Selen Gülün
Gezi Parkı hakkındaki planlardan duyduğum rahatsızlık sebebiyle en başından beri Taksim Gezi Parkı Derneği’nin duyurularını takip ediyordum. Olaylar başlamadan önce, Beşiktaş İskelesi’nin satıldığını öğrendiğim için canım sıkkındı. Küçüklüğümden beri benim için sembolik olan yerlerin satılması ve anılarımızın, şehir yaşam kültürümüzün yok edilmesi üzerine kurulu politikalar sebebiyle hassastım. 27 Mayıs gecesi sakince evimde kitap okuyordum. Fakat bu sakinlik uzun sürmedi. Twitter bilgisayarımda açıktı, iş makineleri parka girdiği zaman yapılan çağrıları anında gördüm ve paylaşmaya başladım. O sırada duyduğum hisler aldatılmışlık, öfke, güvensizlik ve korku arasında gidip geliyordu. Kendimi Gezi’ye atabildiğim ilk andan, yani 28 Mayıs’tan itibaren, oradaydım. Koruma içgüdüsüydü o sırada yaşadığımız; binalar, iskeleler, ormanlar elden gidiyor, artık ağacımızı da alamayacaksınız gibi samimi bir şey. Sanki sarılırsak ağaçları sökemezler. Gerçekten o sırada, çok kısa bir an bile olsa, konu üç beş ağaçtı. Tüm kayıpların sembolü!
Park içinde hayatta birarada bulunamayacağını düşündüğümüz örgütler, STK’lar ve taraftarların bir araya gelmesi direniş ruhunu güçlendirdi. Baskılara karşı birlikte mücadele etme isteği hepimizi heyecanlandırdı. Fakat bu kadar basit bir protesto hakkı karşısında yaşanılan baskıcı şiddet rahatsız edici boyutlara ulaşmaya başlamıştı ve ardından 31 Mayıs günü yaşanılanlar olayların kırılma noktası oldu. Yasal ve barışçıl yöntemlerle protesto etme hakkımızı kullandığımızda karşılaştığımız polis şiddeti içeren baskıcı tavır, olayların büyümesine yol açtı. Ağaçlar sembolik olmaktan çıktı, kayıplar gerçek oldu.
Gezi Ütopyası
Gezi Parkı’nın on beş günlük döneminde hepimiz için ütopya sayılabilecek bir dayanışma örneği sergilendi. Gezi Parkı’ndaki benzerine az rastlanır yaşam şekli, hayatımızda uzun zamandır eksikliğini hissettiğimiz özgür ifade ortamının sağlanması açısından çok değerliydi. Eşitlik ve adalet duygularını hatırladık, paylaşmayı yeniden hayatımızın merkezine aldık. Farklılıklara anlayış göstermek, diğerlerini dinlemek öncelikli konulardı. Parasız yiyecek içecek servisi, eğitim ve bilgilendirme servisleri, revir, bu oluşumun devamı için gösterilen dayanışma, beraberliği kitleselleştirdi; kısa süreliğine de olsa kültüre dönüştürdü.
Benim için park yaşantısı, AKP hükümetinin benim gibi alternatif yaşam seçimi ile hayatını devam ettirmeye çalışan müzisyen, sanatçı, bir kısım akademisyene dayattığı tek tip biçim sebebiyle yalnızlaştığım yaşantımdan başka bir boyuta geçmek anlamına geldi. Düzenli olarak parkta bulundum ve platform için gönüllü çalıştım. Farklı görüşlerle ortak dil oluşturmaya çabaladım, değiştirmem gereken yönlerimi gördüm, bakış açım genişledi. Toplumsal kodlar sebebiyle oluşan korkularımdan sıyrıldım, yeniden birlikte davranmaya inancım oluştu. En büyük kazanımım benim gibi düşünen düşünmeyen insanlarla bir arada kavgasız, farklılıklara rağmen ortak bir alan oluşturabilmek oldu. Çevremde uzun zamandır Türkiye’nin doğusunda olanlara karşı duyarsız bir kitle vardı. Özellikle medyanın vurdumduymaz tavrı, bu kitleye belki olayların kendi düşündükleri gibi olmayabileceğini gösterdi. “Van’da göl kenarında oturmuş elinde puro, ne olacak bu Batıdakilerin hali” diyenlerin esprisi en çok güldüklerimizden biriydi. Şöyle bir tablo düşünün; Kürtler, Aleviler, Antikapitalist Müslümanlar, Öcalan posteri, Mimarlar Odası, Tabipler Odası, WWF… Hepsi İstanbul’un göbeğinde bir parkın içinde kardeşçe bir arada duruyor. Gerçek oldu.
Bu Daha Başlangıç!
Gezi’deki işgalin 15-16 Haziran’da dağıtılmasının ardından, kitlenin hem biraz dertleşmek hem de sorunlara çözüm bulmak amacıyla Gezi’de oluşan paylaşma alışkanlığını kendi yerleşimlerindeki parklara taşımak istemesiyle semt forumları oluşmaya başladı. İlk olarak Beşiktaş’ta Abbasağa parkında biraraya geldik. Başlarda daha çok olayların travmasını üzerinden atmak isteyenlerin buluşması gibi gözüken forumlar çabucak Gezi Parkı’nda oluşturulan kültürün devamı niteliğine büründü. Semt parklarının yeniden yaşanılan alanlar olmasına şahit olduk. Bazı forumlar her gece devam etti, temsilî meclislerini oluşturdu.
Bu forumlardan Etiler Forum evime yakınlığı sebebiyle tercihimdi. Forumdan uzman kişilerin gelip bilgi alışverişinde bulunacağı “yaşayan kütüphane” fikri çıktı. Farklı yaşam tarzındaki insanlarla tanıştık, tartıştık. Kendi forum deneyimim, kimsenin fikir beyan etmekten çekinmediği kültürün devam edeceği yolunda. Forumların ortak karar alma yetisi ileride bir halk meclisi oluşturulabileceği konusunda umut veriyor.
Daha önce muhalefet ruhu ile tanışmamış, AKP ile büyümüş bir gençlik, kendi özgürlükleri adına muhalif olmak zorunda kaldı. Burada Başbakan’ın “Türbanlı kızlarımız okullara alınmazken bu gençlik neredeydi? ” sorularını “O zaman biz daha kundaktaydık” gibi esprili bir dille cevaplayan bir kitleden söz ediyoruz. Sebebini anlayamadıkları yasakçı tavırlara tepki veren, pasif direnişe uygun gençlerimiz “git” denilse de meydanları terk etmeyeceğinden, yazımı artık klişe olmaya başlamış o harika sloganla bitirmek istiyorum: Gezi direnişinden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu daha başlangıç!