Eli Haligua
Türkiye ile İsrail anlaştı. Artık iki ülkenin arası eskisi gibi “soğuk” değil. On kişinin öldüğü, 56 kişinin yaralandığı Mavi Marmara olayının artık “tatsız” bir olay olarak geçmişte kalması amaçlanıyor.
İmzalanan anlaşma gereğince, İsrail devletinin düzenlediği Mavi Marmara “operasyonu” ile ilgili davaların hepsi düştü. Davaların düşürülmesiyle İsrailli askerler hakkındaki yakalama kararı kaldırıldı. Mahkeme heyeti, 28 Haziran 2016 tarihli usul anlaşmasının 4. maddesinin 2. cümlesi ile “Her halükârda bu anlaşma İsrail’in, İsrail adına hareket edenlerin ve İsrail vatandaşlarının, Türkiye Cumhuriyeti veya Türk gerçek veya tüzel kişiler tarafından konvoy hadisesi ile ilgili olarak kendilerine yönelik doğrudan ya da dolaylı olarak Türkiye’de yapılmış ve yapılacak her türlü hukuk ya da cezaî talebe ilişkin her türlü sorumluluktan tamamen muaf tutulmalarını sağlayacaktır” hükmünü dikkate aldı. Bu karara göre artık, herhangi bir Türkiye vatandaşının herhangi bir İsrail kurumu veya yetkilisine dava açmasının önü kapandı.
Gerisi teferruat
Duruşma öncesi mağdur ve müşteki avukatlarının adliye önünde yaptıkları basın açıklamasında davanın düşürülmesinin hukuka aykırı olacağı savunuldu. Hukukçular Derneği adına açıklama yapan Avukat Mehmet Sarı, Mavi Marmara Gemisi’ne yönelik saldırı sonrası dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de bu davalardan birinin görüldüğüne değindi ve “Mahkeme son gelişmeler doğrultusunda hukukî olmayan bir tavır sergileme eğilimine girmiştir. Son duruşma, hakimlerin davayı düşürme, müdahil avukatların da davayı düşürmeme noktasında cetin bir mücadelesi ile geçmiştir” cümleleriyle duruşmada yaşananları betimledi. Sarı, ayrıca siyasî saiklerle karar vermenin hukukî olmadığını da belirtti.
Duruşmaya katılan çok sayıda müşteki yakının bir bölümü salona alınmazken sık sık sloganlar atıldı, tekbir getirildi. Ara sıra arbede yaşandı. Gerilimin yüksek olması çok normal. Bugünden Mavi Marmara’ya baktığımızda, iki ülke arasındaki efelenme politikaları sonucu yaşamını yitirenleri ve günümüzde yaşanan “dostluk” politikaları ile de mağdur olan insanları ve yakınlarını görüyoruz. Rüzgâr iki devlet için yön değiştirdi; ancak Gazze’de durum değişmiş değil.
Ülke çıkarları çok zaman olduğu gibi halkların çıkarlarının önüne geçiyor ve ekonomik getiriler, askerî stratejiler mevzu bahis olduğu için gerisi teferruat olarak kalıyor.
İsrail ve Türkiye arasında, esas olarak krize yol açan Mavi Marmara filosu, öncesi, anı ve sonrası ile tümüyle bir trajedi iken, anlaşma sonrası mevzu sadece turizmin olumlu etkileceneğinden bahsedilen bir hâl almıştı. Şezlong piyasasının yaz aylarında ivme kazanıp ücretsiz plajları gasp etmesini her sene yaşardık da, insanlık trajedisini gölgeleyebilecek kadar büyük olduğunu ben bu yaz idrâk ettim.
Tayyip Erdoğan ile Benjamin Netanyahu’nun el sıkıştığı anlaşmaya baktığımızda her iki taraf geri adımlar atsa da askerî ve doğalgaz işbirlikleri her iki ülke (halk değil) çıkarı için mühim gibi. Ve esas gibi… Geri kalan maddeler ayrıntı gibi duruyor. Zaten herkes ekonomik ve askerî işbirliğinin ülkelerin çıkarlarına nasıl olumlu etki edeceğinden söz ediyor.
Erdoğan, Davos Zirvesi’nde Peres’e “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz!” dediğinden beri içimde hep ukte kalmıştır, neden Peres de dönüp “Siz de hiç fena değilsiniz.” demedi diye. Maalesef iki ülke de birçok katliama imza atmıştır. Zaten o zamanlar da iki ülke arasında askerî anlaşmalar vardı. İsrail ordusunun pilotları Konya’da eğitim görüyordu. Militarizm iyi becerdikleri, her daim ortak olan noktaydı.
Antisemitizm mi?
Mavi Marmara, Özgürlük Filosu ismiyle yürütülen şiddet içermeyen, uluslararası kampanyanın gemilerinden birisinin ismi. Mavi Marmara birçok boyutuyla ele alınabilecek bir hâdise. Özgürlük Filosu’nu ya da Mavi Marmara’yı antisemit bir eylem olarak göremeyiz. Muhakkak Mavi Marmara’nın içinde antisemit insanlar da vardı; ancak filonun içinde Yahudiler de, İsrailli milletvekili de vardı. Geçtiğimiz Mayıs ayında hayatını kaybeden, Holokost Kurtulanları’ndan Hedy Epstein de Mavi Marmara’da olmak istemiş, sağlık sorunları nedeniyle gemide bulunamamış, desteğini açıklamıştı.
Antisemitizmle ilgisi olmayan, sadece eşitlik ve adalet isteyen, amacı sadece ablukayı kaldırarak Gazzelilerin daha iyi bir yaşama kavuşmasını amaçlayan birçok ülkeden insan o geminin içindeydi.
Mavi Marmara, maalesef Türkiye’de antisemitizmin zirve yaptığı, kimi Türkiyeli Yahudi’nin maruz kaldığı antisemitizmden bıkıp ülkeyi terk ettiği bir dönemdir. Yaşanan olaylar, kalanların da büyük ölçüde tedirgin olmasına yol açmıştır. Medya destekli antisemit tamtamlar Yahudi düşmanlığını körüklemiş, manşetlerde Türkiye’de yaşayan Yahudiler hedef gösterilmiş, “Katiller aramızda” denilerek cadı avına yol açabilecek nefret söylemleri kendini göstermiştir. Mavi Marmara’nın örgütlenmesinde ana odaklardan biri olan İHH’nın başkanı Bülent Yıldırım da bu süreçte antisemit bir söylem kullanmış, “Türkiye’de İsrail askeri istemiyoruz” başlıklı bir kampanya başlatmaya çalışarak Türkiyeli Yahudileri hedef göstermişti.
Mavi Marmara’ya İsrail tarafından bakacak olursak, İsrail söylediği yalanlardan ötürü kendi vatandaşlarından ve tüm dünyadan özür dilemelidir. Mavi Marmara gemisi denize açılmadan önce ve Shayetet 13 Komandoları “operasyonu” gerçekleşetirene kadar İsrail’de resmî söylem gemide teröre destek için cephane taşındığı idi. İsrail iç ve dış politikası gemide bulunanların silahlı, bombalı teröristler olduğu söylemini benimsemiş, bunun propagandasını yapmış ve gemiye teröre karşı mücadele için müdahale edileceğini belirtmişti. Ancak -hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde- gemide böyle bir bulguya ulaşılamadı. ABD de Irak’ı işgal ederken kitle imha silahı bulacağı yalanının arkasına sığınarak “terörle mücadele” ve “demokrasi” için Irak’a “müdahale” etmişti.
Mavi Marmara’da bulunan malzemeler sadece insanî yardım malzemeleriydi. Trajikomik bir şekilde basına gösterilen “deliller” “terör” filosundaki bıçaklar, sapanlar ve sopalardan ibaretti. Zaten İsrail’in tazminat ödemeyi kabul etmesi de yaptığı “operasyonda” haksız olduğunun kabulünü göstermektedir. İsrail’in uyguladığı saldırgan politikalar yüzünden Türkiye ile gerilim yükselmiş, gemiye yapılan saldırı sonucu on kişi yaşamını yitirmiştir. Netanyahu halklar arasında nefrete yol açmış, ölümlere neden olan askerî operasyonun emrini vermiş ve yüzlerce insanın hayatını tehlikeye atmıştır.
Hanin Zuabi
İsrail, o dönem İsrail’de seçilen ilk kadın Arap milletvekili olan Hanin Zuabi’den de ayrıca özür dilemelidir. Hanin Zuabi’nin hikâyesi, bu topraklarda yaşayan bizler için çok tanıdıktır. İsrail vatandaşı olmasına rağmen “Arap asıllı” olduğu için vatan hainliğiyle kolaylıkla suçlanmış, gemiye katıldığı için itibarsızlaştırılmış, terörist ilan edilmiş, sağcıların yalan kampanyalarının kurbanı olmuş, milletvekili olmaktan kaynaklı hakları elinden alınmış, vatandaşlıktan çıkarılma ve ölüm tehditlerine maruz kalmıştır. Bugün İsrail devleti tazminat ödemeyi kabul etmişse, demek ki Zuabi, propagandası yapıldığı şekliyle teröre destek vermemiştir.
Bugün Erdoğan için de özür dileme günüdür. O dönemde antisemitizme yol açan söylemler kullanmış, antisemitizm yükselirken Gazze’yi iç ve dış politikası olarak kullanmış, ülkede yükselen antisemitizme karşı hiçbir şey yapmamıştır. Erdoğan, bugün el sıkıştığı anlaşma uyarınca Gazze ablukasını resmen kabul etmiş, o günkü İsrail’in söylemlerinin çizgisine gerilemiştir. Gazzelilerin yaşadığı insanlık trajedisine karşı olduğunu söylerek Netanyahu ile artırdığı gerilimde vatandaşlarının ölmesi ile sonuçlanan eylemi bugün “Türkiye’den böyle bir insanî yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten yardımı yaptık, yapıyoruz. Bunları da yaparken, gövde gösterisi olsun diye mi yapıyoruz?” diyerek kamuoyunu manipüle etmektedir.
Burada silkinip kendisine gelmesi gereken, İsrail’in politikarı nedeniyle Türkiye’deki Yahudilerin antisemitizme maruz kalmasına neden olan politik gruplardır. Mavi Marmara’da ve her İsrail saldırısında Türkiye’deki Yahudilerin İsrail’i kınaması beklenmekte, bunun için baskı yapılmaktadır. Tamamı olmasa da İslamî ve solcu politik gruplar İsrail’i eleştireceğiz diye başlayıp eleştirilerini hızlı bir şekilde antisemitizme vardırıp Yahudi nefreti ile sonlandırmaktadır. Protesto yürüyüşleri sinagog önünde son bulmakta, sloganlar nefret söylemleriyle bezenerek Yahudiler hedef gösterilmekte, yapılan protestoların büyük çoğunluğu antisemit vurgular taşımaktadır.
İşin pek de farkında olmadığımız bir başka acı tarafı ise, Türkiye’de yaşayan Yahudilerin huzurunun ya da can güvenliğinin Türkiye ile İsrail ilişkilerine bağlı olması. Türkiye’deki Yahudiler İsrail ile ilişkilerde âdeta rehin gibi görülüyor. Gerçi bu anlaşma sürecinde hiç fikri bile alınmayan Gazzeliler ve Filistinliler için durum daha da vahim.
“Benim adıma yapma!”
Anlaşmanın imzalandığı dönemde yaşanan bir kritik nokta da, Türkiye’de yaşayan bazı Yahudilerin anlaşmayı “Bu anlaşma esas Gazzeliler için iyi oldu, gereksiz eleştiri yapmayalım” şeklinde algılamasıydı. Muhakkak ki Türkiye’den gidecek yardımın Aşdod üzerinden Gazze’ye ulaşacak olması, bir derece de olsa, orada yaşayan halkın koşullarını iyileştirecektir; ancak Gazze halkının tek istediği insanî yardım değil. Bu tür yardımları zaten İsrail de hâli hazırda yapıyor. Biz buradan Gazze halkı adına neyin iyi olduğuna karar verme haddine sahip değiliz. Unutmayalım ki, orada yaşayan halkın bu koşullarda olmasının nedeni kendini yegâne Yahudi devleti olarak tanımlayan ve Yahudiler adına hareket ettiğini iddia eden İsrail Devleti’nin uyguladığı politikalardır. O nedenle ben Gazze halkının yararına olanın, kendilerinin taraf ol(a)madıkları askerî ve ekonomik çıkar anlaşmalarını alkışlamaktan değil, benim adıma hareket ettiğini iddia eden devlete “Benim adıma yapma!” demekten geçtiğini düşünüyorum.