Zaytung adlı mizahî internet sitesinde 2012 yılında şöyle bir “haber” çıkmıştı:
“İsrail Ordusu, Başbakan Erdoğan’a Laf Yetiştirmek Amacıyla Geliştirilen Yeni Savunma Sistemi Projesini Tanıttı”.
Habere göre, “Başbakan Erdoğan’ın gittikçe sıklaşan ve sertleşen İsrail karşıtı demeçleri, sonunda İsrail ordusunu da harekete geçirdi. İsrail Savunma Bakanlığı’ndan bu sabah yapılan açıklamada ‘Neredeyse bütün Arap ülkeleriyle savaşmış ve yıllardır terör ve şiddetle iç içe yaşayan bir ülkeyiz, ancak hiçbir şey Başbakan Erdoğan’ın sözleri kadar canımızı yakmadı. Biz böyle zulüm görmedik…’ ifadelerine yer verilirken, şu an henüz geliştirilme aşamasında olan proje sayesinde en geç 2012 yılının ortalarından itibaren hiçbir lafın altında kalınmayacağı iddia edildi.”
İsrail ordusu artık rahatlayabilir.
Yeni yıla girerken İsrail’e karşı sıcak hisler beslemeye başlayan Erdoğan şöyle diyordu: “İsrail, bölgede Türkiye gibi bir ülkeye muhtaçtır. Bizim de İsrail’e ihtiyacımızın olduğunu kabul etmemiz lazım. Bu, bölgenin bir gerçeği. Karşılıklı samimiyet çerçevesinde bu adımları atmayı başarabilirsek, normalleşme beraberinde gelir.“
Erdoğan’ın ardından AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, bu normalleşme sürecine ilişkin olarak, “İsrail Devleti ve halkı Türkiye’nin dostudur” dedi.
“One minüt” ne oldu?
Yandaş medya İsrail’le ilişkilerde hükümetin bu U-dönüşünü hemen hemen tümüyle görmezden geldi. AKP seçmeninin bu gelişmeden pek de memnun olmayacağından korkmuş olsalar gerek. “Haberleri olmasın daha iyi” diye düşünmüş olsalar gerek. Doğru düşünmüşler.
AKP’nin sadık seçmenleri arasında bile şu düşünceleri aklından geçirmemiş tek bir kişi olabilir mi: “Tamam, anladık, devletimizin âlî çıkarları böyle gerektiriyor. Tayyip Bey en iyisini bilir. Peki ama Filistin halkı ne oldu? Gazze ne oldu? Mavi Marmara ne oldu? ‘One minüt’ ne oldu? Bu kadar mıydı Sayın Cumhurbaşkanı’nın ilkeli davranma süresi? Bu kadar mıydı Filistin halkıyla dayanışma kararlılığı?”
Cumhurbaşkanı’nın İsrail’e dostluk duyguları beslemesinin hemen sonrasında Suudi Arabistan yönetimi, aralarında Şii din adamı Ayetullah Nemr’in de olduğu 47 kişiyi idam etti. Konu hakkında Erdoğan şöyle dedi: “Kırk yedi kişi idama mahkûm edilmiştir. Doğru – yanlış ayrı mesele. Suudi Arabistan’da atılan adım iç hukuk bana göre. Tasvip edip etmemek ayrı bir konu. Mısır’daki idamlara karşı ey dünya neredesin? Bunlardan biri de Mursi’dir, seçilmiş Cumhurbaşkanı terörist miydi?“
AKP seçmeninin Suudi Arabistan’da neler olduğunu pek dert edinmediğini tahmin etmek mümkün. Ama şunlar aralarından hiç kimsenin aklından geçmemiş olabilir mi: “Yahu, Suudi Arabistan’a ‘iç hukuk’ diyoruz da, Mısır’da yarın öbür gün askerler Mursi’yi idam ederse ne diyeceğiz? İsrail’den sonra Suudi Arabistan da mı dostumuz oldu şimdi?”
Yüksek ikna yeteneği
AKP hükümeti uzun bir süredir sık sık kendi tabanını ve seçmenini rahatsız eden, vicdanlarını sızlatan, isyan ettiren adımlar atıyor. Ama bu adımları attığında, hükümet ve özellikle Erdoğan, tabanı ikna etmekte müthiş bir ustalık ve başarı sergiliyor.
Sadece İsrail ve Suudi Arabistan meselesi değil elbet.
Örneğin, daha birkaç yıl öncesine kadar bütün Müslümanların en azından saygıyla karşıladığı Gülen cemaatinin “terörist örgüt” olduğuna tüm AKP tabanı yüzde yüze yakın bir ölçüde ikna oldu. Ve bu “örgütü” imha etmek için hukukun ve tüm yargı sisteminin hacamat edilmesine kimse ses çıkarmıyor.
Örneğin, barış sürecini PKK’nin bozduğuna ve hükümetin hâlâ elinden gelen her şeyi yaptığına, PKK’yi yenmek için koca koca ilçelerin tank ve top ateşine tutulmasının gerekli olduğuna AKP tabanı büyük ölçüde ikna oldu. Yakın geçmişte “Çözüm süreci başladı. Anaların gözyaşı dindi” ve “OHAL kalktı. Baskılar bitti.Köyümde özgürce yaşıyorum” afişleriyle seçim kampanyası yürüten bir hükümetin şimdi o köyleri bombalamasına kimse ses çıkarmıyor.
Örneğin, bütün Ergenekoncuların, darbecilerin salıverilmesi. İsrail gibi, İlker Başbuğ’un da “yeni dostlar” kategorisine katılması.
Evet, hükümetin ve Erdoğan’ın tabanı ikna yeteneği çok yüksek. Bu taban (haklı olarak) CHP’ye oy vermeyeceğine göre, ikna yeteneği yüksek olmaya devam edecek.
Rahatsızlıklar saklıdır
Ama AKP’ye oy veren yüzde 50’nin içinde vicdanı sızlayan, adalet duyguları rencide olan, hükümetin yaptıklarını doğru bulmayan büyük bir kalabalık olduğunu da biliyoruz. Şuradan biliyoruz: 7 Haziran seçimlerinde AKP oyları yaklaşık yüzde 50’den yaklaşık yüzde 40’a düştü. AKP, oylarının beşte birini kaybetti.
Bu beşte birin Kasım seçimlerinde AKP’ye geri dönmesi, kaygılarını unutmuş oldukları, AKP’ye yeniden aşık oldukları anlamına gelmez. Kaygılar, eleştiriler, rahatsızlıklar saklıdır.
Erdoğan’ın ve AKP’nin çelişkileri bu kaygıları, eleştirileri, rahatsızlıkları derinleştirerek çoğaltacak. Çoğaldıkça, beşte bir oranı da büyüyecek.
Türkiye’de değişim isteyenler bu çelişkilerin üzerine gitmeli, bu beşte bire odaklanmalıdır. Evet, bizim işimiz kolay olmayabilir; AKP’nin işi daha da zor.