“Ankara’da çıkan bir takım örmeler var, bir takım güzel şeyler yapılıyor. Fakat bunların hepsi maalesef Hıristiyan elindedir. (…) Bu, Ankara için zuldür ve ayıptır.”
Karesi mebusu Hasan Basri [Çantay]
Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı kitabında çok çarpıcı pasajlar vardır. Bunların belki de en etkileyicilerinden biri şudur: “Rum halk köklerine kadar sökülüp atılmakta idi. Onlarla beraber İzmir’in, bütün batı Anadolu’nun her türlü ekonomisini de köklerinden söküp atıyorduk. Bir merkezde kasabalılar bize gelmişler: ‘Arabamızı tamir ettiremiyoruz, giden Hristiyanlardan sanat sahibi olanları geri göndertseniz…’ demişlerdi. Yanmamış yerlerde çarşılar kapalı idi. Ticaret ve iyi tarım onların elinde olduğundan, Türkler alışmadıkları bir hayat tarzını yeni baştan kurmaya mahkûm idiler. Bu yeni hayat, yangın yerlerinde külden ve sıfırdan, ateş görmiyen yerlerde kapalı ve boş dükkânın açılmasından başlıyacaktı.”
Evet, ticaret, tarım ve sanatta ağırlık Hıristiyanların elindeydi. 1908 Devrimi sonrasında siyasal iktidarı hızla eline geçirmiş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en önemli politikalarından biri, “millî iktisat” anlayışı çerçevesinde Anadolu’da Müslüman bir burjuvazinin oluşturulmasıydı. İttihat Terakki bunun için çeşitli tedbirler almış, Teşvik-i Sanayi Kanun-u Muvakkatı çıkarılmış, kooperatifçilik özendirilmiş, ulusal bir bankanın kuruluşu sağlanmıştı. Ancak tedbirler sadece bunlarla sınırlı değildi; Anadolu’nun Hıristiyan halklarının imhası da detaylı bir şekilde planlanmış, Ermeni halkı neredeyse son ferdine kadar yok edilmiş, Rum, Pontus, Süryani, Nasturî halkları ağır bir soykırıma tâbi tutulmuş, bunlardan ele geçirilen taşınır ve taşınmaz servetler Müslümanlara aktarılarak “millî burjuvazinin” oluşturulması desteklenmişti.
Millî bir şirket: Ankara Mensucat
Bu politikaların bir sonucu olarak Anadolu’nun pek çok yöresinde anonim şirketler kurulmuştu. Bunlardan biri de Ankara Millî Mensucat Anonim Şirketi’ydi. Bu şirket, 1916 yılında tiftik, yün, pamuk gibi dokumaya elverişli hammaddelerin işlenmesi, hazırlanması ve ticaretinin yapılması amacıyla kurulmuş, faaliyetlerine 1917 yılında başlamıştı. Bu son derece manidar bir tarihti, çünkü Ankara ve civarında yaşayan Ermeniler 1915-16 yıllarında tehcire tabi tutularak, büyük ölçüde imha edilmişti. 1916 yılının Eylül ayında çıkan yangında ise şehrin Ermeni ve Rum mahalleleri tümüyle yanıp kül olmuştu. Yangın Ermeni mahallesinde başlamış, Refik Halit Karay “sokaklardaki eşyaların üzerine sanki gazyağı dökülmüş, benzin serpilmiş gibi alevlendiğini” yazmıştı. Zaten bu mahallelerde pek az insan yaşıyordu; tehcirden kurtulmayı başaranlar bu yangınla kovulmuş, evlerdeki eşyalar sokaklarda yakılarak geriye Hıristiyanlardan en küçük bir iz bile kalmaması sağlanmıştı.
Böylece Ankara’da, başta sof olmak üzere, üretim ve ticarete büyük bir darbe vurulmuştu. Sof adı verilen kumaş, tiftiğin dokunmasıyla elde ediliyordu. Ankara keçisinin kıllarından elde edilen tiftik üretimi de Ermenilerin elindeydi. Sof üretiminin esas merkezi, Ankara yakınlarındaki İstanos [Zir/Yenikent] kasabasıydı. Burası 4 bin nüfuslu bir Ermeni kasabasıydı ve halkının büyük kısmı tehcir esnasında yok edilmişti.
Ankara’da millî burjuvazi oluşturulması yolunda girişimler 1913 yılında başlatılmış, Ankara Vilayet Genel Meclisi’ne sunulan ve Dersaadet Ticaret Odası Gazetesi’nin 3 Ağustos 1329 [16 Ağustos 1913] tarihli nüshasında yayımlanan bir takrirde; ulusların gerçek kuvvetlerinin iktisadiyat ile ölçülebileceği belirtilmiş ve Ankara’da bir iplik fabrikasının kurulması için gereken desteğin verilmesi istenmişti. Bu takrire verilen yanıt yine aynı tarihli gazetede yayımlanmıştı.
Vilayet Genel Meclisi Nafıa Encümeni’nin mazbatasına göre Ankara’da sadece İstanos nahiyesinde gerçekleştirilen tiftik ipliği üretimi giderek yok olmaktaydı. El emeği ile üretilen ürünler, maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle Avrupa ürünleri ile rekabet edememekteydi. Rekabetin sağlanabilmesi için “fabrikasyon”a gidilmesi zorunluydu ve “bu çerçevede, …vilayetteki yün ve tiftik ipliği yapacak fabrika tesisi için on beş, yirmi bin liralık bir sermayenin tüccarân cânibinden vaz’ile bir anonim şirketi teşkil ettirilmesi veyahut bir münâsib tedbirin ittihazı esbâb ve vesâilinin istikmali [tamamlanması] hususunda hükümet-i seniyyeden istirham ve temenni olunması…” doğru olacaktı.
Ankara’nın Ermeni ve Rum sakinlerinin yok edilmesiyle birlikte, bu fabrikanın kurulmasının önü açılmıştı. Fabrikanın (tümü Müslüman olan) 29 kurucusunun on biri Beypazarı, ikisi Ayaş, ikisi Mihalıççık, birer tanesi de Urunkuş, Karagedik ve Eskişehir gibi Ankara’nın yakın çevresinden olan “girişimcilerden” oluşmaktaydı. Nizamnamesine göre merkezi Ankara olan şirketin sermayesi 50.000 liraydı.
Ah bu Hıristiyanlar!
Fabrika kurulmuştu kurulmasına, ama işler iyi gitmiyordu. Üretim kalitesi son derece düşüktü, istenilen kalite bir türlü yakalanamıyordu ve bu konuda şikâyetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Fabrikada çalışan ustabaşlarının önemli bir kısmının İstanoslu Ermeniler olduğu anlaşılmaktaydı; tehcirden muaf tutulan bu ustaların çalışması bile kaliteyi artırmaya yeterli gelmediği gibi, fabrikada Hıristiyanların çalışması da ayrıca şikâyet konusu oluyordu.
Büyük Millet Meclisi’nin 1 Ocak 1337 [1921] tarihli oturumunda subay ve memurların elbiselerinin yerli kumaştan dikilmesi hususunda verilen kanun teklifinin görüşülmesi sırasında söz alan Karesi (Balıkesir) Milletvekili Hasan Basri [Çantay] şunları söylemişti: “Bilhassa mensucat şirketlerini daha fazla himaye etmeliyiz. Meselâ Ankara’da da bir millî mensucat şirketi vardır ki, topallıktan hâlâ kurtulamıyor. Geçenlerde ziyarete gittim. Bakdım ki, tezgâh başında bulunan ustaların hepsi hiristiyandır. Ankara’da çıkan bir takım örmeler var, bir takım güzel şeyler yapılıyor. Fakat bunların hepsi maalesef hiristiyan elindedir. Müslümanlar şimdiye kadar Ankara’nın kıymetini daha ziyade artıran, mesela ‘sof’ işleri vardır ki; bu işlerde bile müslümanlar kendi haklarını, kendi kârlarını hiristiyanlara kaptırmışlardır. Softan sonra diğer iş ve işlemelerden hiristiyanlar müslümanlara nispeten çok fazla temettü ile para kazanıyorlar. Bu, Ankara için zuldür ve ayıptır. Kanun yapmaktan ziyade bilhassa memleket münevveranının millî cemiyetler ve millî şirketler ile mensucat ve mamulâtı dahiliyemizin terakkisine çalışması lâzımdır” (TBMM, 1337, s. 106).
Kötü şirket, kötü üretim
Amasya mebusu ve Nafia Vekili Ömer Lütfi [Yasan] Bey, ihtiyaç duyulan maddelerin daha pahalı olsa bile yurt içinden teminini desteklediğini, ancak belirli bir kaliteyi tutturmanın da önemli olduğunu vurgulamıştı. Örnek olarak Ankara Millî Mensucat Şirketi’nin ürünlerini göstermişti: “Bendeniz … pahalı olsun, dahilden alınsın prensibini tamamen takip etmek istedim, çünkü Avrupa’dan, İstanbul’dan vesair yerlerden lazım olan şeyleri alıp alamıyacağımıza ve bunun devam edip edemiyeceğine emin değildim. İlk evvela gözümün önüne Ankara Millî Mensucat Şirketi çarptı. Bunları gördüm, sof yapıyordu. Bunlarla görüştüm, ‘yün kumaş yapabiliriz’ dediler. Bir nümune getirdiler. Pazarlık ettik, münâkasa [eksiltme] falan yapmadan. Çünkü karşımızda rakip falan yoktu. Müdafaai Millîye Vekili’nin yanında münâkasa yapıldı, almağa başladık. İlk çıkardığı kumaşlar nümuneye katiyen gayri muvafık. Bakınız günahlarımızı arzediyorum size: Hattâ alınırken ambarda bulundum. Parmağımı kumaşa soktum, kumaştan çıktı. Malûmu âliniz ipi sağlam fakat dingi [dokumada atkının sıkıştırılması] yapılmadığı için seyrektir…. Fakat biz meyus olmadık efendiler. Şirkete lâzım olan ihtaratı yapmakla beraber kumaş almağa devam ettik ve askerimize geydirdik” (TBMM, 1337, s. 109).
Ancak fabrikada işler bir türlü yoluna girmiyordu. İstenilen kalite yakalanamadığı için şirket 1925 yılında iflas etme noktasına gelmiş; bu tarihte Ankara’da ileri gelen siyasîlerin ve bürokratların girişimleriyle sermaye artırımına gidilerek, yeni bir yönetim tesis edilmişti. Ancak hisseler özel şahıslara satılamadığı için 1927’de yeni bir malî kriz kapıya dayanmış, bu kriz Sanayi ve Maadin Bankası’nın şirkete ortak olmasıyla atlatılmaya çalışılmıştı. Ancak şirket 1928’de iflas ederek kapanmış, fabrika 1930’da İş Bankası tarafından satın alınarak “Ankara Mensucat Fabrikası TAŞ (Yünİş)” adıyla işletilmeye başlanmıştı. İş Bankası’nın esas görevi de zaten buydu; banka Mustafa Kemal tarafından “en kısa zamanda Türk zenginleri yetiştirip onları koruyarak millî burjuva kadrosunun temellerini atmak” amacıyla kurdurulmuştu.
Hal-î pür-melalimiz
Anadolu’da Hıristiyanların ortadan kaldırılması, üretim ve pazarlama zincirine ağır bir darbe vurdu. Hammadde, işleme ve satış arasındaki halkalar koparak yok oldu, ekonomi pek çok yerde çökme noktasına geldi. İttihat Terakki’nin ve ardılı olan Kemalistlerin saksıda burjuvazi yetiştirme girişimleri büyük bir başarısızlıkla duvara tosladı, etkisi bugüne kadar süren bir yoksulluk ve sefalet Anadolu’ya damgasını vurdu. Daha da kötüsü, yok edilen Hıristiyanlar bütün bu felaketin sorumlusu olarak gösterildi.
Türk zenginleri yetiştirip korumakla görevli banka ne mi yapıyor? Faaliyetine aynı şekilde devam ediyor, hepsi bu.
Kaynakça
Murat Koraltürk, Ahmet Hamdi Başar’ın Hatıraları – Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Tek Parti Dönemi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007.
- M. Özer, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Milli Tüccar Oluşturma Çabalarında İş Bankası’nın Rolü”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 69 (2), 2014.
Zafer Toprak, Türkiye’de “Millî İktisat” (1908-1918), Yurt Yayınları, 1982.
- M. Varlık, “Ankara Milli Mensucat (Türk) Anonim Şirketi (1916-1930)”, Ankara Araştırmaları Dergisi, 2(1), 2014.