Ferhat Kentel
Deprem bu sefer Türkiye’yi doğudan, Van’dan vurdu. Depremin vurduğu darbeye sermaye, müteahhit, belediye, devlet, siyaset, fen işleri, kontrol, rüşvet, kâr ve “çağdaş Türkiye kapitalizminin” bilumum aktör ve ürününün marifetiyle yeni bir darbe eklendi. Doğal ve yerel kültürel özellikleri asla tanımamaya yemin etmiş “millî kalkınma” hamlelerine eşlik eden, her şeyi aynılaştıran betonun ve milliyetçiliğin işbirliğiyle ortaya çıkan yapılar gene kumdan kaleler gibi yerle bir oldu.
Sonra deprem gene vurdu. Arkasından, “her şey kontrol altında” görüntüsü vermeyi her şeyden daha mutlak görerek, devletin gücünü göstermek peşinde olanların basiretsizliği ikinci deprem darbesine yeni bir darbe daha ekledi.
Bürokrasi dört koldan “varlığını” gösterdi. Bastıran kış günlerinde, depremin kâr hırsıyla birleşerek, iki kere darbe yiyen insanların çaresizlik içindeki protestolarına karşı, “devlet hangi durumda olursa olsun, taviz vermez” imajına polis de cop ve göz yaşartıcı bombalarla gereken rötuşları yaptı.
Bu arada bir takım faşist zihniyet sahipleri bu acılı insanlara “hediyeler” yolladı: “bayrak, kirli çamaşır, taş” gibi… Bir türlü “millîleşememiş”, “çağdaşlaşamamış” ve üstüne üstlük “isyan eden Kürt” imajına uygun “sembolik” hediyeler… Kendilerini “millî”, “çağdaş” ve “uyumlu” gören “Türkler”, “ironi” yapmış gibi hissettiler kendilerini… “İroni” yaptıklarını zannederken, aynı zamanda “akıllı” olduklarını zannettiler.
1999’da olduğu gibi, deprem Türkiye’nin düzeniyle birleşti. Kapitalizmin ürettiği kâr hırsı, aynı kapitalizmin önce üreticisi sonra ürünü olan devlet ve bu düzenden beslenen sadık ve mutlu kullar, elbirliğiyle, doğal bir felaketi kabusa dönüştürdü. Korku filmi gibi bir süreç yaşadık.
Bu kapkaranlık ve soğuk korku filmini bize bu düzen sundu.
Ancak aynı zamanda bu korku filminden dışarı doğru başka bir toplum fikri de sızıyor. Bu korku filminin içinde Türkiye’nin dört bir yanından, sadece yardım, “katıksız yardım” yapmak için seferber olan, güç ve itibar göstermekle uğraşmayan, mütevazı ve vicdanlı insanların birlikte yaşamak ve toplum olmak iradesine şahit oluyoruz.
Şiddet dillerine rağmen, inadına umudun, tevazunun, hayatın toplumu bu…