Abdulhalim Karaosmanoğlu
“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin…”
Dünyanın her yerinde kentleşme üzerine endişeyle bir şeyler yazılıp çiziliyor. Bu durum oldukça önemli çünkü daha önce hiçbir dönemde “Kenti karınca yuvası olmaktan çıkararak, nasıl daha iyi bir yer hâline getirebiliriz?” sorusuna yanıt aranmamıştı. Neoliberal akımların megakentler inşa ettiği böylesi dönemde, çevreci bir sol hareket ise bu yeni şehir biçiminin ima ettiği her şeyden korkuyor gibi görünüyor. Bizi sersemleten bu korkunç konumun orta yerinde David Harvey’nin bilgin sesi bizleri, insan arzusunun açgözlülük ve iğrenç para arzusu ile yer değiştirdiği kapitalist dünyanın gerçeği ile yüzleştiriyor.
Mahkûmiyetleri dahi ipotek altına alınan yoksul insanların haciz karşısında evlerinden kitlesel olarak tahliye edilmesinin gerekçesini, dolaysız yoldan halkın bir talebiymiş gibi göstermeye çalışan devletin resmî sosyal politikalarının Kürdistan’da işi nerelere vardırabileceğine şahitlik ettik. Bu nedenledir ki, günümüz koşullarında kent, her şeyden önce, fabrikanın yerini alarak, sermaye birikiminin bir jeneratörü konumuna erişmiştir. Kentte kapitalizm için önemli olan şey üretimden ziyade toprağın rantı ve spekülasyonudur.
Mekânın doğası
Kent olgusunu derinden kavramak için, mekân algısını tartışmaya açmamız gerekir. Mekân üzerine çok söz söylenmiştir, çünkü ancak mekânı anlarsak insan davranışlarını mekâna oturtarak kenti analiz edebiliriz. Harvey, mekânı maddeden bağımsız “kendinde şey” haline getirip mutlak bir kavram olarak algılamamızı ister, ki böylelikle olguların ayırdına varıp yapılarını sınırlayabilelim (Harvey, 2016, s. 18). Sosyal bilimciler için bir sır olarak kalan “Mekânın doğası nedir?” sorusunu yanıtlamaya yönelik çabalar bizi ontolojik bir tartışmaya sürüklemektedir. Bu sorunun yerine “Değişik insan pratikleri nasıl değişik mekân kavramlaştırmaları yaratıp kullanıyor?” sorusunu sorduğumuzda kentselliğin toplumsal süreçler ve mekânsal biçim konularını anlayarak, insan davranışının belirli bir mekâna duyduğu ihtiyacın nasıl doğduğunu, günlük hayatın bile mekânın doğası ve toplumsal süreçlerle derinmiş gibi görünen felsefî sınırları olduğunu kavramış olmaktayız (Harvey, 2016, s. 19).
Son otuz yılda mekân ile toplumsal pratik arasında köklü değişimler yaşanmıştır. Bu sürenin içerisinde toplumsal aktörler de kendi konumlarının mekânsallığını anlamaya başlamıştır. Günlük yaşamda kendini hissettiren bu değişim, mekânın hem bir ürün hem de bir üretici olduğu fikrinin yerleşmesine neden olmuştur. Keza Harvey de (2012) yukarıda verdiğimiz fabrika örneğindeki gibi, küreselleşen sermayenin mekânsal olarak gerçekleştiğini söylemektedir.
Devletlerin mekâna dair izlediği politikalar kentsel dönüşüm üzerine kuruludur. Pencereden dışarı baktığımızda dahi hemen farkedebileceğimiz, marka değeri olan siteler, fahiş fiyatlı araziler, lüks otel ve cafeler, beş yıldızlı bir otel ile aynı konfora sahip hastaneler ve elbette yazımızın sonunda değineceğimiz AVM’ler…
Kentselliğin doğası
Girişte belirttiğimiz üzere, kenti bir fabrika olarak kodlayan Harvey, bu şekilde üretim ile dağıtım arasındaki hengâmeli ayrımın artık yok olduğunu savunmaktadır. Henüz akademide yolun başındayken kendine özgü bir kavram olan kentleşme, bugün trend başlıkların peşinde koşan her akademisyenin kurbanı edilerek disiplinlerarasılaşmıştır. Tam da bu yüzden, kentleşme üzerine okumalar yaptığınızda birbiriyle alakası olduğundan çok emin olamayacağınız çeşitlilikte konular bir araya getirilmektedir.
Oysa mesele orta sınıf bakış açısından kurtulamamış akademisyenlerin kentleşme karşısında duyduğu anksiyetenin çok ötesindedir. Bugün üçüncü dünya ülkelerinde bulunan yoksul kentlerde binlerce insanın evinde tuvalet yoktur. Kentsel dönüşümün rant sağlamadığı yerlerde bulunan gecekonduların yalnızca yüzde onunda tuvalet vardır. Binlerce insan dışarıda sizi beklerken işinizi görmek ne kadar zordur anlayabilirsiniz. Buna bir de kadın olmayı ekleyin. Zira bu durum altındayken kadınlar sağlıklı olmayan ortamlarda, taciz ve tecavüz tehdidi altında yaşamlarını sürdürür. Dünyanın neredeyse her yerinde değişik seviyelerde hissedilen ataerkil değerler yüzünden kadınlar erkekler gibi tuvaletlerini sokaklara yapamamaktadır ve saldırıya uğramamak için akşam olduğunda bir şey yeyip içmemeye gayret göstermektedir. Ders kitaplarında yer almayan bu bilgiyi özel tasarımlı, kuşe kağıda baskılı mimarlık dergilerinde de göremezsiniz. Çünkü onlar daha ilk sayfada, mimarîde her geçen dönem bir adım daha ilerlediğimizi iddia eden editöryal metnin hemen yanında, ödüller kazanmış lüks bir tuvalet imalatçısının reklamını vermektedir.
Ders kitaplarında ve kuşe kağıt mimarlık dergilerinde kendine yer bulamayan Harvey, yukarıda sözünü ettiğimiz nedenlerle kent olgusunun disiplinlearasılaşmasına karşı çıkar, çünkü esas mesele kentselliğin incelenmesi ile disiplinlerin katkılarının anlaşılmasıdır. Kentteki değişimler bu tartışmalar ekseninde evrim geçirerek toplumsal/coğrafî kuram için deneme tahtası olmamalıdır (Harvey, 2016, s. 21-22).
Harvey (2008, s. 187) hayatının büyük bir kısmını geçirdiği Baltimore kentinden yola çıkarak kentleşme üzerine argümanlar geliştirmiştir. Neoliberalizmin etkilerinin zirve yaptığı yılları gözlemleyen düşünür, kentsel dönüşümlerin yaşam düzeylerimizde eşitsizlikler yarattığına işaret eder. Baltimore’un dışında dünyanın her yerinde sağlık ve eğitim gibi temel kaynaklara erişmede yoksullara adaletsiz davranılmakta, gelecek kuşaklara da bu adaletsizlik miras kalmaktadır.
Kapitalizm mikro ölçekte sınıfsal fark yaratırken, makro ölçekte de Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney arasında eşitsiz coğrafyalar inşa etmektedir. Taraflar arasındaki gerilimden doğan ırkçılık gibi önyargılar, yoksul bölgelere yapılmayan altyapı yatırımlarının gerekçesi olarak gösterilmektedir. Bugün Ankara’nın tekinsiz olarak gördüğü Kürdistan’ın dönüşüme uğratılan Sur gibi kentlerinde en son model teknolojik aygıtlarla donatılmış, Kürtlerin zararlı etkilerinden arındırılmış marka değeri olan distopik gettolar satışa çıkarılmaya hazırlanmaktadır.
Doğu/Batı farkının sonucu olarak göç
Kentleşmenin negatif etkilerinden, Doğu/Batı farkının en önemli nedeni olan savaş ve buna bağlı gelişen göçlerden en çok kadınlar etkilenmektedir. Savaşlar ve kentsel dönüşümler yüzünden yerlerinden edilen kadınlar göç ettikleri bölgelerde ekonomik şiddete maruz kalmaktadır. Ülkemizde Kürtlerden bile daha fazla şiddete maruz kalan grup olan Suriyeli göçmenler, Türkçe bilmedikleri için haklarını arayamamakta ve düşük ücretlerle çalışmaya razı olmaktadır. İtiraz edenler de sınırdışı edilmekle, kaçtıkları savaşa geri gönderilmekle tehdit edilmektedir. Sermaye, savaşıyla kendine yeni köleler yaratmayı bu şekilde başarmıştır. Oysa bu insanlar da kent üzerinde hak sahibidirler. Bu nedenle kentin yok edici etkilerine karşı, sosyo-ekonomik haklara sahip olmalıdırlar.
AVM: Orta sınıfın kalesi
AKP devletinin, Kürdistan’da uyguladığı neoliberal kentsel dönüşüm politikaları, direnişi de beraberinde getirmiştir. Sokaklardan, mahkemelere taşınan direniş bazı kazanımlar yarattıysa da, sistemde dönüşüm yaratamamıştır. Çünkü hukukun tükenme noktasına geldiği bir yerde yurttaşların sahip olduğu haklar askıya alınır. Hukuksuzluk o kadar belirgindir ki, canlarının istediği enformel yapıları imar affına dahil etmekte, ama yoksul insanların gecekondularını şehrin görüntüsüne zarar verdikleri gerekçesiyle affın dışında tutmaktadırlar.
Tarihin her döneminde koşullar ne olursa olsun %3 oranında büyümeyi hedefleyen ulus-devletler, büyümelerini sekteye uğratacak gelişmeler karşısında önlem almak yerine, sorunu bir diğer sorunla değiş tokuş etmektedir. 1970’lerden beri yoksullukla mücadele etmek yerine, ucuz işgücünü destekleyip direnenleri de saldırı altında bırakarak yıldırmaya çalışmaktadır. Söz konusu engelleri aşmanın tek yolunu kredi araçlarını devreye sokmak olarak gören devletler, yoksul halkların yoksul insanlarını borçlandırarak sömürmekte, bu şekilde coğrafî üstünlük oluşturmaktadır. Küresel piyasada kendi için göçmen emeği gibi iyi olanaklar yaratmakta ve Türkiye gibi gelişme eğilimi gösteren ülkelere kentsel alanları yeniden yapılandırmayı vadederek, yeni coğrafyalar fethetmektedir (Harvey, 2015). Her ne kadar prime time’da izlediğimiz reality televizyonlarının emlak programlarında insanların, güzel evlerinde refah, huzur, rahat ve güven içinde yaşadığı gösterilmekteyse de, bu konforlu hayat yalnızca %1’lik bir azınlık için reva görülmektedir.
Devlet eşitlik dediğinde bizlerin anlaması gereken, ekonomik anlamda kamu müdahalesinin olmaması, sermayedarlar için tam serbestlik, eşit rekabet koşulları, elitlerin yönetimden eşit pay koparması olmalıdır. Zira gerçekte bizlere reva görülen, barınma, beslenme, eğitim, sağlık gibi temel haklardan dahi yoksunluk ya da en iyi ihtimalle emeğini en fazla ödemeyi yapan kişiye satma hakkıdır.
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi, günümüzde küreselleşmeyle beraber kentler, üretimin mekânı hâline gelmiştir. Sermayenin kentlerdeki cazibe merkezleri, tüketimin mekânsal örgütlenmiş hali olan AVM’ler tüketim kültürünü artıran, zengin ile fakirin arasındaki uçurumu açan, orta sınıfın ideolojisini dayattığı mekânlar olarak değerlendirilmelidir. Bugün orta sınıf kentlilerin AVM’lerde gezerek, yorulduklarında Starbucks’a oturup Güney Amerika köylerinden ithal edilmiş kahvelerini, coğrafyalarından kopartılmış bir kentsel alanda içmesinin artık neredeyse normalleşmesi, “orta sınıfın yaşam alanını ötekine dayatması olarak yorumlanmalıdır.” Mithat Seloğlu’nun yazısında ve zihin açıcı sohbetlerimizde belirttiği üzere, bu dayatma, orta sınıfın doğası gereği fiziksel linç ile değil, söylem düzeyinde gerçekleşmektedir. Burada mesele kişisel olan ile toplumsal olanın ayrımıdır.
Peki çözüm ne? Gerçekleştirmesi zor, ama yanıtı kolay: Savaşmak.
“Vergilere bağlanan, evleri başına yıkılan, her gün her türlü sömürüyü tekrar yaşayan, tacize tecavüze her gün maruz kalan, yok sayılan, kimliği çalınan, köyleri yakılan, toprağından sürülen, geleceği çalınan bütün bir halkın intikamı için savaşmak.”
Sefkan’a selam olsun…
KAYNAKÇA
David Harvey, Umut Mekanları, Metis, 2008.
David Harvey, Sermaye Muamması, Sel, 2012.
David Harvey, Neoliberalizmin Kısa Tarihi, Sel, 2015.
David Harvey, Sosyal Adalet ve Şehir, Metis, 2016.
Mithat Seloğlu, Orta Sınıf Kapsamına Giriş, Akıl Fikir Müessesesi, 2018.