Gülsüm Kav
Türkiye’de kadınlar, modern toplumun gereği olan şartlara uyum gösteriyor, dışarı çıkmak, eğitim almak, çalışmak, kendi hayatına karar vermek istiyor. Bu en makul talebin karşılığı ise ölüm oluyor. Kadınlar olabilecek en sağlıklı şeyi istiyor, dünyalı olmak istiyor. Karşılarında ise eski Adem. Hayatın gelişmesine erkek egemenliği ayak diriyor.
Türkiye’de şu anda kadınların canları pahasına kendi hayatlarını seçme mücadelesi var. Her gün kadınların yaşam hakkının ortadan kaldırıldığı somut olaylarda, kadınların boşanmak ya da ayrılmak istediği için, kendi hayatına dair karar almak istediği için öldürüldüğünü görüyoruz. Kadınlar çalışabilmek, toplumsal hayata katılabilmek, mutlu değil ise ayrılmak, istedikleri gibi giyinebilmek, istediği kadar çocuk doğurmak ya da doğurmamak, istemedikleri teklifleri reddetmek istiyor.
Erkekler kadına, aslında ona ait olanı, kendi hayatını vermemek için, gerekirse kadın kıyafetleri giyerek, gerekirse bütün geceyi kadının sığındığı baba evinin çatısı altında geçirerek, taammüden ve kararlılıkla cinayet işliyor.
Birbirinden farklı erkekler farklı yerlerde ama benzer bir kurguyla kadın öldürüyor. Kahvaltıyı hazırlayanı, aynı kahvaltıda bıçaklıyor. Çocuğunun annesini balkondan atıyor. Öldürüp araçla üstünden defalarca geçiyor.
Yaşadığımız, erkek egemenliğinin çok uç bir biçimidir.
Tarih kadınların canları pahasına kazandığı hakların çok örneklerini gördü. Oy hakkı mücadelesi bile böyledir. Artık seçimlerde oy vermekte sorun yaşamıyoruz. Ama kadınların oylarıyla seçilen yöneticiler, vergi ödediğimiz devlet, öldürülmememizi bile sağlamıyor.
Cinayet mi arttı, görünürlüğü mü?
Hükümet, “Cinayetler artmıyor, görünürlüğü arttı” diyor. Oysa bu görünürlük dahi ancak mücadele ile kazanıldı. Dahası, artışı ilk telaffuz eden aynı hükümetin Adalet Bakanlığı idi: 2010 yılında Bakanlık son yedi yılda kadın cinayetlerinin %1400 arttığını söyledi.
İşte o meşhur verinin kaynağı:
Tam da bu açıklamanın yapıldığı zaman, Münevver Karabulut’un tam teşekküllü bir skandal yaratan ölümü yaşanmıştı. Bizim ise bir kadının öldürülmesine dair hafızalarımızda Güldünya Tören’in hatırası vardı. Kadın cinayeti olarak aklımıza gelen “töre” saikiyle işlenenler oluyordu, ama bu ölümler töre cinayetlerine hem benziyor hem de benzemiyordu. Mesela birkaç yıl önce, mutsuz olduğu için boşanmış, çalışan ve kendine yeni bir hayat kurabilmiş olan Sevim hemşirenin eski kocası tarafından sokak ortasında öldürülmesini de hatırlıyorduk, Noir Desire’in solistinin manken sevgilisini bir otelde kafasını duvarlara vura vura öldürmesini de. Yani doğrudan “töre” olmadan, kadınların da içinde yer aldığı bir aile meclisi kararı olmadan, sadece bir erkek tarafından verilen kararla bir kadının sadece “kadın” olduğu için öldürülebilir görülmesi söz konusuydu. Tam o sıralarda Ayşe Paşalı, o hafızalarımızdan asla silinmeyecek yüzü ile toplumun gündemine geldi.
Boşanma hakkı medeniyet seviyesini gösterir
Kadınlar en çok boşanmak isterken öldürülüyor; şu anda “boşanma krizi” yaşıyoruz denilebilir. Toplumun dar bir kesiminin çok uzun zamandır kullandığı boşanma hakkı, ilk kez toplumun geniş kesimleri tarafından talep ediliyor. Boşanmayı aklından dahi geçirmeyen katmanlardaki kadınlar, saydığımız gelişmeler sonucunda ilk kez “Ben de yapabilirim” diyor.
Son beş yılda (2008-2012) kadın cinayetlerinde öne sürülen nedenler arasında %24 ile boşanma/ayrılık ilk sırayı alıyor; bunu kıskançlık, reddetme, erkeğin bir isteğini yerine getirmeme izliyor.
Hangi nedenler ileri sürüldü? | 2008 | 2009 | 2010 | 2011 | 2012 | Oran (%) |
Ayrılık/boşanma | 17,5 | 28,9 | 16,4 | 25,4 | 29,2 | 24 |
Kıskançlık | 8,75 | 33 | 11,1 | 16,7 | 22,95 | 18,4 |
Erkeğin isteğinin gerçekleşmemesi | 25 | 1,8 | 16,1 | 14,2 | 0,04 | 11,4 |
Bilinmiyor | 18,75 | 10 | 25,5 | 11,7 | 10,15 | 15,2 |
Töre cinayeti | 0 | 0,9 | 0 | 9,2 | 3,2 | 2,6 |
Kriz ve işsizlik | 5 | 2,7 | 6,1 | 6,6 | 10,5 | 6,1 |
Reddetme | 8,75 | 4,5 | 10,5 | 6,7 | 6,25 | 7,3 |
Hırsızlık – para – madde bağımlılığı vb. | 7,5 | 8,2 | 7,7 | 5,1 | 0 | 5,7 |
Kadının hayatına dair bir karar vermek istemesi | 3,75 | 6,4 | 5,5 | 3,6 | 10,15 | 5,8 |
Nefret cinayeti | 0 | 0,9 | 0 | 0,8 | 1,04 | 0,5 |
Cinsel saldırı | 3,75 | 2,7 | 1,1 | 0 | 0,01 | 1,5 |
İntihara zorlanma | 1,25 | 0 | 0 | 0 | 6,51 | 1,5 |
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, cinayetlerle ilgili kayıtların çözümde yol gösterici olabileceğini düşünerek, Bilgi Edinme Kanunu’na dayanarak defalarca sorumlu kurumlara başvuruda bulundu. Ya hiç yanıt alamadı ya da çelişkili yanıtlar aldı. Bunun üzerine iletişim araçlarından ve kendisine başvuran ailelerden elde ettiği verileri derleyip kamuoyuyla paylaşmaya başladı. Bu yıl mart ayında son beş yılda 700 kadının erkek şiddetiyle öldürüldüğünü açıkladı. Failler arasında en fazla koca ve eski koca vardı. Öne sürülen nedenler, kadınların ayrılmak ya da boşanmak istemeleri başta olmak üzere, tam olarak toplumdaki erkek egemenliğini doğruluyordu.
Devlet göreve
Kadın kardeşlerimizin, erkek şiddetiyle öldürülmeleri önlenebilir. Devlet kadınları korumak için seferber olmalı, alarma geçmelidir. Bütün olanaklar devletin elindedir ve kadınların ödedikleri vergiler ölmelerini engellemek için elbette kullanılmalıdır:
- Cumhurbaşkanı, Başbakan, tüm siyasî partiler cinayet işleyen erkeği kınamalıdır,
- Kadınların korunmasını hedefleyen 6284 Sayılı Kanun’un ve bu kanun
uyarınca hazırlanan yönetmeliğin uygulanmalıdır,
- Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tüm kadın cinayeti davalarında ve şiddete
uğrayan kadınlarla ilgili yapılacak uygulamalarda görevini yapmalı; ŞÖNİM (Şiddeti Önleme Merkezleri) yeterli hale getirilmelidir,
- Kadınların öldürülmesinde ihmalleri bulunan idarî görevliler, polisler, savcılar,
hâkimler, bakanlık görevlileri ve diğer sorumluların yargı önünde hesap vermelidir,
- Kadın cinayetlerinde cezaî indirim almalarının önüne geçecek Ceza
Kanununa Ek Madde önerisi meclisten geçmelidir,
- Kadına yönelik şiddet fiillerinin kesilmesi için yaralama, tehdit gibi suçlarda da
önleyici etkin ceza uygulanmalı, bu suçları işleyen ve hüküm giyen kimseler denetimli serbestlikten faydalanmamalıdır,
- Sadece kadınlar için çalışan Kadın Bakanlığı kurulmalı, kadına yönelik her karar
kadın örgütleri ile beraber alınmalıdır,
- Kadınlara iş sağlanmalı, işsiz bile sayılmayan tüm kadınların ayakları üzerinde durabilmesi, kendine bir hayat kurabilmesi sağlanmalıdır,
- Kadın cinayetlerini durduran bir Anayasa ve sonuçta “Kadınlar Yaşasın Diye Adalet” sağlanmalıdır.
Kadınlar göreve
Kadın kurtuluş mücadelesi kadınların yaşam hakkına sahip çıkmadığı sürece erkek şiddetinin diğer tüm biçimlerinin de süreceği açıktır. Ancak Türkiye’de kadın örgütleri ve örgütlü muhalefet kadın cinayetleri gerçeği karşısında farklı eğilimler izliyor.
Kimlik politikası ve kültürel görececilik eğilimde olan feministlere göre, farklılık kavramı temelinde yorumlanan bir dünyada tüm insanlar değişik, “kimlikleri” ile birbirlerinden farklı ve aralarında neredeyse hiçbir ortak bağ bulunmuyor. Dünya iktidar sahibi olan ve olmayanlar arasında bölünmüş bir yapı olarak görülmediğinde, erkek egemenliği bile evrensel kabul edilmediğinde, gerçek statükoya karşı mücadele etmek, bunun için sorumluluk almak da gerekmiyor. Bu durumda sistem karşıtı olmak da ve hatta sadece reform savunmak da gereksiz hale geliyor. En nihayetinde felsefî bir bilinemezciliğe varılıyor ve ortaya, kültürel farklar nedeniyle yargılanamaz “ötekiler” ile adına konuşamayacağımız “bizimkiler” olarak kadınlar çıkıyor.
Bu eğilimin diğer ucunda ise eşitlikçi ama ulusalcılığa ve bazen ırkçılığa varan bir yaklaşım duruyor: şiddetin sadece belirli bölgelerde olduğunu varsayan ideolojik duruş, bölgeler, ırklar ötesi bir olgu olan kadına yönelik şiddet konusunda son derece önemli olan bütünselliği ve dayanışmayı bertaraf ediyor. Bir çeşit özcü feminizm ise kadınları doğaları-erdemleri üzerinden mutlaklaştırıp “kurbanlaştırırken”, ortaya çıkan sadece bir tür mağdur olma siyaseti, daha doğrusu siyasetsizliği oluyor.
Kadına yönelik şiddet siyasal bir meseledir; son derece sistematik ve politik olarak işleyen erkek egemenliğine karşı kadınların da örgütlü ve politik bir mücadele vermeleri şart.
Türkiye’de feminizmin toplumsallaşabilmesi, ancak toplumun geniş kesimlerinden kadınların uğruna öldükleri hayatlarına sahip çıkmaktan geçecektir. Toplumsallaşabilen bir feminizm böyle mümkündür; toplumsallaşabilen bir talep varken, kendimize benzemeyen kadınların acısına da sahip çıkarak.
Öncelikle kadınların yaşam sevinçlerine ve yaşamını seçmek için gösterdikleri dirence saygı duymalıyız. Şiddeti sadece bir kültür, din, psikoloji, cehalet, uygulama ve kanunları çiğneme meselesine indirgemeden ele almalıyız. Siyasî iktidarı uygulayan devlet sistemi gibi bir sistem var ve bu erkek egemenliği, devlet gibi bir aygıt tarafından destekleniyor.
Kadın cinayetlerine karşı devlet “seyirci” kalıyor, kadın kurumları da sadece “izlemek” ile yetiniyorken, tüm bunlardan ayırıp kendimizi, olmakta olan somut olayın içine girmeliyiz.
Her şeyden önemlisi, AKP’nin kadını bir özne olarak görmeyen, yalnızca “aileyi” dikkate alan, kadının adını bakanlıktan silip Aile Bakanlığı kurmuş olduğu, kadınların üreme haklarıyla ilgili hiç söz hakkı olmayanların konuştuğu, kadın istihdamında dünyada sonunculuğa yaklaştığımız, buna çözüm olarak kadınlara ya sadece çocuk yapmak ya da güvencesiz ve esnek işler sunulduğu, devlet kanalı TRT’den yayınlanan kadınlara yönelik ayrımcı söylemlerin cezasız kaldığı, Başbakan’ın kadınları sadece bir çocuk doğurma aracı olarak gören tutumuna devam ettiği, TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre kadınların yüzde 34,2’si kendini sokakta ve hatta evde “çok güvensiz” hissederken, SGK’nın kadın başkanının bununla hiç ilgilenmeyip kadınlardan tam beş çocuk istediği ve kadına yönelik ayrımcı politikalara her gün bir yenisinin eklendiği konjonktürde, AKP’nin bu politikalarını geriletmek için Gezi direnişinde olduğu gibi mücadele etmeliyiz.