Madde ve Mana: Rasyonalitenin Kökeni
Saffet Murat Tura
Metis Yayınları, 2011
“Kısa yaşamlarımızın bir anlamı var mı?” Hepimizin zaman zaman sorduğu bu naif metafizik soru, evrenin ve insanın neliğine ilişkin araştırmanın öncülü olsa gerek. Son kitabı Madde ve Mana’da bu sorunun aynı naiflikle cevaplanamayacağını belirten Saffet Murat Tura, kitaptaki fikirlerin, kendi varoluş sorularına yanıt ararken oluştuğunu, fikirleri bir olgunluk düzeyine geldiğinde ise, çalışmalarının Marksizmle ilgisini biraz da şaşırarak fark ettiğini vurguluyor. Tura, “metafizik” sözcüğünü, tek tek bilimlerin sonuçlarından yola çıkarak kurulabilecek bütünsel bir evren anlayışının karşılığı olarak kullanıyor.
Biyoloji hariç, doğa bilimleri aslen “nasıl” sorusuna cevap arar. Bu nedenle Tura’ya göre, felsefenin paradigmatik bilim alanı fizik değil, kısmen “neden” sorusuna da cevap verebilen biyoloji olmalıdır. Tura, ontoloji bağlamında, delillendirilebilir ve dolayısıyla da üzerinde tartışılabilir bilgimizin sadece fizik bilimiyle sınırlı olmadığını, özellikle biyolojinin (nörobiyolojinin) yanı sıra anlam araştırması olarak yorumsama (hermeneutik) yoluyla edinilebilecek bilginin de bu kapsamda olduğunu savunuyor. Bu yöntemle, geçici de olsa, spekülatif veya aşkın bir kaynağa dayanmayan bütünsel bir evren, doğa anlayışına ulaşılabilineceğini ve bu bütünsel kavrayışın, insanın neliği sorusuna bir cevap verebileceğini belirten Tura, mistisizm kökenli inanç problemlerini, yukarıda tanımladığı metafizik sorunsaldan ayrı tuttuğunu ve mistik inanç problemlerinin bu çalışmasının konusu olmadığının altını çiziyor.
Açıklanabilir bir sistem olarak evren
Doğaüstü, varolan doğa için gerçek bir açıklama getiremez. Evren nasıl olursa olsun herhangi bir doğaüstü varsayımla açıklanabilir. Böyle bir açıklama ise hiçbir şeyi değiştirmez, varlığa ilişkin bilgimize bir şey eklemez, aksine kendisi bir şeyi açıklamak üzere üretileni de (doğaüstünü de) açıklamak gereği doğurur. Tura, evrenin kendi içinde açıklanabilir bir sistem olduğunu varsayarak işe başlamanın bu nedenle doğru bir yol olduğunu söylüyor. Bilimlerin temelinde evrenin kendi içinde açıklanabileceği varsayımı zaten içkindir, aksi durumda bilim yapılması mümkün değildir. Aslında materyalizm, bilimlerin kendiliğinden, örtük felsefesidir.
Doğa, kendi içinde açıklanabilir bir sistemse, anlamı da kendi içinde olmalıdır. Klasik yaklaşımlar, maddî olanın anlamsız, mananın da maddeden tamamen farklı (zihinsel) olduğunu, daima aşkın bir zihinsel kaynağı olması gerektiğini savunur. Tura’ya göre, aşkın bir zihinsel kaynağa dayanmadan da varoluşumuzun nesnel bir anlamı olması mümkündür. Bilim bize maddenin kendinde, nesnel bir rasyonalitesi olduğunu gösteriyor. Örneğin, evrim teorisini yorumladığımızda, öznesiz, nesnel ve maddî bir süreç olan biyolojik evrim baskısının (doğal seçilimin) giderek daha rasyonel, amacına daha uygun anatomik tasarım, fizyolojik işlev ve bilişsel kapasiteleri olan canlıların ortaya çıkmasına neden olduğunu görürüz. Yani rasyonalite ve dolayısıyla mana, fiziksel varlıkların yüzeye çıkan, içsel, kendinde, nesnel bir özelliğidir. Sözgelimi, bir maddî sistem olan bitkinin hareketleri kendinde, nesnel bir rasyonalite taşır; bizim için (bizimle ilişkisiyle) rasyonellik kazanmaz. Bitkinin yaydığı bazı dalga boyundaki ışınları “yeşil” olarak algılamamız bitkiyle değil bizimle ilgilidir. Gezegende bitkiyi algılayan hiçbir tür olmasa veya o dalga boyundaki ışığı “kırmızı” algılayan başka bir varlık türü yaşıyor olsa, bitkinin nesnel rasyonalitesinde bir değişim olmayacaktır. Aynı durum doğanın tümü için de geçerlidir. Varoluşumuzun neliği kendi doğal ve nesnel rasyonalitesine sahiptir, dolayısıyla nesnel bir anlama da.
Böyle söylendiğinde, gündelik dilde manaya yüklenilen aşkın anlamın etkisiyle aklımız karışabilir. Oysa Tura, rasyonaliteyi, “maksadına uygunluk” anlamında kullanırken, manayı da “örgütlenmiş oluşumların, parçalarıyla bütünü arasındaki rasyonel ilişkiler” olarak tanımlıyor. Bu durumda, anlam (mana) araştırması olarak yorumsama, yaygın kanaatin aksine, bitkiler, hayvanlarla birlikte insan ve ürünleri hakkında da bir bilgi edinme yolu olarak değerlendirilebilir. Evrim teorisini yorumladığımızda doğanın rasyonalitesi hakkında bilgi ediniriz. Eğer yorumlama olmasaydı, evrim teorisi sadece türlerin kökeni hakkında bir çalışma olarak kalırdı.
“Temkinli” diyalektik maddecilik
Tura, bu çalışmasının bir bilim değil, bilimi ciddiye alan bir felsefe, felsefî anlamda bir metafizik araştırması olduğunu söyledikten sonra bugünün yegâne ‘temkinli’ metafizik ufkunun diyalektik materyalizm olduğunu ekliyor. Ancak, çalışmasındaki diyalektik materyalist anlayışın Engels’in Doğanın Diyalektiği’ndeki tezlerle çok yakınlığı olmadığını da belirtiyor. Tura’ya göre, bugünkü evren bilgimiz, yalnızca açıklanabilir fizikalist bir doğadan daha fazlasını, öznesiz rasyonaliteye sahip, hermeneutik yorumlamayla anlaşılabilir bir doğanın da varlığını göstermektedir. İndirgemeci bir yaklaşım benimseyen materyalizmin diğer formları fizikalizm ve eliminativizm, doğayı anlamaya yetmediği gibi, maddî olsa bile anlam fiziksele (fizik bilimine) indirgenemez.
Peki, neden “temkinli”? Tura, bir materyalist olarak evrendeki tek tözün maddî olduğundan söz ederken ne kastettiğimizden pek emin olmadığını itiraf ediyor. Bugünkü bilimsel verilerle, kuantum düzeyine indikçe madde bilinen anlamını kaybettiği gibi, kitabın temel sorunlarından olan can acısı, yeşil, bulantı gibi öznel deneyimlere doğru çıktıkça da madde kavramıyla ifade ettiğimizin ne olduğu hakkında henüz yeterince bilgiye sahip değiliz. Tura ayrıca, açıklanabilir ama anlaşılamayan fiziksel doğa olaylarının sadece bugünkü fizik biliminin bakış açısındaki yetersizlikten veya başka bir sebepten dolayı bize anlaşılamaz görünüyor olma ihtimali nedeniyle, diyalektik konusunda da şüpheleri olduğunu belirtiyor. Eğer evren tümüyle anlaşılabilirlik durumuna sahipse, bu durumun bizi bir tür Spinozacılığa götüreceğini ekliyor.
“O halde varım”
Bu çalışma, evrendeki her şeyin öznesiz, rasyonel süreçler olarak var olduğunu ileri sürüyor. Kendini materyalist olarak tanımlayanlar için bile eyleyen insan (özne), farkında olmadan içselleştirdiği bir algı. Tura da, bir gün felsefenin en meşhur önermesinin “Düşünüyorum o halde varım”ın yanlış olduğunu iddia edeceğinin hiç aklına gelmediğini vurguluyor. Gündelik dilde, “bitki fotosentez yapar”deriz. Gerçekte bitkinin, bir özne olarak fotosentez yaptığına dair bir bilgimiz, bilimsel bir kanıtımız yoktur. Fotosentez, bitkinin yaptığı bir edim değil, bir olaydır. Doğru dilsel ifade; fotosentez olayının bitkide meydana geldiğidir. Tıpkı bunun gibi “Düşünüyorum, o halde varım” ifadesinin de yanlış olduğunu, düşüncenin karmaşık, gizemli, henüz ne olduğu tam keşfedilememiş olsa da biyolojik bir olay olduğunu, bir edim olmadığını söylüyor Tura. Kimse bir şey düşünmüyor, düşünce beyinde oluyor sadece. Bu önermenin doğru biçiminin, “düşünce olayını içeriyorum, o halde varım” olabileceğini, bununsa düşünen bir beni (düşünme edimini yapan bir beni) değil, sadece var olduğumuzu kanıtlayan bir önerme olacağını söylüyor.
Evrendeki her şey öznesiz rasyonel süreçlerse, bu kadar yerleşik bir özne algısının (özne yanılsamasının) nasıl olabildiği ana soru olarak gündeme geliyor elbet. Tura, bu durumun, evrimsel seçilim, folk psikoloji, dilsel ifade rasyonalitesi, kapalı-fenomenalite ile beynin çalışma biçimi gibi birbiriyle ilişkili ve bir anlamda birbirini koşullayan, biri diğerini etkileyen ya da yaratmış olan nedenleri bulunduğunu söylüyor. Özellikle, beyin hakkında bildiklerimizden yola çıkarak, özne yanılsamasının, doğa bilimleriyle uyuşan bir açıklamasının yapılabileceğini gösteriyor.
Öznesiz ve merkezsiz
İnsan, dış-dünyayı bir anlamda temsili olarak algılar. Hiç kimse dış-dünyadaki olguları gerçek haliyle göremez. Sözgelimi, bilim bize ışığın fotonlar olduğunu söyler; ancak kimse ışığı foton olarak göremez. Fotonları, aydınlık, karanlık, renk gibi deneyimler olarak görürüz. Fenomenal düzeyde, tüm içerikler deneyim niteliğindedir. Beyin, aslında yalnızca bedenin geri kalan kısmıyla fiziksel etkileşim içinde çalışır, ama beyin-dışı-bedende yer alan ve dış dünyaya dönük çalışan duyu organları vasıtasıyla dış dünyadan dolaylı olarak etkilenir. Biz insanlar dış-dünyayı beyindeki temsilleri, “nöral harita”ları vasıtasıyla algılarız. Tura, klasik fenomenolojinin öznel deneyim veya fenomenal bilinç olarak adlandırdığı bu durumu “kapalı-fenomenalite” olarak adlandırıyor. Tura, öznelci fenomenolojik anlayışların iddia ettiği, bir ben merkezinin (öznenin) algıladığı, herhangi bir enerji büyüklüğüne sahip olmayan dolayısıyla fizik bilimi tarafından incelenemez bir görüngü olarak öznel deneyimler anlayışının doğru olmadığını gösteriyor.
Bu çalışma, deneyimlerin fiziksel olduğunu (en azından bir yönüyle fizik bilimince incelenebilir olduğunu), deneyimleyen-özne yerine ben-deneyimi olduğunu savunuyor. Ben-deneyimi ise, tüm diğer deneyimlerle (ağrı-deneyimi, renk-deneyimi, beden-deneyimi gibi) aynı statüdedir. Deneyimler arasında deneyimleyen ve deneyimlenen şeklinde bir hiyerarşik ilişki yoktur. Nasıl ki çevremizdeki olayların varlığı, onları algılayan bir özneyi gerektirmiyorsa, fiziksel bir olay olan deneyimlerin varlığı da deneyimleyen-özneyi gerektirmez. Tura, özne merkezli klasik fenomenolojilerin yerine, bugünkü bilimsel verilerimizle uyuşan, öznesiz, merkezsiz bir fenomenoloji konulabileceğini gösteriyor.
Tura, beynin fonksiyonel yapılanması ve çalışma biçiminin, zihin ile beden ayrımını yaratmaya elverişli bir temel oluşturduğunu, ayrı bir zihnimiz olduğu yanılsamasının böyle bir maddî kaynağı olabileceğini gösteriyor. Beynin kapalı-fenomenalitesi ile ilgili bilgilerin yanı sıra Tura, kitabın konusu çerçevesinde psikiyatri felsefesi, günümüz biliminin bu konularda bildikleri ve bilmedikleri, anlam teknolojileri hakkında da çok ilginç bilgiler veriyor.
Varlık oluş’tur
Günlük yaşamda, zihinle beden arasında bir etkileşim olduğunu, birbirlerini karşılıklı etkilediklerini düşünürüz. Tura, sadece bu sebeple, insan tarihinin maddî bir doğa olayı olmadığını düşünmeye eğilimli olduğumuzu söylüyor. “Bu gezegen üstünde fizikle açıklanabilir maddî bir olay meydana gelirken anlam (hermeneutik) düzeyinde insanlık tarihi de meydana geliyor. Kimse bir şey yapmıyor aslında. Her şey oluyor. Varlık oluş’tur (Hegel). Sanırım bu nesnel ve maddeci kavrayış dünyanın en mistik kavranışıdır aynı zamanda. İşte varlık burada, bende kendini kavrayarak oluyor.”
Baştaki soruya dönersek: Kısa yaşamlarımızın bir anlamı var mı? En azından anlayabileceğimiz türden bir anlamı? Kitapta ileri sürdüğü tezlerin ışığında Tura şöyle yanıtlıyor bu soruyu: “Anlam parçanın bütünle maksadına uygun ilişkisi olduğuna göre, oluştaki yaşamımızın çok katmanlı bir anlamı vardır elbette. Aşk, ebeveynlik, sınıf mücadelesi… Ama yaşamımızın nihai anlamı, oluşla metafizik maksadına uygun ilişkisi olsa gerek. Bu maksatsa oluşun bizde kendisini kavramasına açık olmaktır; demek ki oluşta yok olmaktır.”
Naime Narin