Roni Margulies
Dünyanın bir ucundan bir insan topluluğu kalkıp dünyanın bir başka ucuna gitse. Ve o başka uçta yaşayan yoksul, kendi halinde, toprakla cebelleşerek zeytin, hurma, mandalina ve limon dışında pek bir şey üretemeden zor bela geçinen insanlara “Biz 2.000 yıl önce burada yaşıyorduk, geri geldik, bu topraklar bizim, siz başka bir yere gidin” deseler. Bu zeytin, hurma, mandalina ve limon üreticileri, “Başka gidecek yerimiz yok, gidemeyiz” dese. Ve dışarıdan gelenler “Yok yahu, bal gibi gidersiniz!” deyip savaş açsa ve bu savaşta müthiş bir vahşet uygulasa, gitmek istemeyen köylülerin korkup gitmesi için özellikle korkunç yöntemlere başvursa, dünya ne derdi?
Ve çoğu gerçekten korkup evini ve toprağını bırakıp gittiğinde, dışarıdan gelenler, “Artık burası bizim, burada sadece bizim gibi olanlar yaşayabilir” dese ve kendi devletini kursa. Ya cesur ya yaşlı ya inatçı olduğu için kaçmayanlar o devletin sınırları içinde tüm haklarından mahrum üçüncü sınıf vatandaşlar gibi yaşamak zorunda bırakılsa, dünya ne derdi?
Örneğin, İngiltere’nin kuzeyinde yaşayan ve Viking asıllı oldukları kuşkusuz olan İngilizler Danimarka’ya yerleşse ve tepeden tırnağa silahlanarak Danimarkalılara, “Burada eskiden bizim atalarımız yaşıyordu, burası bizim, siz çevre ülkelere gidin, burada biz yaşayacağız” dese, dünya kamuoyu bunu kabul edilebilir mi bulurdu? Uluslararası hukuk bunu onaylar mıydı?
Filistin’de kabul edilebilir bulundu ve 70 yıldır onaylanıyor.
İsrail devletinin meşruiyeti
Oysa, onaylanmaması gerektiği, İsrail devletinin meşru bir devlet olarak tanınmaması gerektiği açık. Açık, ama biraz daha açıklayayım. Ben bir komünist olarak, dünyadaki burjuva devletlerinin hiçbirine sevgi beslemiyorum elbet. Sömürüsüz, adil ve eşit bir dünya yaratma sürecinde, emekçi kitlelerin tüm bu devletleri yıkacağına inanıyorum. Ama bu, ‘meşru’ olmadıkları anlamına gelmez. İsrail’in gayrimeşruluğu bundan kaynaklanmıyor. İsrail bir burjuva devleti olarak gayrimeşru; bizzat burjuva devletler hukuku ve uluslararası hukuk çerçevesinde gayrimeşru. İngilizlerin Danimarka’yı işgal edip Danimarkalıların çoğunu ihraç ettikten sonra kuracağı bir Yeni İngiltere devleti ne kadar meşru olursa, İsrail de o kadar meşru.
Denebilir ki, ya Amerika Birleşik Devletleri? Ya Avustralya? Yerli halkı ihraç değil katlederek kurulmuş bu devletlere ne demeli? Gayrimeşru mu ilan edeceğiz bunları? Ya da gayrimeşru eylem 200-250 yıl önce yapılmışsa gayrimeşru olmaktan çıkıyor mu? Çıkıyorsa, kaç yıl sonra çıkıyor?
Gayrimeşruluk durumunun ortadan kalkıp kalkmaması zamanaşımına bağlı olamaz elbet. Her şey toprakları için mücadele etmeye devam eden bir halk olup olmamasına bağlı. Tarih çok acımasız. Amerika ve Avustralya’da, “Burası bizim, siz işgalcisiniz” diyen kimse kalmadı. Emperyalizm için her şeyin daha rahat olduğu bir çağda, Amerika ve Avustralya’da İngilizler İsraillilerin hiçbir zaman beceremeyeceği kadar kalıcı bir şekilde çözdü sorunu. Filistinliler kendi ülkelerini geri istemeyi sürdürdükçe, İsrail devletinin Yahudilere özgü bir devlet olarak gayrimeşruluğu sürecek.
“Yahudilere özgü bir devlet olarak” ifadesini özellikle vurgulamak gerek. Gayrimeşru olan, Nazi soykırımından kurtulabilen Yahudilerin Filistin topraklarına kaçması değil, o topraklarda yaşaması değil, o topraklarda yaşamaya bundan sonra devam etmesi değil. Meşru olmayan, İsrail’in yerel halkı dışlayan ve sadece başka bir halkın devleti olarak (“Yahudi devleti” olarak) varlığını sürdürmesi. Ben, İsrail ile hiçbir bağlantısı bulunmayan İstanbullu bir Yahudi ailesinin oğlu olarak istediğim an gidip İsrail vatandaşı olabilirim; babası Kudüs’te doğmuş olup 1948’de Ürdün’e kaçan ve şu anda Lübnan’da yaşayan bir Filistinli, vatandaş olmak bir yana dursun, ağzıyla kuş tutsa İsrail’e giremez bile. Gayrimeşru olan bu.
Buraya kadar söylediklerimin aykırı, aşırı veya garip olduğunu düşünmüyorum. Filistin’de olup bitenler niye kabul edilebilir bulunuyor ve 70 yıldır onaylanıyor o zaman? Dünyanın en zengin petrol bölgesinde, en istikrarsız bölgesinde emperyalizmin sorgusuz ve kuşkusuz bir müttefiğinin, eli sopalı bir jandarmasının bulunması her türlü hak ve hukuktan daha önemli olduğu için elbet.
Peki, emperyalist devletlerin tavrını anlamak kolay da, İsrail’in Batı’da halk arasında da yaygın sempati uyandırmasını, Filistinlilerin başına gelenlerin halk tarafından adeta görmezden gelinmesini nasıl açıklamalı? Bu da kolay: Nazi soykırımı. Yaygın görüş, faşizme altı milyon kurban veren bir halkın, kendi toprakları diye düşündüğü topraklarda rahatça yaşama hakkı olduğu. İnsancıl ve anlaşılabilir bir görüş.
Ama bir sorun var. Filistin’deki Yahudi nüfusun devede kulak olduğu, ancak Hitler iktidara geldikten sonra büyük sayıda Yahudi’nin Filistin’e göçtüğü doğru. Ama göçtüklerinde Filistin’in yerel halkına “Avrupa’da bizi kırdılar, orada yaşamak istemiyoruz, izin verin bu topraklara gelelim, burada birlikte, kardeşçe yaşayalım” demek başka şey olurdu, “Buralar bizim, siz gidin” demek başka şey. Birincisi kabul edilebilir, ikincisi hiçbir açıdan (hukuksal, etik, ahlakî) kabul edilebilir değil.
Ve Filistinliler bunu kabul etmediği, Arap ülkelerinde göçmen kamplarında yaşamayı sessizce kabullenmediği içindir ki, İsrail sorunu 70 yıldır dünyanın gündeminden çıkmadı.
Köpeği sallayan kuyruk
Yukarıda, “emperyalist devletlerin tavrını anlamak kolay” dedim: İsrail devleti Amerika’nın bölgedeki jandarmasıdır ve bu görevinin karşılığında Amerika İsrail’in yaşamasını sağlar. Ne var ki, bu açıklama özellikle Ortadoğu’da ve özellikle Müslümanlar arasında çok zaman kabul görmüyor. Çok zaman tam tersi düşünülüyor: Amerika’nın İsrail’e değil, İsrail’in Amerika’ya her istediğini yaptırttığı hem Türkiye’de hem Ortadoğu’nun geri kalanında yaygın bir kanı.
Dünya kapitalizminin hegemonik gücü olan, emperyalist hiyerarşinin zirve noktasında duran, dünyanın en büyük ekonomisine sahip olan ülkeye, Ortadoğu’daki küçük, önemsiz, dış yardım almadan ekonomik olarak ayakta kalması mümkün olmayan bir ülkenin hükmettiğini düşünmek hangi mantığa sığar? “Mantık” kelimesinin anlamını pek ciddiye almazsak, şu mantığa sığar: Zaten bütün dünyayı yöneten Yahudiler, doğal olarak, Amerika’yı da yönetmektedir. Türkiye’de bunu gizli Yahudi olan Sabetaycı dönmeler eliyle yaparlarken, Amerika’da Yahudi lobisi marifetiyle yapmaktadırlar.
Dünyayı Nostradamus’un öngörülerinin veya Marduk gezegeninin yönettiği fikirleriyle yakın akraba olan bu inanç Türkiye’de sadece Harun Yahya ve arkadaşları değil, heyhat, toplumun geniş kesimlerince paylaşılıyor. Yahudilerle ilgili tüm komplo teorileri ciddiye alınıyor, okunuyor, kabulleniliyor. Bu durumda, İsrail’in Amerika’yı kukla gibi oynattığına inanılması da doğal. Bu inanç Türkiye ve Ortadoğu’da o kadar yaygın ki, hemen hemen herkes inanır.
Uç karakolu
İsrail kurulduğu günden itibaren, İngiltere Dışişleri Bakanlığı görevlisi ve 1918-26 yılları arasında Kudüs Valisi olan Sir Ronald Storrs’un ifadesiyle, “köklü bir şekilde bize düşman olan Arabistan’ın yüreğinde küçük, sadık bir Ulster” olmuştur. Ulster, İngiliz emperyalizminin İrlanda’dan çekilirken adanın kuzeyinde yarattığı, bizim Kuzey İrlanda olarak bildiğimiz altı eyaletlik yapay ülke, yani İngilizlerin yarattığı uç karakolu. Bu karakolda tümüyle İngiltere’ye bağımlı olan, dolayısıyla son tahlilde her zaman İngiltere’ye hizmet eden, üstelik İrlanda’nın geri kalanına kıyasla çeşitli ayrıcalıklara sahip olan Protestan İrlandalılar oturur. Hem ayrıcalıklarını korumak kaygısı, hem çoğunluğun gadrine uğramak korkusuyla, İngiltere’nin iradesine kayıtsız şartsız bağlıdırlar. Böyle bir karakol yaratmanın önemini akıllı bir emperyalist olan Storrs 1937’de anlamıştır.
Amerika’nın Ortadoğu’da müttefik ve dostları (karakolları) çoktur elbet. Türkiye’den Mısır’a, Ürdün’den Suudi Arabistan’a, müttefikleri saymak yerine, dost olmayanları saymak çok daha kolay: sadece İran. Ama İsrail’in konumu tüm diğer müttefiklerden farklıdır, istisnaidir. Birincisi, yarın da var olacağına güvenilebilecek bir müttefiktir, ikincisi kayıtsız şartsız müttefiktir.
İsrail’in yarın da var olacağına güvenilebilir olmasının önemini kavramak için, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin ne kadar çabuk ve kolay düştüğünü hatırlamak yeterli. O dönemde Amerika’nın bölgedeki en sağlam, en silahlı, en güvenilir (İsrail’den sonra elbet) müttefiği olan Pehlevi rejimi 1979’da birkaç haftada devrildi gitti. Bugünkü Amerikan müttefikleri ise, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi Pehlevi İran’ından çok daha zayıf ve istikrarsız krallıklar ve şeyhlikler. Bunlar, İsrail’le kıyaslandığında, karakol olmak bir yana dursun, kumdan şatolar bile değil. Yarın ne olacağı belli bile olmayan bir dizi devleti memnun etmeye çalışmak yerine, güçlü bir İsrail’i bunların başına jandarma olarak dikmek Amerika açısından hem anlaşılır hem de makul.
İsrail’in kayıtsız şartsız müttefik olmasına gelince, bunu anlamak için de Saddam Hüseyin’i hatırlamak yeterli. Saddam Amerika’nın müttefiğiydi, ama birgünden birgüne ne yapacağı belli olmayan bir diktatördü. İsrail’in ise Amerikan çıkarlarına karşı bir siyaset uygulaması mümkün değildir. İktidara gelen her İsrail hükümeti, siyasî rengi ne olursa olsun, hayattaki en önemli şeyin Amerikan yardımının devamı olduğunu bilir. Bu yardım olmadığı taktirde İsrail devletinin yaşayamayacağını bilir. Yanlış anlaşılmasın, İsrail hükümetleri günümüzün Irak veya Afganistan yönetimleri gibi kukla hükümetler değildir; İsrail’in kendi bölgesel çıkarları da vardır ve bunlar bazen Amerika’nın kısa vadeli çıkarlarıyla çelişebilir. Çeliştiğinde, İsrail Amerika’yı zorlayabildiği yere kadar zorlar, hatta kısaca da olsa, sözünden de çıkabilir. Ama Washington kırbacını şaklattığında, hizaya gelir, gelmek zorundadır. Aksini düşünmek, köpeğin kuyruğu değil, kuyruğun köpeği salladığını düşünmek demek. Aksini düşünmek, bütün dünyayı yönetmeyi amaçlayan Amerikan egemen sınıfının, nüfusun yüzde 2,2’sini oluşturan bir avuç Yahudi tarafından ketempereye getirildiğini, kendi çıkarlarının tersine davranmaya ikna edildiğini, yani aptal olduğunu düşünmek demek. Olabilir. Ama sanmıyorum.