Ahmet Eken
Savaş Günlükleri
George Orwell
Sel Yayıncılık, 2017
İlkgençliğinde Birinci Dünya Savaşı’nı ve gençliğinde İspanya İç Savaşı’nı, orta yaşlarında da İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış olan George Orwell’in (1903-1950) başka hangi konularda talihinin yaver gittiğini bilmiyorum, ama kendisine dayatılan karanlık yılların bolluğu açısından öyle olmadığı açık. Birinci Dünya Savaşı’nı (göreli olarak) uzaktan izlemiş. İspanya İç Savaşı’nda gönüllü olarak Cumhuriyetçilerin yanında savaşıp yaralanmış. İkinci Dünya Savaşı’nda ise yaşamını Londra’da sürdürüp gazetecilik yapmış. Vicdanının, aklının kabul etmediği davranış ve fikirlere söz ve yazılarıyla elinden geldiğince muhalefet etmiş.
Geçenlerde II. Dünya Savaşı sırasında tuttuğu günlüklerin bir bölümü Türkçe’ye çevrilip yayınlandı. Kitaptan öğrendiğimize göre devamı gelecekmiş. Şimdilik elimizde olan, yazarın 12 Mayıs 1940 – 28 Ağustos 1941 ve 14 Mart 1942 – 15 Kasım 1942 tarihleri arasında yazdıkları.
Nazilerin becerikliliği, Nazi olmayanların pek çoğunun körlüğü ve miyopluğu sayesinde, henüz birincisinin üzerinden çok yıl geçmeden başlayan II. Dünya Savaşı kısa süre sonra İngiltere’yi de çok yakından etkilemeye başlar. Belçika ve Fransa’nın yenilgileri sonucu, Nazi orduları ülkenin karşı kıyısına kadar gelir. Daha da beteri, bu savaşın vurucu gücü uçaktır ve Almanya’nın devasa bir hava kuvveti vardır: 1940 yılının Ağustos-Ekim ayları arasında başta Londra olmak üzere İngiltere şiddetli bir biçimde bombalanmaya başlar.
Orwell’in bombalar altında yazdığı satırlardan bazılarını okuyalım: “25 Haziran, dün gece saat bir civarı hava saldırısı uyarısı yapıldı. Londra açısından yanlış bir alarmdı, ama açık ki bir yerlerde gerçek bir saldırı oldu. Kalkıp giyindik ama sığınağa inmedik… 29 Ağustos, son üç geceki alarmlar, toplam 16-18 saate ulaştı… Bu gece bombardımanlarının öncelikli olarak rahatsızlık vermek için gerçekleştirildiği apaçık ortada. Siren sesleriyle birlikte herkesin sığınaklara doluşacağı kesin olduğundan çalışmayı durdurmak ve insanları bütünüyle uykularından etmek için yeterli… E [eşi] ve ben bombardımanlara mümkün mertebe ilgisiz kaldık ve dürüst olmak gerekirse neden oldukları kargaşa vs. hariç beni hiç tedirgin etmedikleri [izlenimindeyim].”
Yazar soğukkanlılıkla karşılasa da, bombardımanlar şehirde büyük tahribat yapmaktadır. Trafikte karmaşa oluşmakta, telefon konuşmaları sık sık kesilmekte, dükkânlar kapanmakta ve tüm bunlar insanları yıpratmaktadır. Bazı evler yıkılmış, sakinleri evsiz kalmış veya patlamamış bombalar nedeniyle evlerinden çıkarılmışlardır. 10 Eylül günü yazdıklarında göze çarpan hasarları okuyoruz: “7 ve 8 Eylül 1940’ta rıhtımlarda, 8 Eylül 1940’ta Cheapside’da mahşeri yangınlar. Bank of England’ın [Merkez Bankası] yalnızca kenarında hasar var. Grenwich’teki Denizcilik Koleji’nde de durum aynı… Holborn’da hasar büyük…” Liste hayli uzun. Sonuç olarak şehirde ağır bir tahribat olmuştur.
Kıtayı saran savaş
Nazi ordularının İngiltere’ye çıkarma yapmasının beklendiği günlerde İtalya da Almanya’nın yanında savaşa katılır. Yazar Franco İspanyası’nın da bu cepheye katılacağından kuşkulanmaktadır. SSCB ise savaştan önce Nazilerle yaptığı anlaşmaya güvenerek olup bitenleri seyretmekte, Nazilerin ilerleyişinden faydalanmaya çalışmaktadır. Ancak bu çok sürmez ve Almanya 22 Haziran 1941’de SSCB’ye saldırır. Uzak Doğu’da Japonya-ABD savaşı henüz birinci ayını tamamlamamıştır. Savaş Kuzey Afrika’dan başlayarak kıtayı sarmaktadır. İngiltere ve Fransa’ya bağlı olmaları nedeniyle Ortadoğu da Nazilerin hedefi haline gelmiştir. Tüm bunlara bir de Balkanların Almanya tarafından işgali ve bağımsızlık isteyen Hindistan’ın Japonya ile iyi ilişkiler geliştirmeye başlaması eklenmiş, İngiltere çok kısa sürede kendisini çok zor şartlar karşısında bulmuştur.
Orwell, bu zor koşullarda yöneticilerin yeterince becerikli davranmadığını düşünmektedir. Alınan sivil savunma tedbirleri yetersizdir. İşgale karşı halkın silahlandırılması yapılmamaktadır. Tedbirler giderek geliştirilse de, yazara göre hemen acilen alınması gerekenler alınmamaktadır. Yine cephelerde yapılması gerekenler de yazarın bilmediği ve bilemeyeceği nedenlerden dolayı yapılmamakta veya gecikmeli olarak yapılıp sonuç alınamamaktadır.
Hitler ve Stalin
Stalin yönetimindeki SSCB’ye hiç güvenmeyen yazar, onun bir süre sonra Nazilerle anlaşacağından kuşku duymakta, Stalin’i Hitler’le eşdeğer görmektedir. Günlüğüne 23 Haziran 1941 günü şöyle yazar: “Rusya’da Nazi yanlısı güçlü bir parti olduğu şüphe götürmez ve başında da Stalin’in olduğunu söylemeliyim. Eğer Rusya tekrar taraf değiştirir ve Stalin, Petain’in oynadığı rolü oynarsa, şüphesiz buradaki komünistler de onu izleyerek tekrar Nazi yanlısına dönüşür…”
Orwell’in SSCB hakkındaki düşünceleri ilerleyen aylarda da değişmez. Almanya ile Rusya arasında ayrı bir barış anlaşması olabileceği fikrini muhafaza eder: “Rusya’nın ayrı bir barış anlaşması yapmak niyetinde olduğu şüphesi yaygın. Ukrayna’dan feragat etmek hem coğrafî hem psikolojik açıdan Almanya’ya nazaran Rusya için daha kolay olur, ama Kafkas petrol sahalarını savaşmadan bırakmayacakları aşikâr. Olası gelişmelerden biri, Hitler ile Stalin arasında gizli bir anlaşma. Hitler istila ettiği Rus topraklarını ya da bir kısmını elinde tutacak, ancak bunun karşılığında saldırılarını Rusya yerine, güneye, İran ve Irak’taki petrol sahalarına yöneltecek, bu sırada Rusya ile Almanya danışıklı döğüşe devam edecek.” 22 Mart 1942’de yazılan bu görüşler elbette gerçeği ifade etmiyor. Orwell’in başka yazılarında gördüğümüz uzak görüşlülük burada yok.
Yazarın umutsuzluğu her gün biraz daha çoğalmaktadır. Yaşadıklarından acı duymaktadır. Günlüğü okurken arada bir şöyle yazdığını görüyoruz: “Her şey çözülmekte. Böyle bir zamanda kitap eleştirileri vs yazmak beni kıvrandırıyor ve hatta böyle bir zaman kaybına hâlâ izin olmasına kızıyorum. Eğer doktoru atlatmayı becerebilirsem, cumartesi günü Savaş Bakanlığı’ndaki görüşmeden bir şeyler çıkabilir. Bir kez askere girdim mi, halka açık etkinlikleri dert etmeyi bırakacağım. İspanya İç Savaşı’ndan biliyorum.” Ancak bu olmaz, bakanlık onu kabul etmez. Sağlık durumu uygun bulunmamıştır. Asker olamayan Orwell yazmayı sürdürür. Ve şu notu düşer: “Bugünlerde kitap tanıtımı yazdığımda daktilonun başına oturup doğrudan yazıyorum. Son zamanlara kadar asla böyle yapmıyordum… Yazdığım hemen her şey en az iki seferde ve tüm kitaplarım üç seferde yazıldı. Hakikaten yeteneğim geliştiğinden değil, yalnızca denetimden geçip biraz para getireceği sürece umursamayı bıraktığımdan. Doğrudan savaştan kaynaklanan bir bozulma bu.”
Hayatını kalemiyle idame ettiren bir yazar olarak savaş bir de böyle sorunlara yol açmaktadır. Paris’in düşmesiyle kitabını basacak olan Albatros yayınları kapanır. Bunun manası otuz sterlin kayıptır.
Bir ara maddî durumu bütünüyle katlanılmaz hâle gelir ve vergi dairesine mektup yazar: “Hükümetin bana herhangi bir iş vermeyi reddettiğini ve savaşın geçim kaynaklarımı kuruttuğunu belirten uzun bir mektup yazdım. Bir yazarın durumunda gerçekten belirleyici olan şeyin, yani bu kâbus sürüp giderken kitap yazmanın imkânsızlığının, resmî açıdan hiçbir ağırlığı olamaz… Hükümete karşı hiçbir vicdanî sorumluluk duymuyorum ve yapabilseydim vergi kaçırırdım. Ancak gerekli görürsem İngiltere için seve seve canımı verebilirim.”
İlgisizlik
Orwell’in rahatsızlığının bir başka nedeni, ahalinin olup biten karşısındaki ilgisizliğidir. Şu notu 30 Mayıs 1940 günü düşer: “Hâlâ savaşın insanların ilgisini çektiğine dair bir kanıt yok… Birkaç gün içinde İngiltere’yi işgal etmeyi deneyebileceklerini düşünmek için geçerli sebepler olmasına ve gazetelerin de bunu yazmasına rağmen, göründüğü kadarıyla tehlikede olduklarını kavramaları neredeyse imkânsız. Bombalar düşene kadar hiçbir şeyi kavrayamayacaklar.”
Lakin yaşanan bombardımanlara, ölümlere, yaralanmalara, yokluklara rağmen, yazar halk arasında savaşa yoğun bir ilgi görememektedir. 15 Nisan 1941 günü yazdıklarını okuyalım: “Dün gece dokuz haberlerini izlemek için bir pub’a gittim ve oraya birkaç dakika geç vardığımdan, işletmeci kadına haberlerde ne olduğunu sordum, ‘Ah haberleri hiç açmıyoruz. Kimse dinlemiyor, biliyor musunuz? Üstelik öteki barda piyano çalıyor, sırf haberler için çalmayı kesmezler’… 1931’den itibaren her kriz anında aynısı oldu. Sürekli bir aptallık duvarıyla mücadele ettiğinizi hissediyorsunuz.”
Günlükleri okurken Orwell’in sık sık savaşla ilgili doğru dürüst haber alamadığından şikâyet ettiğini görüyoruz. Daha savaşın bir yılı dolmadan, 8 Haziran 1940 günü, “Her gün tahminen binlerce insanın öldürüldüğü korkunç bir savaşın ortasında, insan hiç haber olmadığı izlenimine kapılıyor” diyor ve ekliyor “Akşam gazeteleri sabahkilerin aynısı, sabahkiler de bir önceki geceninkilerle aynı ve radyo da gazetedekini tekrarlayıp duruyor. Haberlerin doğruluğuna gelecek olursak, muhtemelen alenî yalanlardan çok, gerçeklerin bastırılması söz konusu.”
Her gün çok sayıda gazete okuyan, radyo dinleyen ve savaşın başlamasından kısa bir süre sonra BBC’de iş bulan yazar, bu durumdan öylesine rahatsızdır ki sonunda radyodan istifa etmeyi düşünmeye başlar. 14 Mart 1940 günü defterine kaydettiklerini okuyalım: “BBC’de çalışmaya başlayalı altı ay oldu. Öngördüğüm siyasî değişimler meydana gelirse BBC’de kalacağım, yoksa büyük olasılıkla kalmam. Buradaki atmosfer kız okuluyla akıl hastanesi arası bir şey ve şu anda yaptığımız her şey faydasız ya da faydasızdan daha da kötü. Radyo stratejimiz askerî stratejimizden bile daha berbat. Tüm bunlara rağmen, propagandacı gibi düşünmeye başlıyor ve daha önce hiç bilmediğiniz bir hinliğe sahip oluyorsunuz.”
Kitapta savaşın değişmez sonuçlarından propaganda, sansür, haberlerin karartılması ve yalan haberlerin ve bunların sonucu havada uçuşmaya başlayan şayiaların gerçekleri bilmek isteyen bir savaş mağdurunu nasıl soluksuz bıraktığını görüyoruz.
Son günlük 17 Ekim 1942 tarihini taşıyor. Avrupa’da savaşın bitmesine daha üç yıl var. Şartların daha da ağırlaştığı üç yıl. Kitaptan öbür günlüklerin de yayınlanacağını öğrendiğimizi belirtmiştim. Bu olursa Orwell’in savaşın geri kalan kısmını da nasıl yaşadığını okuma şansımız olacak.