Diren Cevahir Şen
Taa evlilik öncesi zamanlardan ya da flört döneminde itibaren başlıyor kadınların neredeyse tamamının erkek şiddeti hikâyesi. Bu öyle bir şiddet ki, durmuyor, dinmiyor, bitmiyor. Zaman zaman ara veriyor. Yoruluyorsa demek ki adamlar, biraz dinlenme ihtiyacı hissediyor. Şiddet değişik biçimlere de bürünüyor. Cinsel, fiziksel, duygusal, sözsel, ekonomik… Genel olarak hepsi bir arada yaşanıyor. Lakin kadına bazısını özellikle tecrübe ettirmeyi seven de var.
Gerekçe bol erkeklerde. “Yemeğin tuzu neden eksik? Neden tayt giydin? Facebook şifreni neden vermiyorsun, benden bir şey mi gizliyorsun? Kapıyı neden hemen açmadın? Benimle neden sevişmek istemiyorsun?…” Tüm bu gerekçeler, erkekler için kadınların uğradığı şiddetin faili olma nedenlerinin birkaçı sadece.
Bu şiddeti gören, buna maruz kalan kadın ne yapıyor peki? En yakınındakine anlatmayı deniyor önce. En yakınındaki küçük bir ihtimal onu desteklerse kadın bir takım önlemler için başvurup o adamdan derhal uzaklaşıyor ya da o adam uzaklaştırılıyor. Çoğunlukla yaşanan bu mu peki? Değil maalesef. Kadın yaşadığı şiddeti anlattığında, paylaştığında, “Gelinliğinle çıktın bu evden, kefeninle girersin, bizde boşanma olmaz!” ya da “Kocan o senin, tabii ki yapacaksın istediklerini, istediği zaman yatacaksın onunla, karşı gelmek ne demek?” gibi sözler işitir. Jandarmaya, polise gider, ama evine gerisin geriye gönderilir. Sığınağa yerleşir ve aile bireylerinden biri polis desteğiyle adresi ‘gizli’ sığınaktan kadını alır gelir.
Kadın öyle ya da böyle kendi ailesi ve çevresi tarafından kendisine şiddet uygulayan erkeğe mahkûm edilir, mecbur bırakılır ya da ona başka bir seçenek bırakılmaz diyebiliriz. Peki bu memlekette her gün en az üç kadın erkeklerce öldürülüyorken, kadınlar hemen her gün kocalarının, sevgililerinin, babalarının, erkek kardeşlerinin, patronlarının ya da sokaktaki herhangi bir adamın cinsel ya da fiziksel saldırısına uğruyorken, biz bu kadınlardan nasıl hayatta kalmalarını bekliyoruz? Bu kadınların hayatlarına sahip çıkmaktan başka nasıl bir seçenekleri olduğunu düşünüyoruz önlerinde?
Yukarıda bu yazının sadece kısaca anlatmaya çalıştığı tüm bir hayatı yaşamak zorunda bırakılan bir kadının önünde maalesef iki seçeneği var. O kadın ya hayatına sahip çıkacak ya da ölecek. Erkek öldürmek zorunda kalan kadınlar, hayatlarına sahip çıkan kadınlar işte. Biz feministlerin ‘kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor’ dediğimiz, Türk Ceza Kanunu’nda ise ‘meşru müdafaa’ diye anılan fiil, kadınların yaşadıkları tüm şiddet döngüsünden kurtulmak için maalesef başvurmak zorunda kaldıkları şey.
Aileleri ve devlet kurumları bu kadınları geri çevirmese, bu kadınlarla dayanışma gösterip erkekleri engellese, başkaca koruma mekanizmaları işletilse ve piyasada erkeklere kravat indirimleri yapan bir erkek adalet değil gerçek adalet olsa, belki de Özgecan Aslan, Ayşe Paşalı, Hanime Aslan ve adını sayamadığımız kadınlar bugün yaşıyor olacaktı; Yasemin Çakal, Nevin Yıldırım, Semra Özata ve daha nicesi bugün bu erkekleri öldürerek mahpusa düşmemiş olacaktı.
Sonuç olarak, kadınların önünde hâl-i hazırda hayatlarına sahip çıkmaktan ve kadın dayanışmasını örgütlemekten başka bir yol yok. Bu yol, bu seçenek, erkek devletin ve erkek egemen sistemin bizi mecbur bıraktığı, varlığımıza, kimliğimize içkin olan seçenek.
O vakit, kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor!