Roni Margulies
Çok anlamsız ama Türk solunda çok yaygın olan kullanılan iki kavram var. Biri “ulusalcılık”, biri de “bağımsız Türkiye”.
“Milliyetçilik” kelimesi varken “ulusalcılık” diye bir kavramın icat edilmesine ihtiyaç duyulmuş olması ilginç. Belli ki solun bir kesimi has milliyetçilerden, has faşistlerden ve has darbecilerden kendini ayırdedebilmek için Arapça kökenli bir kelime yerine eşanlamlı öztürkçe bir kelime uydurmak zorunda kaldı. Burada ilginç olan, gerçekte has milliyetçilerden ayırdedilmesi imkânsız olan bir hareketin varlığı değil, bu hareketin niye kendini has milliyetçilerden ayırdetmek ihtiyacı hissettiği, niye kendini solcu zannettiği.
Nitekim, ulusalcılığın pîri olan Doğu Perinçek ve Vatan Partisi son dönemde Erdoğan ve AKP ile kolayca yan yana duruyor. Birine milliyetçi diğerine ulusalcı, birine solcu diğerine sağcı demek mümkün değil; ikisi de milliyetçi, ikisi de sağcı.
“Bağımsız Türkiye” özlemi de, özünde anlamsız olduğu için, garip bir duruma düştü bugünlerde. Hani sağcılar emperyalizmin uşağı, solcular da bağımsızlıkçı olur ya, son dönemde AKP hükümetinin tüm engelleri ve Amerika’nın itirazlarını aşıp Kuzey Suriye’ye girmesi, Amerika’ya nanik çekip Rus füzeleri alması bu sağcı-solcu ayrımını biraz muğlaklaştırdı. Sağcı olduğu belli olan AKP nasıl olur da “bağımsız Türkiye” doğrultusunda böyle güzel adımlar atıyor!
Bunlar ve benzer gelişmeler epey zamandır AKP’nin Kemalistleşmekte olduğu tartışmalarına yol açtı. Hatta Kemalistleşmiş olduğu yaygınca kabul görüyor; tartışma konusu genellikle ne ölçüde ve niye Kemalistleştiği oluyor.
Geçenlerde Karar gazetesinde İbrahim Kiras biraz yüzeysel ve Ali Bayramoğlu daha derinlikli birer yazıyla tartışmaya katıldı.
Bayramoğlu, “10 Kasım, Kemalizm, Ahmet Altan” (14 Kasım 2019) başlıklı yazısında önce Kemalizm’in üç temel unsurunu (“kilit noktasını”) tanımlıyor, sonra da bu unsurların bugün de 17 yıllık AKP iktidarına rağmen büyük ölçüde değişmemiş olarak geçerli olduğunu anlatıyor.
Üç unsur şöyle:
“İlki otoriter laiklik anlayışıydı. İnancı, öznesiyle, nesnesiyle, simgeleriyle kamusal alandan dışlayan, özel alanında bile şekillendirmeye çalışan politikalar…”
Bu biraz değişti, ama “dünün agresif ve düzenleyici laiklik anlayışı demokratik bir anlayışla ikame edilmedi, sadece karşı kimlikçi politikalarla dengelendi.”
“İkincisi milliyetçilik anlayışıydı… Bu anlayış, temelde, gayri Müslim, Müslim her tür köken grubuna uzanan, keskin, agresif ve yasakçı Türkleştirme politikaları üzerine kuruluydu.”
Burada pek bir şey yazmaya bile gerek görmüyor Bayramoğlu: “Agresif milliyetçilik konusuyla, ‘egemenlik, beka, bütünlük’ meselesiyle, buna ilişkin korku ve yasak politikalarıyla ilgili… değişen gerçekten hiç bir şey yok.”
“Üçüncüsü, ilk ikisini mümkün kılacak devlet ve devlet-toplum ilişkisi anlayışıydı. Bu anlayış, hiyerarşik, otoriter, devleti ‘dayatmanın, şekillendirmenin ve korkuların merkezi’ haline getiren, onu toplum karşısında ayrı bir topluluk gibi telakki eden mekanizma üretti.”
Bu unsur da, “özü bakımından” aynıdır, “eski dönemle aynı içeriği taşımaktadır.”
Bayramoğlu’nun yazdıklarında hata yok, ama iki önemli eksik var.
Birincisi şu: Kemalizm’in üç temel unsurundan ikisi (miliyetçilik ve devlet) ile ilgili olarak AKP’nin kurucuları, kurmayları ve tabanı açısından zaten hiçbir sorun yoktu, hiç olmadı. Milliyetçilik ve devletin kutsanması zaten Türkiye muhafazakârlığının temel unsurlarıdır.
Sadece laiklik politikalarının aşırılığı ve dışlayıcılığı onları rahatsız ediyordu. Bu dışlayıcılık (dindarların kamusal ve siyasal hayattan dışlanması ve, daha önemlisi, Müslüman sermayenin büyüme olanaklarından dışlanması) törpülendikten sonra, AKP’nin ve onu destekleyen muhafazakâr tabanın Kemalizm’le bir kavgası kalmadı.
İkincisi de şu: Bayramoğlu’nun saydığı üç temel unsura Kemalizm’in sınıfsal dışlayıcılığını eklemek gerekir. Evet, CHP’nin tabanını oluşturan orta sınıf, eğitimli, “Batılı” kesim ile AKP’nin tabanı arasındaki fark bir yaşam tarzı farkı gibi görünür, ama bu aynı zamanda bir sınıf farkına denk düşer: Başörtülü kadın ve “kaba saba, kıllı, bidon kafalı” erkek sadece dindar değil, aynı zamanda emekçi ve yoksuldur. Bu nedenle küçük ve edilgen görülür, dışlanır. AKP’nin bununla ilgili olarak da hiçbir sorunu olmamıştır ve yoktur.
Kısacası, AKP zaten (laikliğin aşırı uygulamaları dışında) Türkiye devletinin resmî ideolojisine aykırı bir parti değildi. AKP Kemalist devleti değil, Kemalist devlet AKP’yi hazmedemiyordu. Devlet, silahlı kuvvetleriyle, bürokrasisiyle, derin kurumlarıyla ilk yıllarında hükümeti devirmeye kalkışmasaydı hiç sorun yaşamayacaklardı.
Ve artık yaşamıyorlar.