Karel Čapek
Atalarımız, özellikle de bize manen öncülük etmiş olanlar temel olarak evrimci bir felsefeye bağlıydı. Pek çok nedenden dolayı, dünyadaki her şeyin yavaş yavaş, aşamalı bir evrim aracılığıyla başlayıp değiştiğine inanıyorlardı.
Mesela onlara göre, tek hücreli bir yaratık milyonlarca yıl içinde gitgide daha yüksek bir düzeye ulaşacak şekilde gelişmiş ve sonunda bir sütçü beygiri olmuştu. Ya da bir amip, çağlar boyunca sürekli değişip kendini geliştirmiş, sonunda büyük bir işadamı ya da üniversitede profesör olmuştu. Aynı süreç birkaç bin yıl içinde bir banka genel müdürünü süpermene de dönüştürebilirdi belki. Bu evrim teorisi henüz yanlışlanmadı ama gitgide daha karmaşık hâle geliyor ve ayrıntıya indikçe bütün bu her şeyin aslında nasıl gerçekleştiğini kafada canlandırmak giderek zorlaşıyor. Her şeye rağmen evrim kavramı düşüncelerimizin ve alışkanlıklarımızın çok derinlerine nüfuz etmiş durumda: Her şeyin evrim geçirip değiştiğini söylüyoruz; bütün bu şeylerin daha da evrimleşmesini beklememiz gerektiğini belirtiyoruz; bu dönüşüm ve evrimin gelecekte dertlerimize derman olacağını iddia ediyoruz ve saire. “Evrim”, “dönüşüm” kelimeleri, “takdiri ilahî”, “mukadderat” gibi gizemli kelimelerle aynı konuma geldi artık. Buna karşılık “ayaklanma” ve “devrim” doğal olmayan, yıkıcı veya şiddet içeren, doğal düzende yeri olmayan ve sağduyuyla çelişen bir şeyleri akla getiriyor.
Tamam, ama müsaade ederseniz, gerçek hayatta evrim kelimesi çok uzun zaman sürelerini ima ediyor ve sonuçta tembellik, ertelemecilik anlamına geliyor. Bir adamın çocuktan, bir amirin memurdan evrilip gelişmesi gerektiği doğru olabilir; ama böyle olmasının nedeni bu süreçlerin çok uzun sürmesi yüzündendir. Bir adam sabah yatağından kalktığında onun uyku hâlinden uyanıklık hâline evrildiğini söylemeyiz: Ani bir değişim söz konusudur; hatta uyandırılması zor biriyseniz şiddet içeren bir süreçten bile söz edilebilir. Aç bir adam yavaş yavaş ilerleyen evrimsel bir süreçle tok biri haline gelmez; devrimci bir eylemle çabucak midesini doldurur. Birine abayı yakıp aşık olan genç adam mükemmellikten uzak biriyken mükemmel bir budalaya yavaşça dönüşmez; bütün benliğini tutkuyla sarsan ani bir devrimle bu hale gelir. Çoğu zaman aşk evrimle başka bir şeye dönüşmez; bitiverir birden bire. En barışsever bir insan barış çubuğunu yaktığında aslında ateşle oynamaktadır. Düşünceler de genellikle ağır ağır oluşmaz; pire gibi sıçrayıp üşüşürler zihninize. Gün doğumundan geceye kadar, düzgün bir evrimden çok bir dizi küçük devrim demektir hayat.
Modern fiziğin bize ettikleri daha da beterdir. Görünüşe göre maddenin bütün etkinliği bir dizi küçük devrimden ibarettir. Elektronlar birdenbire deli gibi bir başka yörüngeye sıçrayıp durur. Anlaşılan, bütün maddî süreçler atom topluluklarındaki içsel devrimlerin sonucudur. Olan biten her şey, bir durumdan bir başkasına biteviye sıçrayışlar ve geri sıçrayışlar biçimindedir. Maddede ne pürüzsüz bir devamlılık, ne de yumuşak bir dönüşüm bulunur; sadece sıçrayışlar vardır: Bayağı ürkütücü bir manzara bu. Kalemimden kağıda dökülen mürekkep karanlığın bağrında bir dizi şiddetli ve ani olayın sonucunda kuruyor. Bir harfin kuruması için yüz bin atomun kendi devrimini yapması gerekiyor. Mürekkebe bakarsak, o yavaşça kuruyup kararıyor. Onun açısından bir evrimin söz konusu olduğunu söylesek, yeridir.
Tam da bu noktada tabiata dair tuhaf ve derin bir şeyi farkederiz. Elektronlar hoplayıp sıçrayabilir, ama bir mürekkep hokkası masada hoplamadan durur. Atom müthiş devrimcidir ama kütle esas olarak sükuneti sever. Bireysel olarak her atom şiddetli bir dönüşüm yaşar ama madde yavaşça değişir. İnsanın bir günlük hayatı bir devrimler dizisinden oluşur; bir yıllık hayat ise evrimin küçücük bir parçasıdır. Eğer dünyayı değiştirmemiz gerekiyorsa en azından atomlar gibi devrimci olalım. Her birimiz kendi başımıza, kendi adımıza ileriye doğru bir adım atalım. Dünya, madde gibi geniş ve sakindir; bizimle beraber bir adım ileri atmayacaktır. Halkın bir bütün olarak evrilip gelişmesi için milyonlarca bireyin kendi içinde devrim yapmasına ihtiyacımız var. Her bireyin en iyi yaptığı şeyi yapmasına ihtiyacımız var; ancak bundan sonra insanlık, o sonsuz lakayıtlığı içinde, bir parçacık ilerleyebilir. Dünyanın doğal düzeni bir değil, milyonlarca devrim yapmamızı gerektiriyor. Doğanın devrimci düzeni kıssasından çıkarabileceğimiz tek hisse budur.
İlk olarak “Bud’me revolucní” başlığıyla 1925 yılında yayınlandı. C. F. Townsend’in İngilizce tercümesinden Türkçeye çeviren: Cemal Yardımcı.
Yüz yıl önce insanları devrimci olmaya çağıran Karel Čapek bildiğimiz anlamda bir devrimci hiç olmadı. Gazeteciydi, siyasî çevrelerin içindeydi, Çekoslovakya’nın ilk devlet başkanı Masaryk’in yakın dostuydu ama Čapek’in siyasî görüşlerinden söz açanlar bir dizi sıfat sıralamaktan fazlasını pek yapamıyor: Hümanist, çoğulcu, demokrat vs. Uçlardaki tehlikeli savrulmalara karşı itirazıyla merkezci, ama meselelerin köküne inmekte ısrarıyla radikal.
Her konuya farklı yönlerden bakmayı seven ve tek bir bakış açısına bağlı kalmayı reddeden Čapek’in siyasî konumunu daha iyi anlamak için neye karşı olduğuna bakmak belki daha doğru olur. Yazılarından, eserlerinden bu konuda net bir resim çıkarmak mümkün. Čapek milliyetçiliğe, totalitarizme, bencil tüketimciliğe karşıdır. Eserlerine rengini veren bu itirazlar bugünden geriye baktığımızda çok ilginç olmayabilir. Yirminci yüzyıl kapitalizminin illetleridir bunlar. Ama şaşırtıcı olan, Čapek’in bunları yüzyılın ilk çeyreğinde, faşizmi, nazizmi, İkinci Dünya savaşını, Stalin Rusya’sını, Amerika ve Avrupa’da tüketim toplumunun yükselişini görmeden çağın hastalıkları olarak sezmesidir.
Toplumların devrimcilerin istediği hızla dönüşemeyeceğini, toplumsal değişimin ağır aksak, geliş gidişleri olan bir süreç olduğunu düşünen Čapek yine de insanları devrimci olmaya çağırıyor. Bu çağrısını milyonlarca insanın devrimin an meselesi olduğuna inandığı bir dönemde, bu devrimci hareketlenmeyi dudak bükerek izleyen entelektüellere yönelik olarak yapıyor. Bugün durum farklı. Devrimi güncel bir siyasî mesele olarak kavrayan milyonlar yok ortalıkta. Bugünün dünyasına radikal eleştiriler getirenler de dahil olmak üzere, entelektüeller arasında büyük çoğunluk, belki 20. yüzyıl deneyiminin etkisiyle, devrim fikrine kuşkuyla yaklaşıyor. Bu farklı duruma rağmen Čapek’in, bu ılımlı demokratın devrimcilik çağrısı, yeni bir vurguyla bugün hâlâ geçerliliğini koruyor: Bardağı taşıracak sonuncu damla olmasak da bir damla olalım. Duvarı yıkamayacak olsak da bir çentik de biz atalım. Devrimci olalım!
Cemal Yardımcı