Adem Seleş *
Bir bayramlaşmadayım.
Eskilerden bir abimiz esip gürlüyor. Ağzından köpükler saçarak ana meseleyi hallediyor.
Susmayı öğretiyor hayat insana.
İktidarda olmak, hükümet etmek yetiyor abimize. Kendisini arayan bir akademisyene telefonda “Boş durma, rektör ol” diye nasihatte bulunuyor.
İktidar hırsı bütün hasletlerimizi köreltmiş. Belki en önemlisi adalet duygumuzu.
Ne kadar ucuzmuşuz, ne kadar açmışız. İktidara abanacak kadar ucuzcuymuşuz!
Kendimizi tanımak için bu kadar bedel! Yok, yok ağır değil.
Mirasımız ne olacak bizden sonrakilere? Asıl mesele bu.
Yönetici bilgi üretmez. Becerebiliyorsa bilgiyi ürettirir ve kullanır.
Yönetici bildiği için değil, layık oluğu için seçilir. Bildiği için seçildiğini zanneden ise büyük bir yanılgının içindedir. Seçilince bildiğini zannedenler ise daha bir felakettir.
Yaşayanların bilgi ve tecrübesini siyasetin bilgi ve tecrübesi ile birleştirebildiğimiz zaman başarı haktır. Yaşayanlar ve yönetenler bilgilerini harmanlayıp analiz edebilirlerse siyaset yol bulur.
Kafayı iktidara ve güce taktığımız ân düşmeye başladığımız ândır.
……….
Taş ve toprak.
Ne kadar iç içe. İkisi de ayrı ayrı bir değer, kendince.
Uçaktan seyrediyorum, Şırnak yolunda otobüsten görüyorum. Ne kadar taşlı tarla var.
Taş ve toprak.
Biri bereket kaynağı, diğeri bir yapı malzemesi, mimarînin yapıtaşı.
Taş toprağa karışınca!
Kimi tarlalar taştan temizlenmiş. Toparlanan taşlar bereketli toprakların sınırı olmuş. Taş yerinde ağırdır derler. Burada yerinden kaldırınca daha da ağırlaşıyor taş.
Orhan Kemal aklıma geliyor, bir metafor kuruyorum. Taş dediğin insanlar uğruna canını feda etmeli. Taş dediğin çıkmalı o tarlalardan. Kalabalık etmemeli.
Taşın kalabalığı toprağın bereketine engel.
………….
Uçaktan iniyorum.
Bir çekirge karşılıyor beni, uçağa ve yolculara meydan okurcasına.
Penceremin önünde geceleri öten çekirge olduğundan eminim.
“Kuli” diyorlar Kürtçe’de. Penceremin kenarındaki çekirge vızıltısına çoktan razıyım. Sabaha kadar ötsün. Kime derttir?
Uzun bir aradan sonra bir memleketten diğerine dönüyorum. Akşamın sessizliği çöküyor şehre. Gökyüzü pırıl pırıl.
Seviyorum bu şehri; gecenin değişken rengini; gökyüzüne yakınlığını.
Cudi’nin vadiye düşen gölgesini, Gabar’ın heybetini, Namaz’ın adını, Çıraw’ın gizemini.
Gidemesem de gelemesem de bu dört dağın arasında yaşamak bile heyecan verici.
Geceyi kutsamanın bedelini birkaç dakika sonra silah seslerine maruz kalarak ödüyorum. Ortalık karışıyor, yukarı mahallelerden birinde. Birazcık huzuru çok görüyorlar, Hz. Nuh’un şehrine.
Elimdeki kitaba kaçıyorum. İslam’ın Bugünkü Meseleleri. Merhum Erol Güngör yaklaşık otuz beş yıl öncesinden bir pencere açıyor. Pencere hâlâ açık. Bakmayı bilemediğimizden olacak. O günden bugüne meselelerimizi konuşuyoruz.
Çözüm bize Kaf Dağı kadar uzak, Kaf Dağı’ndan yakın.
Gece yarısına doğru sesler kesiliyor. Her sese pencereye koşmanın anlamsız olduğunu zamanla öğreniyor insan. Şimşek misali. Sese koştuğunuzda görüntü çoktan gitmiş oluyor.
Pencereyi açıyorum. Ay Namaz Dağı’nın zirvesinden şehre ve Cudi’ye aydınlığını gönderiyor. Gece berraklaşıyor. Çekirge benden önce gelmiş, ötmeye başlıyor penceremin dibinde.
Vızılda gönlünce çekirge, yeter ki insanlar çekirgeleşmesin, yeter ki silahlar senin sesini bastırmasın.
Aya gönlümü kaptırıyorum. Yükselmeye devam ediyor. Alıp götürecek sanki beni başka dünyalara. Ama biliyorum, biraz sonra kaybolacak ortalıktan.
Şıpsevdi olma diyorum, kendime.
Çekirge, ay ve ben. Gecenin karanlığında gecenin sahibine sığınıyoruz.
* Adem Seleş, Konyalı bir Müslüman. Bir zamandır Şırnak’ta çalışıyor.