına gelir.
Öyleyse bu ilişkiyi nasıl açıklayabiliriz?
Evcil hayvanlarla on binlerce yıldır sürdürdüğümüz ilişkinin arka planına dair soruların yanıtlarını insanın evrim sürecinde aramak gerekiyor. Hayvanlarla ilişki, insanın evrim sürecinde bir sonuç olduğu kadar, aynı zamanda insan neslinin şekillenmesinde de önemli bir rol oynadı. Öte yandan bu ilişkinin dünyaya yayılmamız ve doğada varlığımızın başarısı açısından da önemli bir katkısı oldu.
Etoburluk dönemi
Taş alet ve silahlar yapmasını öğrenmesiyle birlikte (yaklaşık 2,6 milyon yıl önce), insan daha fazla et yiyebilir hale gelmeye başladı. Atalarımız bu dönemde yaşam koşullarına uyumu, doğadaki diğer et peşindeki avcılardan farklı olarak, hızlı hareket etme, güçlü pençeler, keskin dişler, keskin koku alma ve görme duyuları gibi yetenekleri geliştirmek yerine, taşları kesici ve silah olarak kullanmak üzere yontmayı öğrenerek gerçekleştirdi. Bu gelişme, insan türünün evrim sürecinde çok önemli sonuçlar doğurdu.
Çok daha besleyici et ve yağların tüketimi, insan beyninin görece olarak diğer canlı türlerinden daha fazla büyümesine katkı sağladı. Lifli yaprak, meyve ve bitki köklerine kıyasla et çok daha zengin beslenme olanağı sağladığı için, etobur olmaya başlayan atalarımız gıda peşinde daha az zaman harcayarak, diğerlerini izlemeye, öğrenmeye, sosyal etkileşime ve yeni aletler keşfetmeye daha çok zaman ayırabildi.
Öte yandan, et yemenin olumsuz yanları da vardı. Atalarımızın diğer canlı türlerini avlaması, onları diğer avcılarla doğrudan rekabete soktu ve bu, yeni tehlikeleri beraberinde getirdi. Bu rekabetten üstün çıkabilmek için sadece aletler yeterli değildi. Diğer hayvanlarla ilişkiler tam da bu aşamada devreye girdi.
Hayvanlarla ilişkinin arka planı
İnsanın ataları 1,8 milyon yıl kadar öncesine kadar sadece Afrika kıtasında yaşarken, bu tarihten itibaren diğer kıtalara yayılmaya başladı. Bu büyük göç hareketi, insan neslinin etobur olmaya başlamasıyla yakından ilişkiliydi, zira göçlerin önde gelen nedeni yeni av sahalarını ele geçirmekti.
İnsan neslinin hayvanlarla olan ilişkisindeki bir sonraki aşama, yaklaşık M.Ö. 10.000 ile 8.000 yılları arasında, yerleşik yaşama geçmesiyle oldu. Yerleşik yaşama geçiş, toplayıcı ve avcı yaşama göre ekonomik ve toplumsal yaşam açısından büyük bir değişim anlamına geliyordu. Bu dönem, çiftçilik ve hayvanların evcilleştirilme dönemiydi. Birçoklarına göre bu, hayvanların artık birer meta haline gelmeye başladığı dönemdi. Acaba gerçekten de öyle miydi?
En azından paleoantropolog Pat Shipman bu konuda kuşkulara sahip. Shipman’a göre evcilleştirme, hayvanların etinden faydalanmak amacından ziyade, insanın hayvanlarla olan yakın ve uzun süreli ilişkisinin doğal bir sonucuydu.
Bu görüşü destekleyen bazı önemli göstergeler var. Hayvanların evcilleştirilmesinin başlıca amacı gıdaların güvence altına alınması olsaydı, ilk evcilleştirilen hayvanlar eti tüketilen türler olmalıydı. Oysa, öyle değil. Bugüne kadar ortaya çıkarılan en eski köpek iskeleti 32 bin yıl öncesine ait. Yaygın kabul gören inanışa göre, köpekler yaklaşık 17 bin yıl kadar önce, yani diğer küçük ve büyük baş hayvanlardan çok daha önce evcilleştirildi. Hayvan evcilleştirmenin öncelikli gerekçesi gıdaları güvence altına almak olsaydı, ilk tercih günde en az iki kilo gıda tüketen köpek olmazdı.
Hayvanlarla sürdürülebilir ilişki
Evcilleştirilmiş bir hayvanın etinin tüketilmesi, vahşi ortamda avlanan bir hayvana göre önemli ölçüde fazla bir ürün vermeyecek olmasına karşın, çok daha fazla bakım ve enerji gerektiriyor. Dolayısıyla, salt etlerinin tüketimi açısından evcilleştirilmiş hayvanlar, avlanmaya göre önemli bir gelişmeye işaret etmemektedir.
Bu nedenle Shipman, hayvanların evcilleştirilmesini evcil hayvanların yerleşik yaşam ve çiftçiliğin getirdiği yeni zorluk ve maliyetlere sağladığı olumlu katkı ile açıklıyor. Evcil hayvanlar, insanların yerleşik yaşamlarında canlı kaldıkları sürece paha biçilmez yenilenebilir katkılar sağlayabiliyor: Örneğin, nakliye, ulaşım, toprağın sürülmesi, av sırasında destek, ailenin ve evin korunması gibi işlevlere sahip oldukları gibi; yün ve kürk, süt ve diğer yan ürünler, gübre, yakıt gibi ürünler.
Bu sürdürülebilir kaynakların tedarik desteği, insanların daha önce yaşanabilir olmayan bölgelere göç etmesine olanak sağladı. Sadece tüketimle sınırlı olmayan bu uzun süreli ilişki, günümüzde hayvanlarla olan ve güçlü bağlara sahip karşılıklı fizikî ve ruhsal etkileşimimizi de açıklıyor.
Hayvanların evcilleştirilmesi iki yönlü bir etkileşim sağladı. Evcilleşen hayvanlar insanların doğayla mücadelesinde önemli avantajlar sağladı. Değişen diyet bunlardan sadece bir tanesi, ama belki de en önemlisi. Bugün sığırlar herhangi bir nedenle yok olsa, milyonlarca insanın açlıktan ölmesi büyük bir olasılık.
Kapitalizmde et tüketiminin maliyeti
Modern kapitalizmle birlikte muazzam bir endüstri haline gelen et üretimi, insanın hayvanla ilişkisini kapitalist piyasa koşullarında, hayvanların aleyhine devasa bir tüketim sürecine dönüştürdü. Hayvanların fabrika koşullarını andıran süreçlerde “et” olarak ele alınması, insan-hayvan ilişkisinde önemli bir yabancılaştırmayı getirdiği gibi, doğaya da büyük zarar verir bir hal aldı. Daha önce insan neslinin şekillenmesinde önemli bir rol oynayan, toplumsal yaşamın çok önemli bir parçası olan hayvanlar, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte marketlerde ve yemek masalarında bir “ürün” olarak yer almaya başladı.
Kapitalist üretim süreçlerinde hayvanların bir meta olarak görülmeye başlamasının gerek doğaya gerekse yoksul insanların yaşamlarına dramatik bir etkisi oldu. Günümüzde dünyada buzul alanlar dışındaki toprakların toplamının yüzde 30’u çiftlik hayvanları için otlak olarak, ekilebilir alanların yüzde 33’ü bu hayvanlara yem üretmek için kullanılıyor. Bu durum, özellikle kuraklık yaşayan ülkelerdeki milyonlarca insanın yoksulluk ve açlık çekmesinin başlıca etmeni. Günümüzde dünyada milyarlarca insanın diyeti buğday, mısır ve pirinç gibi sadece birkaç üründen oluşuyor.
Ancak et üretiminin verdiği zarar bununla sınırlı değil. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün 2006 tarihli bir raporuna göre, çiftlik hayvanlarının insan kaynaklı sera gazı salınımı toplamı içindeki payı yüzde 18 düzeyinde. Bu, küresel ulaşım sektörünün payından da büyük bir oran. Çiftlik hayvanları, tarım sektörünün oluşturduğu tüm sera gazları içinde yüzde 80’lik bir paya sahip.
Üstelik et üretiminin yarattığı bu tahribatın daha da artması bekleniyor. Zengin kapitalist ülkelerinin et tüketimi zaten aşırı düzeylerde. Batı’da yoksul ülkelere göre altı kat daha fazla et tüketiliyor. Örneğin, Britanya vatandaşları Dünya Sağlık Örgütü’nün tavsiye ettiği sınırın 3,5 katı daha fazla et yiyor. Britanya’da herkes bir yıl boyunca haftada sadece bir gün et yemeyi durdursa, yılda 13 megatonluk daha az CO2 gaz salınımı gerçekleşebilir. Bu, ülkede 5 milyon arabanın trafikten men edilmesinden daha fazla bir tasarruf anlamına geliyor.
Çin ve Hindistan gibi büyük nüfuslu ülkelerin hızlı sanayileşmesi, bu ülkelerin orta sınıflarının ekonomik durumlarının da iyileşmesine yol açarken, daha fazla tüketimi tetikledi. Günümüzde dünyada eti için beslenen çiftlik hayvanı sayısı 60 milyar ve sığır sayısı 1 milyardan fazla ve bu sayı her yıl hızla artıyor.
Sonuç yerine bir önerme
Bir yandan iklim değişikliğine karşı mücadele ederken, öte yandan iklim değişikliğine yol açan en büyük etmenlerden olan et tüketimini sürdürmek veya bu tüketim sürecinin bir parçası olmak büyük bir çelişki. Denilebilir ki, aynı durum klima ve araba kullanımı için de geçerli. Ek olarak, çözümün bireysel değil, toplumsal ve siyasî olduğu söylenebilir. Evet, doğru. Ancak bu, et tüketerek sorunun bir parçası olmayı haklı çıkarmıyor. Üstelik bu durum, tartışmanın boyutunu çok daha vahim hale getiren endüstriyel çiftliklerde hayvanların yaşam koşullarının vahşiliği ve et üretimindeki hijyen sorunlarına değinmemiş olmamıza rağmen geçerli. İklim değişikliğine karşı mücadele eden herkesin vejetaryen olmasını öneriyorum.
Kaynaklar
- Eating the Planet? – Feeding the world without trashing it, Friends of the Earth, Kasım 2009.
- “HM Government’s UK Climate Change programme”, 2006.
- Jeffrey Bartholet, “Inside the Meat Lab”, Scientific American, Haziran 2011.
- Pat Shipman, “Creature Contacts”, New Scientist, 28 Mayıs 2011.
- The livestock–climate–poverty nexus, International Livestock Research Institute, 15 Mayıs 2008.
- What’s feeding our food? – The environmental and social impacts of the livestock sector, Friends of the Earth, Aralık 2008.
***
Et üretiminin iklim değişikliğine katkısı
- Bir kilo soyanın üretimi için sadece 2 bin litre su gerekirken, endüstriyel çiftliklerde 1 kilo et üretimi için 10 kilo yem ve 15,5 bin litreden fazla su tüketiliyor. Bu durum, toprakların kuraklaşmasında büyük bir etmen.
- Amazon’da daha önce orman olan bölgelerin yüzde 70’i ve yok edilen ormanlık alanının yüzde 91’i çiftlik hayvanları için otlak olarak kullanılıyor.
- Yağmur ormanlarında her saniye bir futbol sahası büyüklüğünde bir alanda ağaçlar, sadece 257 hamburger üretimine denk düşen et miktarı için kullanılmak üzere yok ediliyor.
- Ormanlarda ağaçların yok edilmesi sonucu 24 saat içinde atmosfere salınan CO2 miktarı, 24 milyon insanın Londra’dan New York’a uçmasına eşdeğer seviyede.
- Yılda sığır ve domuzların atıkları ve çiftlik hayvanlarının yemlerinin yetiştirilmesi için kullanılan gübreden açığa çıkan toplam 5,5 milyar tonluk azot oksit, atmosfere salınan insan kaynaklı toplam azot oksidin yüzde 65’ini oluşturuyor. Azot oksit, CO2’e göre 295 kat daha güçlü sera gazı etkisine sahip.
- Çiftlik hayvanları, atmosfere salınan insan kaynaklı ve CO2’ye göre 23 kat daha güçlü sera gazı etkisine sahip metan gazları toplamında yüzde 37’lik, okyanusların asitleşme düzeyinin artmasında önemli bir etmene sahip amonyak toplamında yüzde 64’lük bir paya sahip.
- Avrupa’da ortalama bir ineğin yılda saldığı metan gazı toplamı, bir aile otomobilinin 70 bin kilometre yol kat etmesine eşit seviyede salınım oluşturuyor. Avrupa’da 2007 yılı itibariyle toplam 133 milyon çiftlik hayvanı bulunuyordu.
- Türkiye’de 2010 yılında büyükbaş hayvan sayısı toplamı 11 milyon, küçük ve büyükbaş “besi işletme” sayısı 2011 yılı itibariyle 143 bin civarındaydı.
- Dünyada tüm insanlar vejetaryen diyet uygulasa, iklim değişikliğinin durdurulması için gerekli olduğu hesaplanan 40 trilyon doların yüzde 80’i, yani 32 trilyon dolar tasarruf edilebilir.
Kaynaklar:
- “Climate Benefits of Changing Diet”, TheNetherlandsEnvironmental Assessment Agency, February 2009.
- Livestock’s Long Shadow, Food and Agriculture Organization of the United Nations, 2006.