Doğan Tarkan
Geçtiğimiz Ağustos ayında Yüksek Askerî Şura (YAŞ) toplantısı öncesinde Genelkurmay Başkanı ve üç Kuvvet Komutanı alınacak kararlarda hükümet ile anlaşamayınca çok küçük çaplı bir kriz yaratarak istifa etti. YAŞ toplantısında Başbakan masanın başında tek başına oturuyordu. Eskiden masanın başında başbakan ve genelkurmay başkanı birlikte otururdu. Bu yeni görüntü basının önemli bir kısmı tarafından askerî vesayetin sona ermesinin kanıtı olarak gösterildi. Keşke askerî vesayetin bitmesi bu denli kolay olsaydı.
Türkiye’de askerî vesayet Cumhuriyet’in kuruluşundan beri var. Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelmesi askerî bürokrasiyi ve askerî vesayeti savunan derin devleti şaşırttı. Böyle bir gelişme beklemiyorlardı. O güne dek iktidarlarını sorunsuz bir biçimde CHP’nin tek parti diktatörlüğü aracılığıyla sürdürüyorlardı. Tek parti diktatörlüğünde devlet kurumları, ordu, meclis, cumhurbaşkanlığı, adalet, eğitim vs hep iç içe geçmişti.
27 Mayıs Anayasa’sı
Demokrat Parti dönemi yeni bir durum olarak ortaya çıktı. DP, 1950 ve sonrasında katıldığı bütün seçimleri açık arayla kazandı; genel seçimlerde %53, %57,5 ve %48 oy aldı. Ama önce sokak gösterileri, üniversite öğrencilerinin ve öğretim üyelerinin eylemleri ile yıpratılmaya çalışıldı ve sonunda 27 Mayıs 1960’ta darbe ile devrildi.
27 Mayıs darbesi üç olguyu gerçekleştirdi. Başbakanla iki bakanı asarken, Yassıada’da DP milletvekillerine karşı terör estirirken, gelecek politikacılara yaşamlarının ipin ucunda olduğunu anlattı. Mesaj açıktı: Derin devletin çizdiği sınırların dışına çıkılmayacaktı.
İkincisi, yeni bir anayasa hazırlandı. Yeni anayasa 1960’ların dünyasının genel politik koşullarından etkilenmişti. İleri olan yanları vardı, ama aslen askerî vesayeti kurumsallaştırıyordu.
Millî Güvenlik Kurulu 27 Mayıs Anayasası ile kuruldu. Yargı gene bu anayasa ile güçlendirildi ve TBMM’nin yetkilerine müdahale edecek Anayasa Mahkemesi bu anayasayla kuruldu.
Askerî vesayet artık 1950-60 arasının kazalarına hazırlıklıydı.
Üçüncü olarak ise, subaylara bir dizi ayrıcalık tanındı ve subaylar toplumdan koparıldı. OYAK kuruldu, subay maaşları büyük ölçülerde artırıldı. Subay lojmanları, subay evleri, tatil kampları kuruldu. Ordudaki erlerin yaklaşık üçte birinin subaylara hizmet etmesi sağlandı.
Askerî vesayet 1960-70 arasında her an duruma hâkimdi ve giderek mekanizmalar daha hızlı hareket ediyor, rejim kendisini daha emin hissediyordu.
12 Mart 1971 darbesi 27 Mayıs Anayasası’nın eksikliklerini, yeterince iyi çalışmayan ya da etkin olmayan yanlarını düzeltti. 12 Mart sonrasında askerî vesayet daha da güçlendi.
12 Eylül Anayasası
12 Eylül darbesi bir yandan toplumsal muhalefeti, toplumsal muhalefetin örgütlerini ortadan kaldırırken, diğer yandan 27 Mayıs ve 12 Mart darbelerinin tüm deneylerini birleştirerek karşımıza askerî vesayet açısından çok sağlam, iç tutarlılığı olan bir anayasa çıkardı ve yoğun bir baskı ortamında bu anayasanın halkoyu yoluyla onaylanmasını sağladı.
12 Eylül Anayasası’nın birçok maddesi zaman içinde defalarca değiştirildi. Bu değişiklikler, askerî vesayeti garanti altına almak olan bir diktatörlüğün anayasadaki açıklarının kapatılmasıydı ve hiçbiri askerî vesayetin temellerine değmedi bile.
12 Eylül 2010 referandumu ise çok ilginç koşullarda ilk kez askerî vesayetin anayasadaki bazı maddeleri ile hesaplaştı. Yargı üzerindeki vesayet HSYK’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin seçilmesine ilişkin değişikliklerle bir ölçüde zayıflatıldı. Generallerin, subayların sivil mahkemeler önüne çıkması sağlandı.
12 Eylül diktatörlerinin yargılanmasına engel olan geçici 15. Madde kalktı ve bu doğrultuda bazı adımlar atılmaya başlandı.
İlginç olan, 12 Eylül askerî darbesinin en çok hırpaladığı kesimlerin başında gelen solun büyük bir kısmının bu değişikliklere “Hayır” diyerek 12 Eylül rejimini savunmuş olmasıdır.
Ergenekon ve sonrası
Ergenekon soruşturmalarının başlaması üzerine ortaya çıkarılan bir dizi darbe teşebbüsü Ergenekon Davaları başladığında bu gelişmeyi küçümseyen, AKP’nin psikolojik savaşının bir manevrası olarak gören, daha önce de Cumhuriyet Mitingleri’ne omuz vermiş kesimlerin ve bu arada bazı ulusalcı sosyalist örgüt ve bireylerin tutumlarının ne kadar vahim olduğunu gösterdi.
Darbe davaları son YAŞ toplantısı öncesinde darbeci eğilimler için durumun iyice sıkıştığını gösteriyor. Ancak askerî vesayetin ortadan kalkabilmesi için yapılması gereken daha çok şey var:
- Her şeyden önce Genelkurmay Başkanlığı kaldırılmalıdır. Böylece askerî hiyerarşinin merkezi ortadan kaldırılmış olmalıdır.
- TSK’nın iç düşman konsepti ve 35. madde ortadan kaldırılmalıdır. TSK sadece dış tehditler için örgütlenmiş bir kurum olmalıdır.
- Kuvvet komutanlıkları doğrudan fakat ayrı ayrı idarî ve malî olarak Savunma Bakanlığı’na bağlanmalıdır.
- Jandarma komutanlığı ortadan kaldırılmalı, TSK bütün ülke çapında iç güvenlik sorunlarının dışına çıkarılmalıdır.
- Üç kuvvet komutanlığının bütçeleri herkesin denetleyebileceği bir biçimde açık, şeffaf olmalıdır.
- TSK’nın er ve subay eğitimlerinden düşman konsepti çıkarılırken, her türlü ırkçı, milliyetçi ve cinsiyetçi eğitim sona erdirilmelidir.
- TSK’nın bütün unsurlarının siyasete müdahale etmesi, siyasî demeçler vermesi yasaklanmalıdır.
- Zorunlu askerlik kaldırılmalı, yerine gönüllü askerlik getirilmeli, silah altındaki insan sayısı büyük ölçüde azaltılmalıdır.
- OYAK TSK’nın, TSK emeklilerinin denetiminden çıkarılmalı, ordu mensuplarının toplu bir biçimde ekonomiye katılması engellenmelidir.
Bütün bunlar kadar önemli bir nokta da, süren Kürt savaşının bitmesidir. TSK bugünkü gücünü “savaş sürdüren ordu” olmaktan da almaktadır. Böylece dokunulmaz, eleştirilemez bir yerdedir. Savaşın bitmesi bütün Türkiye’yi normal koşullara çekecektir, ama en başta TSK’nın “normalleşmesi” sağlanacaktır.