Atilla Dirim
Gettolar ve toplama kampları hakkında çok şey yazılmıştır. Yazılanlar genellikle insanların en korkunç yöntemlerle nasıl öldürüldüğü üzerinde yoğunlaşır. Oysa gettolarda ve toplama kamplarında özellikle vasıflı işçiler öldürüldükleri güne kadar çalıştırılıyordu. Emeklerinin karşılığında ellerine geçen genellikle biraz daha fazla yaşama fırsatı, bazen de çok cüzi miktarlarda da olsa kendilerine ödenen ücretti. Bu “ölüm paraları”nın çeşitli amaçları vardı.
Nazilerin 1933 yılında iktidarı almalarının, başta Yahudiler olmak üzere azınlıklar, komünistler, sosyal demokratlar, sendikacılar ve tüm muhalifler üzerinde ölümcül bir etkisi oldu. Önce, Yahudileri günlük hayattan soyutlayan antisemit kanunlar çıkartıldı. Yahudilerin günlük hayatlarını sürdürmek için yaptığı alışveriş gibi en sıradan faaliyetler bile tutuklanma nedeni haline getirildi.
Bir süre sonra, Yahudiler topluca tutuklanarak toplama kamplarına gönderilmeye başlandı. Yaklaşan İkinci Dünya Savaşı, Nazi savaş ekonomisinin muazzam bir işgücü ihtiyacı duymasına yol açmıştı. Yaklaşık 1941 ortalarına kadar toplama kamplarına gönderilen Yahudilerin “işe yarar” olanları, yani özellikle vasıflı işçiler ve çalışabilecek durumda olanlar derhal öldürülmedi. Kamplarda oluşturulan fabrika ve atölyelerde, Nazi savaş aygıtının ihtiyaçlarını karşılayacak silah, cephane ve üniformalar üretiliyordu.
Bir sosis
Naziler, toplama kamplarına ve gettolara doldurdukları çok sayıda Yahudi’nin isyan etmesini engellemek için şiddete dayanan askerî tedbirlerin yanı sıra, bir dizi sosyal ve psikolojik tedbir de uyguluyordu. “İşçileri” kaçmayı düşünemeyecek kadar korkutmak için işkence ve nedensiz idam, gündelik uygulamalardı. Aç bırakmak, aile fertlerini öldürme tehdidi gibi tedbirlerin yanı sıra, para ile ödüllendirme suretiyle tutsak işçiler arasında ayrıcalıklı bir “öteki” zümresi yaratılıyordu. İyi çalışmaları para ile ödüllendirilen “işçiler”e, bu felaket sona erinceye kadar bu şekilde idare etmek, sıkı çalışarak arada sırada sigara satın alabilmek, yemeğine bir sosis koyabilmek umudu veriliyordu.
Dış dünyaya Nazilerin Yahudilere ne kadar iyi davrandığını göstermek için kurulan Theresienstadt ve Litzmannstadt toplama kamplarında tutsakların günlük hayatlarını sürdürmelerinde para kullanmalarına izin veriliyordu. Ancak bu paralar dolaşımda olan Alman, Polonya ya da Çek paraları değildi; toplama kamplarının ve gettoların her biri kendi parasını bastırmış ve dolaşıma sokmuştu. Bunun birkaç nedeni vardı.
Her şeyden önce, olası bir kaçma durumunda tutsakların elinde dışarıda işe yarayabilecek bir para olmaması gerekiyordu. İkincisi, bu para tutsak “işçileri” daha da fazla sömürmenin aracı olarak kullanılıyordu. Tutsaklara dış dünyadan nakit para veya eşya gönderildiği zaman, bunlara el konulup bunların değeri kadar kamp parası veriliyordu. Ancak kamp parası ile “kantinden” alabilecekleri, kendilerine gönderilenlerin değerinin ancak çok az bir kısmıydı.
On emir
Theresienstadt gibi bazı toplama kamplarında Prag Millî Bankası’nda basılan 1, 2, 5, 10, 20, 50 ve 100 Kron tutarında paralar kullanılıyordu. Paraların üzerinde elinde ‘on emir’ bulunan Musa resmi ve Yahudilikle ilgili simgeler vardı. “Makbuz” olarak tanımlanan paranın değerini gösteren ibarenin altında ise şu sözler yazılıydı: “Bu makbuzun sahtesini yapan, tahrif eden, sahte veya tahrif edilmiş makbuzları dolaşıma sokanlar, en ağır şekilde cezalandırılacaktır.”
Oysa kamp ve gettolarda zaten kötü yaşam koşulları, açlık, idam gibi nedenlerle hergün yüzlerce kişi ölüyordu. En küçük bir “suç” için tutsaklar oldukları yerde vurulup öldürülüyordu. Paraların üzerinde yazanlar trajik bir şaka gibiydi.
Savaş bittiğinde, toplama kamplarında çuvallar dolusu ölüm parası ele geçirildi. Bir şekilde hayatta kalabilen tutsaklar artık “gerçek” paralarla yüz yüze kalacak, toplama kampı ve getto koşullarıyla kıyas kabul etmese bile, “gerçek” paraların işlev ve hükmünün de gerçekte pek farklı olmadığını görecekti.
Marx’ın dediği gibi, “Her şeyi satın alabilme özelliğine sahip oluşuyla, tüm nesneleri kendine mal edebilme özelliğine sahip oluşuyla, yüksek dereceden sahip olmanın nesnesi” olan para, toplama kamplarında ölümün ta kendisiydi. “Normal” dönemlerde de çok zaman olabildiği gibi.
Kamp parasıyla ne alınır?
Dış dünyada zaten bir geçerliği olmayan paralarla sadece kamp ve gettolardaki kantinlerden alışveriş yapılabiliyordu. Kantinlerde ender de olsa sigara ve yiyecek bulunuyordu, fakat genelde tutsakların günlük hayatlarında işe yaramayan şeylerdi satılanlar. Dachau Toplama Kampı’nın Zámecnik isimli eski bir tutsağı, Dachau Böyle Bir Yerdi adlı kitabında şunları anlatır: “Kantinde satılan yiyecekler genellikle bozuk ve çürüktü, sigaralar en kötü kaliteydi. Zaten bunlar bulunmuyordu da. Ama bakalit bardak, pudra kutusu, tarak gibi işe yaramayan şeyler her zaman mevcuttu.” Tutsakların saçlarının sıfıra vurdurulduğu bir yerde tarak satılıyordu!
Tüm çabalara rağmen üretimin giderek düşmesi, SS şefi Heinrich Himmler’i başka tedbirler de almaya zorladı. Tutsakları daha hızlı ve iyi çalışmaya özendirmek için, toplama kamplarına genelev kurulmasını önerdi. Öneri kabul edildi ve özellikle üretim yapılan toplama kamplarına genelevler kuruldu.
Bu genelevlerde yine tutsak kadınlar zorla çalıştırılıyordu. Bazılarına birkaç aylık bir “çalışmadan” sonra serbest bırakılacakları söyleniyor, ancak “işe yaramayacak” hale gelen kadınlar özgürlüğe değil, ölüm kamplarına gönderiliyordu. Genelevden yararlanmak isteyen tutsaklar, taleplerini matbu bir dilekçe doldurarak kamp yönetimine bildirmek zorundaydı. Ele geçirilen Nazi belgelerinden anlaşıldığına göre, talebin kabul edilmesi durumunda tutsaklar 1943 yılına kadar 2 Mark karşılığı ölüm parasıyla genelevden faydalanabiliyordu. Bu ücret 1944’te 1 Mark’a düşürüldü. Bu paranın 90 Pfennig’ini zorla çalıştırılan kadınlar, 10 Pfennig’ini de yine birer tutsak olan “nöbetçi” kadınlar alıyordu.