Atatürk’ün taktığı isimler
Bahri Sutürkü
Türkkitap Yayınları, İstanbul 2015
Çocukluk arkadaşlarım arasında Cozi Şenaltındağ vardı. O yıllarda emindim, büyüyünce muhakkak kitap yazacaktım. Ama bir kitabımda Cozi’nin adının geçeceğini hiç düşünmemiştim. Geçti
Yaklaşık otuz yıl sonra, çocukluğumun Yeşilköy’ünde şimdi apartman olan arsalarda kimlerle futbol oynadığımı Bugün Pazar Yahudiler Azar kitabımda anlatırken Cozi’nin adını saydım ve sayfanın dibine şöyle bir dipnot ekledim:
“Doğru, Yahudiler arasında çok da yaygın bir isim değil Şenaltındağ! Cozi’nin babası Poldi (Leopold), gençliğinde Park Otel orkestrasının bateristiymiş. Anlatıldığına göre, bir gün Atatürk otelde yemek yemiş, müziği pek beğenmiş, özellikle beğendiği bateristi yanına çağırıp adını sormuş. “Goldenberg” cevabını alıp bunun “altın dağ” anlamına geldiğini öğrenince, “Sen çok neşeli çalıyorsun, senin adın Şenaltındağ olsun” demiş. Biliyorum, fıkra gibi; üstelik Yeşilköy’de evinin balkonunda kös kös otururken gördüğüm o yaşlı adamı çılgınlar gibi bateri çalarken hayal etmek zordu, ama o kadar uçuk bir öykü ki, uydurulmuş olabileceğini sanmıyorum.”
Uydurulmuş değil. Kitabı yazarken hayal meyal hatırladığım Poldi’nin hikâyesini Cozi’nin bu yıl rastladığım abisi Sami Şenaltındağ teyit etti. Üstelik ben eksik biliyormuşum. Sami tamamladı.
Mustafa Kemal’in orkestrayı yanına çağırıp Poldi’ye yeni adını takmasından kısa süre önce (1930’ların başları olsa gerek), Türkiye’de yabancıların çalışmasını yasaklayan bir yasa çıkmış. Orkestra üyelerinin hepsi Balkan Yahudileri, Türk vatandaşı değiller. “Çalışmaya devam edebilmek için vatandaş olmak isterseniz, ben size yardımcı olmak için elimden geleni yapmaya çalışırım” demiş Kemal, her zamanki alçakgönüllülüğüyle. “Hatta,” demiş, “hayatınızın daha kolay olması için Müslüman olmak isterseniz, o konuda da yardımcı olurum.”
Bu nazik teklifi kabul etmişler. Nerede Müslüman olunuyorsa, oradan çıkarken önde yürüyen orkestra üyesi kapının yanındaki bir masanın üstüne para bırakmış (öyle tembih edilmiş olsa gerek). Poldi bunu yanlış bulmuş, din işlerine para karıştırılmasını onaylamamış, çıkarken parayı almış. Ve masanın yanında oturan bir ihtiyarın mırıldandığını duymuş: “Ulan Müslüman oldunuz, hâl Yahudilik ediyorsunuz.”
Tahsin Mayatepek
Poldi’ye takılan güzel ismin istisna olmadığını biliyordum elbet. Tahsin Mayatepek’in öyküsünü okumuştum.
Tahsin Bey, 1930’lu yıllarda genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Meksika Maslahatgüzarıdır. Bizzat Atatürk tarafından atanmıştır ve görevi, normal maslahatgüzarlığa ek olarak, Mu Kıtası, Mayalar ve Türkler arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Atatürk’e oradan 14 tane rapor gönderir.
Dönem, ‘Güneş-Dil Teorisi’ ve ‘Türk Tarih Tezi’ dönemidir. Bütün dünya medeniyetleri Türklerden kaynaklanmıştır, bütün dünya dilleri Türkçe’den çıkmıştır. Ders kitaplarında yer alan, Türklerin Orta Asya’dan dünyanın dört bir tarafına yayılışını oklarla gösteren harita benim çocukluğumda hâlâ kullanılırdı. Bir devlet dairesinin duvarında bile gördüğümü hatırlar gibiyim. Ben en çok, bütün Avrupa’yı geçip İskoçya’ya ulaşan oku severdim. İskoç Türkçesini merak ederdim.
Tahsin Bey Latin Amerika’daki eski dillerin Türkçe’yle ilişkili olduğunu kanıtlar. Sıkıyorsa kanıtlamasın! Güneş-Dil Teorisi yüksek ve bilimsel bir merciden kaynaklanmıştır. Türk Dil Kurumu genel sekreteri Necmi Dilmen’in 24 Mart 1936 tarihli mektubunda belirttiği gibi, “Güneş-Dil Teorisi, dil materiyalleri üzerine Kurumun yıllardan beri yaptığı hazırlıkların Ulu Önderimizin yüksek dehasında uyandırdığı jeniyal bir buluştur. Teori geçen yaz Florya deniz evinde Millî Dahîmizin yüce dimağında doğmuştur”.
Tahsin Bey’in temel kaynaklarından biri Millî Dahîmiz, diğeri de James Churchward adlı, tahminen kafayı yemiş bir İngiliz’in Mu’nun Çocukları, Kayıp Kıta Mu, Mu’nun Kutsal Simgeleri ve Mu’nu Kozmik Güçleri isimli dört kitabıdır. Atatürk’ün Churchward’ın kitaplarını getirttiği, Türk Dil Kurumu’na tercüme ettirdiği ve sayfa kenarlarına notlar tutarak okuduğu biliniyor.
Tahsin Bey’in Türk Dil Kurumu’na gönderdiği 7. raporun başlığı şöyle: “Uygur, Akkad, Sümer Türklerinin Pasifik Denizi’nde ilk insanların zuhur ettiği MU kıtasından 70.000 sene evvel çıkıp MU’daki büyük medeniyet, dil ve dinlerini cihana yaydıklarına dair yepyeni ve mühim malumatı ihtiva eden rapor”.
Bu raporla, “Şanlı ırkımızın en eski mazisine taalluk eden bu mühim malumat” Atatürk’ün dikkatine sunulur.
Mu kıtası “11.500 sene evvel müthiş tezelzülat ve indifaat neticesinde 24 saatte 64 milyon nüfusuyla” denize batmıştır. Mu’dan kaçan şanlı ırkımız, “ilk yüksek medeniyetin, dilin ve dinin” dünyanın dört bir yanına yayılmasını sağlamıştır.
Zaten Mu İmparatorluğu’nun Mu dilindeki adı Ulumil’dir. Mayatepek gibi, siz de hemen anlamışsınızdır: “Ulumil sözünün başındaki ‘ulu’ sözü aynen Türkçedeki ‘ulu’ ve aradaki ‘m’ de ‘Mu’ ve sonda bulunan ‘il’ de aynen Türkçede devlet ve kudret manasını ifade eder”. Yani Ulumil, Türkçe bir kelime olup “Yüksek Mu İmparatorluğu” anlamına gelir.
Mayatepek’in 11. raporunun başlığı şöyle: “Peru kıtasında vaktiyle hükümdarlık etmiş olan İnka imparatorlarından birkaçının taşıdıkları adların bünye ve tasavvut itibarıyla Türkçeye çok benzemekte olduğuna dair rapor”.
Örneğin, “Urko” Kişua dilinde “erkek” anlamına gelirmiş. Yaman bir dilbilimci olan Tahsin Bey’in gözünden kaçar mı! Hemen yakalamış: “Urko ile Erkek sözleri arasındaki benzerlik göze çarpmaktadır.”
Tahsin Bey görevini başarıyla tamamladıktan sonra, Atatürk kendisine “Maya” kelimesiyle Maya dilinde “tepe” anlamına gelen “tepek” kelimesinden oluşan Mayatepek soyadını vermiştir.
Bahri Sutürkü
Poldi Şenaltındağ’ın öyküsü değil, ama Tahsin Mayatepek’in öyküsü Bahri Sutürkü’nün Atatürk’ün Taktığı İsimler adlı kitabında bütün ayrıntılarıyla yer alıyor.
Sutürkü, önce soyadı konusunun dünya ve Türkiye tarihindeki yerini ve sosyolojik önemini anlatıyor. Her Türk vatandaşına bir soyadı taşıma yükümlülüğü getiren 2525 sayılı Soyadı Kanunu 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilmiş, 2 Temmuz günü Resmî Gazete‘de yayımlanmış, 2 Ocak 1935′te yürürlüğe girmiş. Sutürkü’nün dediği gibi, “Bu kanunun kabulünden sonra soyadı, Türkiye’de kişilerin kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Soyadı Kanunu’nun kabulü, toplumsal alanda yapılan Atatürk Devrimleri‘nden birisidir.”
Edebe aykırı ve gülünç soyadlarının, aşiret, yabancı ırk ve millet isimlerinin, rütbe ve memuriyet bildiren isimlerin soyadı olarak alınmasına izin verilmediği gibi, soyadı seçme görevi “koca”ya verilmiş. (Bir de Atatürk’e verilmiş elbet, ama yasada bu konu ayrıca belirtilmemiş.)
Yasanın ardından 26 Kasım’da çıkarılan 2590 sayılı kanunla “ağa“, “hacı“, “hafız“, “hoca“, “efendi“, “bey“, “beyefendi“, “hanım“, “hanımefendi“, “paşa“, “hazret” gibi unvan ve lakapların kullanılması yasaklanmış.
Soyadı Kanunu’nun çıkmasından beş ay sonra 24 Kasım 1934 tarihinde TBMM tarafından oybirliğiyle kabul edilen 2587 sayılı kanunla Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verilmiş. Daha sonra, 17 Aralık 1934’te çıkarılan bir yasayla bu soyadının başkaları tarafından kullanılması yasaklanmış, kızkardeşi Makbule Hanım’ın soyadı Atatürk değil “Atadan” olmuş.
Atatürk devrimlerinin sadece Türkler için değil tüm dünya nüfusu için ne kadar büyük bir atılım ve mutluluk kaynağı olduğunu anlatan ayrıntılı bir bölümden sonra, Sutürkü Atatürk’ün taktığı isimlere geçiyor, pek çok örnek veriyor ve her örneğin mana ve ehemmiyetini tarihsel ve sosyo-kültürel bağlamı içinde irdeliyor.
Bahri Sutürkü’nün kendi isminin hikâyesi özellikle güzel. Yıllardan 1934, Soyadı Kanunu yeni çıkmış. Babası İbadullah Bey henüz dört yaşında olan Sutürkü’nü Florya’ya yüzmeye götürüyor. Sığ sularda oynaşırken, ansızın küçük Bahri babasının hazırola geçtiğini görüyor, şaşırıyor. Bir adam geliyor ve babasıyla konuşmaya başlıyor.
“Oğlanın adı ne?”
“Bahri, Gazi Hazretleri.”
“Soyadınız ne?”
“Henüz almadık, Paşam.”
“Her Türk yüzmeye yatkındır. Bu çocuk da iyi bir yüzücü olacak. Adı da zaten denizci demek, levent demek. Soyadı Sutürkü olsun. Milletimizin dünya denizlerine açılmasına öncülük etsin. İstikbal belki de göklerde değil denizlerdedir.”
Kendi öyküsünün yanı sıra, Sutürkü çok büyük bir araştırmacılık ustalığı sergileyerek Atatürk’ün taktığı tam 43 ismi belgelemiş.
Bunların hepsini burada alıntılayarak kitabı okurken alacağınız zevke gölge düşürmek istemem. Ama özellikle Kısatürk, Şamandıra, Anadoluleyleği, Sekizkereste isimlerinin öykülerini heyecanla okuyacağınızı belirtmeden de edemeyeceğim.