Jonathan Neale
Jem Bendell’in “Deep Adaptation: A Map for Navigating Climate Tragedy” adlı makalesini (Derin Adaptasyon: İklim Trajedisi için Seyir Haritası, www.lifeworth.com) çok sayıda kişi (son baktığımda 350.000) internetten indirdi.
Ben burada Bendell’in söz ettiği konulardan birini geliştirmek istiyorum: Toplumsal çöküş.
Sözünü ettiğim makaleyi henüz okumamış olanlar için, Bendell’in vurguladığı üç önemli gerçek var.
Üç gerçek
Birincisi, iklim değişikliği bilim insanlarının öngördüğünden çok daha hızlı ilerliyor. İşler şu anda hayatta olanlarımızın ömrü içinde çok kötüye gidecek. Bunun ne kadar kötü olacağını ya da hangi hızda gerçekleşeceğini bilmiyoruz ve bilemeyiz.
Bendell’in konuştuğu herkes öngörülerini kendi politik inançlarına dayandırıyor. Bu, benim konuştuğum kişiler için de geçerli.
Bendell, toplumsal çöküşün kaçınılmaz, felaketin olası ve yok oluşun mümkün olduğunu düşünmeyi tercih ediyor. Benim de tahminim bu yönde.
İkinci gerçek: Bilim insanları birçok nedenle iklim değişikliğinin boyutunu ve yol açtığı tehlikeleri önemsiz gösterme ve halkı korkutmama baskısı altında.
Sivil toplum örgütleri, felaketin boyutlarını gizlemek ve sorunu ortadan kaldırmayacak çözümleri öne sürmek için hükümetler ve şirketlerle sürekli gizli görüşmeler yapıyor. Bilim insanları ve STK’lar bunu yapıyor çünkü kendilerine fon veren kuruluşlar bunu yapmalarını talep ediyor.
Üçüncü gerçek: Bendell, gelmekte olanı kabullenmenin başlangıçta zor olduğunu söylüyor. Bence de öyle.
İklim siyaseti
İklim siyaseti ile ilgilenmeye serbest yazar olduğum ve 2004’te iklim değişikliği ile ilgili bir kitap yazmaya karar verdiğim için başladım. Allah günahlarımı affetsin, böyle bir kitabın ilginç olacağını ve iyi satacağını düşünmüştüm.
Bir iklim eylemi grubuna katıldım ve okumaya başladım. Birkaç ay sonra, aylar boyunca çoğu gece aynı kâbusu görmeye başladım: İnsanlara bir şeyler anlatmaya çalışıyordum ve kimse beni dinlemiyordu.
Olan şuydu; okuduklarımın olası sonuçlarını anlıyordum. Bunun bir nedeni bilimi ciddiye almam ve rakamlardan anlamamdı. Diğer nedeni ise toplumsal çöküş kavramını zaten anlıyor olmamdı.
Bu, yeterince kötüydü. Eğer harekete geçmezsek neler olacağını biliyordum. Sonra, 2009’da BM iklim görüşmelerinin sonunda, bir Cuma günü öğle vakti Kopenhag’da Barack Obama’nın diğer ülkelere kabul ettirdiği anlaşma metnini okudum.
Bu metin, Kyoto anlaşmasını sonlandırıyordu ve bundan böyle, hiçbir devletin emisyonlarda kesintiye gitmek zorunda olmadığını söylüyordu. Her devlet emisyonu ne kadar azaltmak ya da artırmak istediğine kendisi karar verebilecekti. 2015’teki Paris görüşmeleri bunu 2035’e kadar uzattı.
Obama’nın ne yaptığını hemen anlamıştım. Bu metin, bir kuşağın harekete geçmesi olasılığını sona erdiriyordu. O andan beri, toplumsal çöküşün gelmekte olduğunu anlıyorum.
Anılar
Sürekli anımsadığım iki hatıra var. Bir tanesinde altı yaşındayım. Mr. Dhillon, babamın Hindistan’da Pencap eyaletinde bir şehir olan Ludhiana’daki en yakın arkadaşıydı. Mr. Dhillon bana bölünme [Hindistan ve Pakistan’ın bölünmesi] sırasında evlerinin – verandanın sanırım – altında bir Müslümanı sakladıklarını anlatıyor. Mr. Dhillon, bana yukarıdan bakarak gülümsüyor. Gurur duyduğunu görebiliyorum. O Müslüman’ın hayatını kurtardıklarını anlatıyor. Altı yaşıma dair hatırladığım çok az anı var, fakat bunu net bir şekilde anımsıyorum.
O zamanlar Pakistan ile Hindistan’ın bölünmesinin üzerinden çok geçmemişti. Henüz yedi yıl olmuştu, yani bölünme benden sadece bir yaş daha büyüktü. Mr. Dhillon’un bana anlattığı şey onun için önemliydi çünkü ailesi dışında bildiği, tanıdığı hiç kimse böyle bir şey yapmamıştı.
Pencap’ta birkaç hafta içinde bir milyon kişi ölmüştü. Yarısı Müslümanlar tarafından öldürülen Hindu ve Sih’ler, diğer yarısı da Hindu ve Sih’ler tarafından öldürülen Müslümanlardı. Ben, katliamları yapanların bizim gibi insanlar, çevremizde tanıdığımız, bildiğimiz insanlar olduğunu bilerek büyüdüm. Ve çok azımızın Mr. Dhillon’ın ailesi olacak kadar şanslı olduğunu. Ve onun bana anlatmaya çalıştığı şeyin ailesinin yaptığını örnek almam gerektiği olduğunu.
Korkunç kıtlık
Diğer anımda, Afganistan’ın güney batısında bulunan Laşkargah’da ilk alan çalışmasına başlayan yirmi üç yaşında genç bir antropoloğum. Akşam yemeği için şehirdeki tek otele doğru yürürken yolun kenarında duran bir gencin yanından geçtim. Sessizce bir şey söyledi. Ne dediğini anladığımda kendisini hayli geçmiştim. Kendimle gurur duyuyordum. Bu, ders dışında anladığım ilk Afganca cümleydi. Ancak gence geri dönemeyecek kadar utangaç ya da çekingendim. “Açım” demişti.
Laşkargah’ın kuzeyinde korkunç bir kıtlık başlıyordu. Birkaç hafta içinde anladım ki o çocuk bu kıtlığın yol açtığı açlıktan kaçan bir mülteciydi. Şimdi biliyorum ki bu kıtlık, iklim değişikliğinin yol açtığı kuraklık sonucu ortaya çıkmıştı. Aynı zamanda bütün kıtlıklar gibi eşitsizlik ve zulmün sonucuydu.
Ülkenin kuzeyinde hükümet yabancı yardımlarla gelen tahılı dağıtıyordu. Bölge müdürlüğü görevlileri, aç insanların yiyecekleri almaması için kentin ortasında tahıl yığının çevresine asker dikmişti. Yoksullar, görevlilerden normal fiyatının dört beş katına buğday alabilmek için topraklarını zenginlere yok pahasına satmıştı.
Sonsuz keder
Bir arkadaşım, açlık çeken insanlara neden tahıl yığınını yağmalamadıklarını sordu. Aldığı cevaplardan biri şöyleydi: “Kralın uçakları var. Gelir bizi vururlar.”
Bunlar, Amerika’da eğitilmiş pilotlar tarafından uçurulan Rus uçaklarıydı. USAid [ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı] gönderdiği tahıl yardımına ne olduğunu biliyordu. Bunu biliyorum, çünkü USAid’i yöneten adamın eşi ve kızı bana bunları Kabil’deki güzel evlerinde viski içerken anlatmıştı. Üzgünlerdi, çünkü kadın eşine ve kız babasına hiçbir şey yaptıramıyordu.
Bu hikâyeyi o günden beri defalarca anlattım. Öldüğüm güne kadar da, sıkıcı olmak pahasına, anlatmaya devam edeceğim. Bunu, ciddi boyutlarda bir iklim değişikliğinin nasıl bir şey olduğuna (ve daha şimdiden milyonlar tarafından nasıl deneyimlendiğine) dikkat çekmek için yapacağım.
Hiç kimse o tahıl yığınını yağmalamaya cesaret edemedi. Fakat ‘solcu diktatör’ Daud (Kralın kuzeni) iki yıl sonra darbe yaptığında hiç kimse Kral’ı savunmak için kendini feda etmedi. Kıtlık, onun laneti olmuştu. Ve dört yıl sonra komünistler Daud’a karşı darbe yaptıklarında kimse Kral’ın kuzeni Daud için de mücadele etmedi.
Afgan siyasetinin bundan sonraki hikâyesi çok karmaşık. Fakat yönelimi çok açık: Savaş ardına savaş, ihanet ardına ihanet, sonsuz keder. Arka planda her zaman bütün Orta Asya’da on yıllar boyunca süren yağışsızlık.
Toplumsal çöküş
Afganistan’ın trajedisini sadece iklim değişikliğine indirgemek hata olur. Bu trajedide rol oynayan çok sayıda faktör, büyük güç, Rusya ve ABD’nin tarif edilemez derecede vahşi işgalleri ve sahtekâr aç gözlü direniş liderleri var. Fakat dünyamızda iklim değişikliği giderek bu tür trajedilerde lokomotif işlevi görüyor.
Çoğu kişinin ‘toplumsal çöküş’ten anladığı Hindistan-Pakistan bölünmesi sırasında yaşanan katliamlar ve Afgan trajedisi değil. Bendell toplumsal çöküşün ne olduğunu açıkça ifade ediyor: “Açlık, yıkım, göç, hastalık ve savaş.” Haklı.
Fakat birçok kişinin toplumsal çöküşten kastettiği, distopik filmlerde tekrar tekrar gördüklerimiz. Yollarda başıboş şekilde dolaşan, çöplerle beslenen ve kendilerini sorunlardan uzak tutmak için kırılgan ittifaklar kuran, korku içinde vahşiler. Ama hiç de böyle olmayacak.
Organize olmayan vahşi adamlar fantezisi, on yedinci yüzyılda yaşayan İngiliz egemen sınıfı düşünürü Hobbes’a kadar gider. Hobbes, bütün insanların birbiriyle savaşmasının ancak devletin sıkı gözetimi sayesinde engellenebildiğini düşünüyordu. Bu, bütün elitlerin eski bir fantezisidir, çünkü en çok korktukları şey geri kalanımızın onların demir pençesini gevşetmesidir. Bu, ayrıcalıklı koşullarda büyümüş olanlara hâlâ çok çekici gelen bir fantezi. Bu, iklim değişikliğinin “sivil karmaşa” anlamına geleceği uyarısını yapan Pentagon’u bu uyarıyı yapmaya yönelten fantezi.
Milyonlarca ölü
‘Toplumsal çöküş’ görüşünün en etkili savunucularından biri de Jared Diamond. Birçok arkadaşım Jared Diamond’un Çöküş kitabını (Pegasus Yayınları, 2019) çok seviyor, çünkü kitabı iklimle ilgili bir uyarı olarak görüyorlar.
Oysa Diamond arka arkaya, medeniyetlerin çevreyi çok fazla zorladıkları için nasıl çöktükleri hakkında tarihsel açıdan doğru olmayan bir dizi öykü anlatıyor. Gerçekte bu öykülerin çoğu bir nüfusun tiranlığı nasıl devirdiği ve daha dar çaplı, daha eşitlikçi topluluklar hâlinde yaşamaya geri döndüğüyle ilgili.
Ama karşı karşıya kalacağımız şey bu da olmayacak. İklim değişikliğinden kaynaklanan ‘toplumsal çöküş’ün nasıl bir şey olacağını bilmek için modern tarihte yeterince dehşet deneyimine sahibiz. Yirminci yüzyılın ortasında altmış milyon insanın öldürülmesini düşünün. Muhtemelen karşı karşıya kalacağımız sayı bundan daha az olacak, ama üzerine düşünmek için iyi bir örnek.
Bu altmış milyon arasında Stalingrad’ın ölüm tarlalarını düşünün. Altı milyon ölü Yahudi ve Çingene’yi düşünün. Atlee ve Churchill hükümetleri, Hindistan demiryollarında tahıl değil savaş malzemesi taşımak gerektiğine karar verdikleri için Bengal kıtlığı sırasında ölen iki ya da üç milyon insanı düşünün.
Kuzey Vietnam’da kıtlıktan dolayı bir milyon kişi öldü, çünkü Japon ordusu da aynı kararı vermişti. Kuzey Çin’deki kıtlıkta üç milyondan fazla insan öldü. Ve sonra Hiroşima ve Nagasaki’deki ölümler var. (ABD Hava Kuvvetleri bu iki şehri bombaladı, çünkü ilk bombadan sonra savaş kazanılmış olmasına rağmen test etmeleri gereken bir bomba tasarımı daha vardı.)
Ya da Japonya’nın hemen hemen bütün şehirlerine atılan ve atom bombalarından daha fazla sayıda insanı daha fazla acıya yol açarak öldüren yangın bombalarını düşünün. Ve Stalin’in toplu göç ettirme operasyonlarını ve kamplarını düşünün. Hindistan’da Bölünme sırasında öldürülenleri. Milyonlarca ölü askeri. Her yanda tecavüze uğrayan on milyonları.
Yeşil eşitsizlik
Tüm bunlar yaklaşık rakamlar tabii. Kimse tam olarak saymaya zahmet etmiyordu çünkü.
Bu felaketlerin hiçbiri yıkıntılar arasında başıboş şekilde dolaşan vahşi insan grupları tarafından gerçekleştirilmedi. Bunların hepsini devletler ve kitlesel siyasî hareketler yaptı.
Toplum dağılmadı. Paramparça olmadı. Toplum yoğunlaştı. Güç yoğunlaştı ve bölündü ve bu güçler bizi birbirimize öldürttü. İklim değişikliğinden kaynaklı toplumsal çöküşün de bu şekilde olacağını öngörmek mantıklı görünüyor. Eğer şanslıysak ölü sayısı beş kat daha fazla olur; eğer şansımız yoksa yirmi beş kat.
Bunu unutmayın, çünkü iklim değişikliğinden kaçma zamanı sizin için geldiğinde, başıboş dolaşan bir kaç kıllı motosikletçi biçiminde gelmeyecek. Sokaklarda tanklar ve ordu ya da iktidarı ele geçiren faşistler şeklinde gelecek.
Bu generaller, çok çevreci bir dil kullanıyor olacak. Ekonomik küçülme gereğinden ve küresel ekolojinin sınırlarından bahsedecekler. Çok fazla tükettiğimizi, çok aç gözlü olduğumuzu ve şimdi Gezegen Ana için kemerleri sıkmamız gerektiğini anlatacaklar.
Bizler kemerlerimizi sıkacağız, acı çekeceğiz ve onlar da kocaman yeni bir tür yeşil eşitsizlik inşa edecek. Ve ekolojik serbest düşüşün yaşandığı bir dünyada, yarattıkları eşitsizliği muhafaza etmek eşi benzeri görülmemiş bir zulüm gerektirecek.
Torunlarımız
Yeni yöneticilerimiz, yeni ırkçılıkların alevini harlayacak. Aç evsizler topluluğunu neden duvarın öbür tarafında tutmak zorunda olduğumuzu açıklayacaklar. Neden, ne yazık ki, onları vurmamız ya da boğulmalarına izin vermemiz gerektiğini anlatacaklar.
Neden, maalesef, duvarın öbür yanındaki çölde ya da denizin öte yanında kurulmuş olan mülteci kamplarına ayıracak gıdamız kalmadığını anlatacaklar. Duvarın bu tarafında olan ama duvarın diğer tarafındakilere benzeyen insanların neden düşmanımız olduğunu anlatacaklar. Neden savaşmak zorunda olduğumuzu anlatacaklar.
Bu sesleri duymak çok kolay, çünkü daha şimdiden bu sesler her yanımızda duyuluyor.
Sık sık torunlarımı düşünüyorum. Bence Bendall’ın zamanlaması doğru: “şu anda yaşayanların ömrü içinde” diyor. On iki yıl içinde değil. Bence bu mümkün, fakat olası değil. Benim torunlarımın yaşam süresi içinde olması daha muhtemel. Tabii ki onların ölmesinden endişeleniyorum. Fakat aslında gerçekten koktuğum şey bu değil. Ben, daha çok, onların görmek ve hayatta kalmak için yapmak zorunda kalacakları şeylerden korkuyorum.
Ortalıkta başıboş dolaşan vahşiler versiyonu sadece bir hata değil. Bu, devleti gizleyen bir yalan. Fakat bu, aynı zamanda, Mr. Dhillon’un bana söylediği şeyi de gizliyor. Altı yaşındaki bana, onların bizim komşumuz olduğunu söylüyordu. Çünkü bu onun için önemliydi ve benim bilmem gereken bir şeydi. O komşular, sizin çocuklarınız olacak, ya da torunlarınız.
Fail olmak
İnsanların toplumsal çöküş yaşadığı yerlere bakarsanız, herkesin fail olabileceğini görürsünüz. Yakın Suriye tarihini bilen herkes, kişinin kendisini nasıl bir Hristiyan ölüm mangasının, bir Hizbullah ölüm mangasının, bir IŞİD ölüm mangasının içinde bulabileceğini; ya da Sunni Müslümanların Amerikalılar tarafından öldürülmesi çağrısı yapan Kürt bir gözlemci, Amerikan özel kuvvetlerinde bir asker, bir Rus pilot, hayat kurtaran Beyaz Miğferliler’de bir sağlık görevlisi, Özgür Suriye Ordusu’nda bir asker, bir acil durum odasında hayat kurtaran Esadçı bir hemşire, Esadçı bir işkence kampında bir mahkûm, Akdeniz sahilinde ölmüş çocuğunu kucağında taşıyan bir baba olabileceğini anlar.
Son kırk yılda Afganistan ya da Somali’de yaşamış bir kişi de aynı şeyi anlayabilir. Nerede doğduğumuz ve neler yaşadığımız tesadüflere bağlı. Hepimizin başına gelebilir.
Ve tabii ki doğru seçimler ve yanlış seçimler var. Aradaki fark önemli ve bu ikisi arasında kan nehirleri var. Fakat kendimizin ya da sevdiklerimizin doğru tarafta olacağını varsayamayız. Trajedinin bir yanı da bu.
Suriye. Afganistan. Somali. Darfur. Güney Sudan. Somali. Eritre. Irak. Haiti. Kongo. Tarih bu ülkelerin işgal edilmesiyle dolu. Çoğu Amerikan işgali. Kongo dışında hemen hemen hepsinde ciddi boyutta iklim değişikliği var. İklim değişikliği henüz bu ülkelerdeki çöküşün temel belirleyici faktörü değil. Henüz.
Darfur ve Çad hariç. Buralarda olanlar inanılmaz derecede karmaşık ve kısmen Çin ve ABD arasında vekaleten devam eden bir petrol savaşının sonucu. Fakat 1968’de Darfur ve Çad’a yağmur yağmadı ve sonraki yıllarda da yağmur eski düzeyine hiç dönmedi. Bazı yıllar biraz daha iyi, bazı yıllar ise kıtlık tehlikesi doğuyor. Buralarda yaşananlar özünde çobanlarla çiftçiler arasında, giderek yok olmakta olan otlaklar üzerine bir savaş.
Sosyalist çözümler
Hiçbir zaman sadece iklim değişikliğinden kaynaklanan bir dehşet yaşanmayacak. Bu felaket her zaman üzerinde kapitalizmin ve imparatorluğun döktüğü kan ve yarattığı pisliklerle beraber gelecek.
Bilim insanları ve çevreciler iklim değişikliği sorununu keşfetti. Bize onunla ilgili her şeyi anlattılar. Harika. Onlar olmasaydı meseleyi anlamadan cehennemi boylayacaktık. Ve artık insanların çoğu biliyor. Bu büyük bir başarı.
Fakat bilim insanları ve çevreciler muhafazakâr insanlar. Çevre hareketi büyük ölçüde beyaz, büyük ölçüde sosyetik, büyük ölçüde zengin kuzeyde. Çoğu çevrecinin kalbinde yatan amaç küçük çaplı bir iş insanı olmak.
İklim değişikliğinin ceremesini çekenlerin çoğu küresel güneyde yaşıyor ya da yoksul ya da zengin ülkelerde yaşayan beyaz olmayan insanlar. Fakat iklim değişikliği hareketi yoksul ülkelerde hâlâ küçük.
İhtiyacımız olan çözümler, sosyalist çözümler. Sendika aktivistlerinin her zaman sevdiği türden. Şu anda dünyayı yeniden düzenlemek için yüz elli milyon iklim istihdamına ihtiyacımız var. Özel sektörde değil, kamu sektöründe.
Siyasî alternatif
Ancak çok yakın zamana kadar sendikalar iklim değişikliği konusunda hiçbir şey yapmadı. Sosyalistler çok daha azını yaptı.
Bu bölünmeye verilebilecek iki olası tepki var. Birincisi, diğer tarafı eleştirmek. Sosyalistler, anarşistler ve sendikacılar, Yokoluş İsyanı’nın iklim adaletini anlamayan bir grup sosyetik insan olduğunu iddia ediyor. Çevreciler ise, sosyalistlerin ve sendikacıların hiçbir şey yapmadığını söylüyor.
Başka bir siyasî alternatif daha doğuyor ama. Ben sendikaların yaptıklarına hep dahil oldum ve yaptıklarımız küçük işler de olsa, öğrenci grevlerine katılanların dünyanın her yerinde bizim söylediklerimizi tekrarladığını duyuyorum. Yeni Yeşil Anlaşma’dan ve iklim istihdamından söz ediyorlar, çünkü mantıklı olan tek çözüm bu. Geçen hafta Greta Thunberg’in grev çağrısı yaptığını duydum.
Şimdi dünyadaki tüm sendikalı çevre aktivistleri için harekete geçme ve elinden geleni yapma zamanı. Çözümlerimiz var. Herkese anlatın. Daha da önemlisi, arkadaşlarınızı greve çıkarın.
Geçtiğimiz aydan bir başka haber. Mozambik Friends of the Earth (Yeryüzünün Dostları) koordinatörü, Mozambik’teki herkesin artık kasırgaların iklim değişikliği olduğunu anladığını yazdı. Belki abartıyor. Fakat birçok insan artık bunu biliyor. Bu bilgi dünyayı dönüştürebilir.
İklim istihdamı
Kıtlık 1943’te Bengal’i vurduğunda, İngiliz sömürge hükümetine karşı muhalefetin başını çeken Hindistan Ulusal Kongresi hiçbir şey yapmadı. Bağlantılar karmaşık, ama dört yıl sonra bölünme katliamını yaşamalarının nedeni buydu.
Kıtlık 1945’in başlarında Vietnam’ı vurduğunda, dağlardaki ormanlarda yaşayan küçük komünist grupları şehre inerek insanların tahıl silolarını ele geçirmelerine önderlik etti. Bir yıl içinde bütün Kuzey’i kontrol eder hâle geldiler.
Şimdiye kadar iklim değişikliğinin ceremesini en çok çekenlerin çoğu çeşitli isimler altında Tanrı’yı suçladı.
Bir hayalim var. Mozambik’te ya da Güney Afrika’da ya da herhangi bir yerde çöküşün ceremesini çekenlerin Amerikan Büyükelçiliği’ne yürüdüğünü hayal ediyorum. Hayatta kalabilecek kadar az bir miktar para talep ediyorlar. Ve ABD’de sekiz milyon iklim istihdamı talep ediyorlar. Amerikalılar için. Ve Güney Afrika’da bir milyon iklim istihdamı.
Bu hayalden STK’larla ve çevre aktivistleri ile yapılan toplantılarda sık sık söz ediyorum. Hiç hoş karşılanmıyor. Kendilerine fon verenlerle ters düşmek istemiyorlar.
Belirsizlik
Fırtınaların kurbanı olmuş bir milyon insan ya da tarlalarda ürünlerinin ölümünü izlemiş bir milyon çiftçi hayal edin. Onların sokaktaki öfkesini hayal edin. Her şey olabilir.
Askerler kalabalığı tarayabilir. Askerler kalabalığa ateş açabilir. Ya da açmayabilir. Kalabalık büyükelçilikteki insanları linç edebilir ya da etmeyebilir. Washington’da yaşayan siyahlar Beyaz Saray’a yürüyebilir.
Belirsizlik konusunda bir şey daha var. Belki zamanımız vardır. Fakat daha önemlisi, tek bir taşma noktası, sonra geribildirimler ve iklim değişikliğinden kaçma diye bir şey yok. Birçok taşma noktası var ve hepsi bir öncekinden kötü.
Kritik olan, geribildirimlerin temel tetikleyicisi – kömür, petrol ve gazdan kaynaklanan karbondioksit salınımları. Bunun miktarı ne kadar çoksa, geribildirim de o kadar çok olur. Dinozorları ortadan kaldıran kitlesel yokoluş korkunçtu. Fakat Permiyen dönemin sonunda gerçekleşen kitlesel yok oluş jeolojik tarihteki diğer büyük yok oluşların hepsinden daha kötüydü, çünkü tetikleyici faktörler daha kötüydü.
Her bir noktada yavaşlamak ve zararı azaltmak için harekete geçebiliriz. Bu, iyi haber. Ama bu her şeyin yolunda gideceği anlamına gelmiyor.
Askerî diktatörlük
Fakat şunu da unutmayın ki toplumsal çöküş bir son değil. Darfur’u hatırlayın. Orada yağmurlar 1968’de yağmadı. Kuraklık, tecavüz, cinayet, intikam, açlık ve açlıktan ölüm vardı. İnsanlar ölülerini gömdü ve hayatlarına devam etti ve bir süreliğine barış yaptı. Sonra aynı şeyler tekrar etti.
Sonra 1985’te, ilk gerçekten çok kötü olan kıtlığın ortasında, Sudan’ın başkenti Hartum’da halk ayaklandı. Tahıl ambarlarını yağmaladılar, işçiler genel grev yaptı ve askerî diktatörlük devrildi. Tahıl ambarlarını yağmalayanların pek çoğu Darfur ve Batı’daki kıtlıktan kaçan mültecilerdi.
Ana muhalefet partisi iktidara geldi. Ama hükümet halkın ihtiyaçlarını karşılamadı ya da karşılayamadı. Sonra yeniden askerî diktatörlük, daha fazla açlık ve Güney’de ve Darfur’da iç savaş…
Şimdi, Sudan halkı yeniden harekete geçti. Protestoların başlamasının nedeni hükümetin ekmek fiyatlarını üç kat artırmasıydı. Şu anda halk bütün Darfur’da gösteriler düzenliyor. Askerî garnizonların etrafını sarmak üzere yürüyüşler yapıyorlar. Darfur’un merkezinde, yerinden edilmiş insanların yaşadığı kamplardan yürüyüşe geçen kalabalıklar orduya karşı yürüyor, milislerin dağıtılmasını, hapishanelerin açılmasını ve her şeyden önemlisi kendi topraklarına dönmeyi talep ediyorlar.
Bu sürecin nasıl sonuçlanacağını bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Fakat çıkarılacak iki ders var. Birincisi, çöküş yaşadığınız yere ulaştığında ne olduğu. İnsanlar hayatta kalıyor ve dayanıyor. Öğreniyorlar ve yeniden harekete geçiyorlar.
Diğeri şu: Darfur ve Sudan’daki ya da başka yerlerdeki diğer Darfur’lardaki insanlar iklim değişikliğini durdurmayı iş edindikleri gün dünyayı da değiştirebilirler.