Roni Margulies
Göçmenlerin ırkçılık ve denizle imtihanı yaz aylarına girdiğimiz günlerde iyice acılı, korkunç ve bazen ironik bir hâl aldı.
Birleşmiş Milletler’in sığınmacılarla ilgilenen kurumunun sözcüsü Carlotta Sami, mayıs ayında “Çok yakında müdahale etmezsek, Akdeniz bir kan denizi olacak” dedi. Akdeniz’in yıllardır bir kan denizi olduğunu ve sorunun zaten hükümet müdahalelerinden kaynaklandığını bir kenara bırakırsak, Sami Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya geçmeye çalışan göçmen ve sığınmacıların bu yaz her zamankinden daha fazla ölümle karşı karşıya kalacaklarına dikkat çekiyordu.
İki nedenle. Birincisi, Malta ve İtalya hükümetleri çeşitli Avrupalı STK’ların kurtarma gemilerini engelledi ve derme çatma teknelerle Akdeniz’i geçmeye çalışanların kötü hava ve deniz koşullarıyla karşılaştıklarında artık kurtulma şansı hemen hemen hiç kalmadı.
İkinci neden, Libya’da sürmekte olan savaş. Libya sahillerinde birikmiş olan binlerce göçmen havaların da iyi gitmesinden yararlanarak bir an önce savaştan kaçma derdine düşmüş durumda. Bu koşullarda daha büyük riskleri göze almaya hazırlar.
Yardım kuruluşlarının tahminlerine göre, geçtiğimiz haftalarda 700 göçmen Libya’dan denize açıldı. Yüzde 5’i sahil muhafaza tarafından yakalanıp kamplara geri götürüldü, yüzde 40’ı Malta’ya, yüzde 11’i İtalya’ya ulaştı. Geri kalanına ne olduğu bilinmiyor.
İtalya’ya bu yılın başından bu yana Libya’dan 1940 göçmenin geldiği ve 350 kişinin yolculuk sırasında öldüğü tahmin ediliyor. Ölüm oranı yüzde 20! Ve Birleşmiş Milletler’e göre, Libya’da kamplarda Akdeniz’i geçmeyi amaçlayan 60.000 kişi var.
Bu 60.000 kişinin büyük çoğunluğu Libya’nın doğusundaki ülkelerden gelen insanlar. Ama bir zamandır bizzat Libya’nın kendisi de göçmen sayısına katkıda bulunan bir ülkeye dönüştü. Trablus ve çevresinde sürmekte olan savaş sonucunda şu ana kadar 90.000 Libyalının evini terk etmek zorunda kaldığı tahmin ediliyor. Bunların da bir kısmının savaşsız, ölümsüz, yeni bir hayat umuduyla Akdeniz’i aşmaya çalışacağından kuşku yok.
Libya’nın birkaç parçaya bölünmüş, savaş ve vahşet dolu bir ülke hâline gelmesi 2011 yılında başladı. Nasıl mı? Can havliyle Avrupa’ya ulaşmaya çalışan tüm göçmenlerin ülkelerinde ne olduysa Libya’da da aynısı oldu. Amerika ve Avrupa ülkeye müdahale etti, bombalar yağdırdı. Kaddafi’yi devirmek, Libya’yı özgürleştirmek, Libyalıları kurtarmak için! O günden beri, Kaddafi’den kurtulmuş olan özgür Libya’da savaş ve ölüm kol geziyor.
“Onlar zevki sefa içinde”
Durum buyken, Akdeniz ve Ege’de on binlerce kişi ölümle karşı karşıyayken, Türkiye’de bizler Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz’ı tartışıyorduk. Cevval başkan, Suriyeli mültecilerin sahilde “atla gezip çadır kurmaları ve iç çamaşırlarıyla denize girmeleri” konusunda şikâyetler gelmesi üzerine harekete geçmiş, zabıta ekiplerine talimatlar vermiş, sahili Suriyelilere yasaklamıştı.
Eleştirilere cevap vermek için düzenlediği basın toplantısında Türkyılmaz, “Bizim kültürümüz, geleneğimiz var. Biz geçmişten gelen bütün değerlerimizi koruma sözü verdik. Tüm dünya insanlarının kardeşliğini savunan bir insan olarak Mudanya’mızın kapılarının herkese açık olduğunu söylüyorum. Ancak birlikte yaşayacaksak bunun kuralları olmalıdır. Bunu farklı alanlara tartışmak isteyenlere, hakkımda bu değerlendirmeyi yapanlara aynen iade ediyorum. Kendilerine baksınlar ve ne kadar ırkçı ve faşist olduklarını görsünler. Birlikte yaşam kurallarına uyduktan sonra etnik kökeni, dinî inancı farketmez, barışın ve kardeşliğin, özgürlüklerin kenti Mudanya’da herkese yer var” dedi. Herhalde yasağı ilan ederken söylediği sözleri unutmuş olduğumuzu umuyordu: “Bizim çocuklarımız şehit olurken, analarımız ağlarken, ekonomimiz kötüye giderken onlar [Suriyeliler] zevk-i sefa içinde ya.”
“Zabıtamız gerekeni yapacaktır”
Mudanya Belediyesi’nin özellikle habis olduğu düşünülebilir. Habis olduğu kesin, ama maalesef istisna değildi. Şu gazete haberinde görüldüğü gibi:
“Antalya Gazipaşa Belediyesi’nin haziran ayı meclis toplantısı, Gazipaşa Kültür Merkezi’nde, Başkan Mehmet Ali Yılmaz’ın yönettiği oturumda gerçekleştirildi. Meclis oturumunda CHP’li Ulaş Özgen gündem dışı söz alarak Suriyelilerin Gazipaşa’daki plajlara alınmamasına yönelik önergeyi başkanlık divanına sundu. Başkan Yılmaz, konuyla ilgili siyasî partilerin grup başkanlarından fikirlerini aldı. İlk olarak CHP’li Özgen açıklamada bulundu. Belediye Başkanı Yılmaz da konunun komisyona gönderilmesi yönünde fikir beyan etti. Önergenin gündeme alınarak meclis komisyonuna gönderilip gönderilmemesi oylamaya sunuldu. Oylamada Başkan Yılmaz’la birlikte 10 meclis üyesi komisyona gitmesi yönünde oy kullanırken, 13 meclis üyesi de tersi yönde oy kullandı. Bunun üzerine maddenin gündeme alınıp mecliste görüşülerek, oylanmasına karar verildi.”
Görüşmelerin ardından Suriyelilerin plajlara alınmaması yönündeki madde meclis üyelerinin onayına sunuldu. Başkan Yılmaz’ın çekimser kaldığı oylamada AK Parti’li ve MHP’li üyelerin yedi ret oyuna karşılık, CHP’li ve İYİ Parti’li üyelerin 12 oyuyla önerge kabul edildi.
Meclis oturumunun ardından gazetecilere açıklama yapan Yılmaz, “Sonuçta insan haklarına dikkat etmek durumundayız. İlçemiz aynı zamanda turistik bir bölge. Gelen kişinin vatandaşlık durumuna bakmamamız lazım. Gelen kişi insanlarımızı rahatsız ediyorsa gereğini de yapmamız gerekiyor. Suriyeli olmuş, başka bir ülkenin vatandaşı olmuş önemli değil. Şahsen ben vatandaşlığına, etnik kökenine veya mezhebine bakarak ayrım yapmak taraftarı değilim, doğru olmadığını düşünüyorum. Ama insanların da rahatsız edilmesine göz yumulmaması lazım. Kim rahatsız ederse etsin zabıtamız gerekeni yapacaktır” dedi.
Hem Mudanya hem Gazipaşa belediyelerinin bir yandan ırkçılık yaparken bir yandan da gerçekte çok eşitlikçi ve özgürlükçü olduklarını iddia etmeleri iyice iğrenç. Uyguladıkları ırkçı yasaklar için “halkın şikâyetlerini” bahane etmeleri ise basitçe ikiyüzlülük. Türkiye’nin bütün plajlarında kuşkusuz birbirlerinden rahatsız olan, şikâyetçi olan çeşit çeşit insan vardır. Bu şikâyetler temelinde tüm bir etnik grup hakkında sonuçlar çıkarmak ve politikalar uygulamak ırkçılıktan başka bir şey değildir. İstedikleri kadar “özgürlükler kenti Mudanya” diye yırtınsınlar.
“Neşeli tavırlar”
Gemlik’te Kumsaz plajında Suriyelilere yasak uygulanıyor mu, bilemiyorum. Ama şu gazete haberinden anlaşılıyor ki, yine “şikâyetler” var, yine yasak konusunu gündeme getirmek isteyenler var:
“Türkiye’ye gelen Suriyeli mültecilerin önemli bölümü Bursa ve çevresini tercih etmişti. Son üç yıldır yaz aylarında sahil bölgelerini mesken tutan Suriyelilerin Kumsaz plajına ilgileri sürüyor.
Bayram tatili dolayısıyla Gemlik ve çevresindeki tatil bölgeleri dolarken, Kumsaz bölgesi Suriyelilerin öncelikli tercihi oldu. Sahilde nargile eşliğinde piknik yapan Suriyelilerin neşeli tavırlar sergilemesi dikkatlerden kaçmadı. Bir kısım Suriyeli genç sahilde halay çekti.
Gencali ve Kumsazbölgesinde yaşayan vatandaşlar yaz dönemindeki kötü görüntü ve düzensizlikten şikâyet ederken, çevrede çadırlar kurulmasından rahatsızlık duyduklarını belirttiler. Bölgede bulunan oyun parkları ve Büyükşehir tarafından yapılan yerlerin de çadır olarak kullanıldığı ve çoğunun zarar gördüğü öne sürüldü.”
Bu haberin diline bilmem dikkat çekmem gerekiyor mu? Örneğin, “Suriyelilerin neşeli tavırlar sergilemesi dikkatlerden kaçmadı” nasıl bir habercilik anlayışıdır? Kimlerin dikkatinden kaçmadı? Niye kaçmadı? Suriyelilerin plajda oturup neşeli olmaması, ağlayıp dövünmesi mi bekleniyordu?
412 numaralı ada
CHP’liler, İYİ Parti’liler ve medya Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olarak plajlardaki Suriyelilerle ilgilenirken, gerçek sorunun ne olduğu gün gibi aşikâr: Suriyelilerin plajlarda sergilediği “neşeli tavırlar” değil, hükümetlerin uyguladığı politikalar sonucunda denizi aşmaya çalışırken ölmeleri.
Geçen yıl Ekim ayında yayınlanan bir habere göre, “Avrupa’ya kaçak yollardan giriş yapmak isterken yaşamını yitiren mültecilerden kimlikleri tespit edilenlerin cenazeleri, yakınları tarafından ülkelerine götürülüyor. Sahibi çıkmayan ya da kimlik tespiti yapılamayan cenazeler ise İzmir Büyükşehir Belediyesinin Doğançay’daki mezarlığında, 412 numaralı adada defnediliyor.”
Haberin devamı şöyle: “Kimliği tespit edilemeyen veya hiçbir yakını bulanamayan ‘kimsesiz’ mülteciler için Doğançay Mezarlığı’nda iki dönümlük alanda 1200 gömünün yapılabileceği mezarlık alanı ayrılmış. 2015 yılında yedi kadın, iki bebek ve 12 erkek olmak üzere 21, 2016 yılında 28 kadın, 12 erkek, sekiz bebek olmak üzere 48, 2017 yılında ise dokuz mültecinin gömüldüğü mezarlıkta kimilerinin ismi bile yok. Kimsesiz olanların sayısı ise 39. Onları birbirinden ayırt eden sadece baş uçlarındaki siyah tabelada yazan numaralar.”
Ben bu yazıyı yazarken, Midilli adası açıklarında göçmen taşıyan bir tekne battı, en az altı kişi boğularak hayatını kaybetti. Anadolu Ajansı’nın haberine göre, “Yaklaşık 80 kişiyi taşıdığı tahmin edilen bot adanın 2,5 mil açığında devrildi. Yunan Sahil Güvenlik ve Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı ekiplerinin yaptığı arama kurtarma çalışmalarında 58 kişiye sağ olarak ulaşıldı.”
Suriyeli Hüsnü Kürdi
Mudanya ve Gazipaşa belediye başkanları, uyguladıkları yasak sonucunda ağır eleştirilere maruz kalınca kendilerini savunmak, geri adım atmak, ırkçı olmadıklarını iddia etmek zorunda kaldı. Çıkarmamız gereken sonuç açık: Irkçılığı, göçmen düşmanlığını her yerde teşhir etmek, eleştirmek, engellemeye çalışmak gerek.
Aktarmak istediğim son haberin başlığı şöyle: “Beyoğlu’nda denize düşen genç kadını çarşı iznindeki asker kurtardı.” Haber de şu: “Onbaşı Fırat Kapağan çarşı iznine çıkıp geldiği Karaköy sahilinde arkadaşlarıyla gezmeye başladı. Bu sırada denize düşen genç kadını gören Kapağan denize atladı, açığa doğru sürüklenen ve boğulmak üzere olan kadını kurtardı. Daha sonra denize atlayan 14 yaşındaki Suriyeli Hüsnü Kürdi’nin yardımıyla da genç kadın denizden çıkarıldı.
Kürdi, ‘Kız atladı. Önce bir kişi kurtarmak için atladı, sonra ben de atladım, kurtardık iskeleye çıkardık’ diye konuştu.”
Demek ki, deniz, plaj ve boğulma tehlikesi söz konusu olunca, kimin Suriyeli kimin Türkiyeli olduğu fark etmiyormuş. Ayırım yapmamak gerekiyormuş.