Türkiye işçi sınıfı son bir yıldır, önceki on iki yılda gösteremediği kadar mücadeleci bir çizgi sergiliyor. Hergün irili ufaklı pek çok işçi eyleminin haberini alıyoruz. Bu eylemlerin bir kısmı sendikalarda örgütlü işçiler tarafından gerçekleştirilirken, bir kısmı sendikasız işçiler tarafından gerçekleştiriliyor. Hatta bazı eylemler sendikalara rağmen yapılıyor. Ne oldu da işçi eylemleri son bir yılda bu kadar yükseldi?
İşçi sınıfının mücadelesindeki yükselme pek çok gelişmeye işçilerin tepkisinin bileşkesi. Ama en etkili olanları şunlar: hükümetin taşeron sistemini yaygınlaştırması, kıdem tazminatını ortadan kaldırma girişimleri, iş cinayetleri, asgari ücrete, emekli maaşlarına ve kamu çalışanlarına enflasyonun çok altında zam yapılması, enflasyon nedeniyle artan pahalılık ve düşen alım gücüne rağmen imzalanan düşük ücretli toplu sözleşmeler. Başka pek çok zararının yanı sıra özellikle iş cinayetlerine davetiye çıkarması nedeniyle taşeron sistemine karşı çıkmak, son yıllarda işçilerin en önemli taleplerinden biri oldu. Hükümetin patronların isteğine uygun olarak kıdem tazminatını ortadan kaldırmaya çalışması, işçilerin bu kadar net ve somut bir kazanımı olan kıdem tazminatını türlü formüllerle yok etmek istemesi yine önemli mücadele konularından biri.
İlk dönüm noktası: Soma
İşçi hareketinin son bir yılda yükselmesiyle ilgili ilk dönüm noktası kuşkusuz 13 Mayıs 2014’te Soma’da maden işçilerinin katledilmesidir: 301 işçinin ölümüne yol açan bu iş cinayeti, son yılların en büyük işçi eylemlerini başlattı, işçiler sokaklara çıktı, çeşitli gösteriler yapıldı. İşçiler için reva görülen yoksulluk ve ölüm, Soma’da tüm işçilerin yüzüne tokat gibi çarptı, işçileri kendisine getirdi. Birkaç ay sonra gerçekleşen Torunlar ve Ermenek iş cinayetleri işçi sınıfını daha da öfkelendirdi ve bilinçlendirdi. İşçiler, bir yanda patronların, diğer yanda işçilerin var olduğunu, bu iki sınıfın çıkarlarının birbiriyle karşıt olduğunu, hükümetlerin patronlardan yana olduğu gerçeğini anladı ve bu duruma isyan etti.
İşçilerin öfke ve eylemlerini yükselten diğer bir konu, hayat pahalılığına karşı yeterli ücreti alamamaları, giderek yoksullaşmaları. 2014 yılının sonuna doğru patronların toplu sözleşme görüşmelerinde yükselen enflasyona karşı gerekli zamları vermek istememesi üzerine çeşitli işyerlerinde grevler başladı.
Cam işçileri greve gitti, hükümet grevi yasakladı. Ocak 2015’te Birleşik Metal İş üyesi 15 bin işçi greve başladı, onların da grevi yasaklandı. Metal sektöründe 25 yıl sonra ilk defa bu kapsamda bir grev gerçekleşiyordu. Ama sendikalar, işçilerde birikmekte olan öfkeyi yeterince anlayamadıkları için bu yasaklara karşı ciddi bir direniş sergileyemedi. Oysa son aylarda hızla artan enflasyon rakamları, özellikle gıda enflasyonunun yüzde 20’lere dayanması, toplu sözleşmelerde sağlanan yüzde 5 veya 7’lik zamları çoktan eritmişti. Patronların toplu sözleşmelerde yükselen enflasyona karşı düşük ücret dayatmaları, işçilerin iş cinayetlerinde biriken öfkesini giderek artırıyordu ve bu tepki 2015’in başında her an patlamaya hazırdı. Yılbaşında hükümetin emekli maaşlarına yaptığı yüzde 2,3’lük komik zam öfkeyi biraz daha yükseltti.
Boytaş ve metal işçilerinin direnişleri
İşçi sınıfına 2001 krizinden beri patronlar “grev yaparsanız, direniş yaparsanız fabrika ile birlikte siz de batarsınız, o halde mevcut koşullara boyun eğin, daha fazla ücret istemeyin” telkininde bulunuyor, işsizliği işçilerin üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanıyordu. Bu baskı elbette iktidardaki AKP hükümeti tarafından da benimseniyor, emekli maaşlarına, asgari ücrete, kamu çalışanlarının ücretlerine zam talepleri, “sıkı para politikası uyguluyoruz” denerek reddediliyordu İşçiler bütün bu uygulamalara rıza gösterir gibi davranıyor, sendikalar enflasyon oranının altında zam öngören üç yıllık toplu sözleşmeler imzalıyordu.
Bu sisteme ilk darbe Şubat 2015’te Kayseri’de Boytaş işçilerinden geldi. Üyesi oldukları sendikanın zam oranını ve üç yıllık sözleşme dayatmasını protesto için işçiler eylemlere başladı. AKP’ye oy vermiş olma ihtimali çok yüksek olan işçilerin bu eylemi patronlarda ve hükümette şaşkınlık yarattı, istisnaî bir durum zannedildi. Ama benzer ücret zammı ve üç yıllık toplu sözleşme karşıtı eylemler başka iş yerlerine de yayılıyordu. Eylemlerde patronlar ve patron yanlısı sendikalar işçilerin öfkesinin hedefi oluyordu.
Benzer bir ücret eylemi Mayıs ayında Bursa’da yaşandı. Diğer illere yayılan metal işçilerinin direnişleri ile işçi eylemleri zirve yaptı. Renault otomobil fabrikasında 14 Mayıs’ta başlayan ücretlerin artırılması talebi hızla 20 bin işçiyi kapsayan geniş bir eylem haline geldi. Patronlar yıllardır ilk defa işçi eylemleri sonucu ihracat ve gelir kaybı yaşadı. Sonunda işçilerin taleplerini kabul ettiklerine dair protokoller imzaladılar. İşçiler bu direnişlerden, kendi örgütlülüklerini oluşturmuş ve faşist-patron işbirlikçisi Türk Metal sendikasını işyerlerinden kovmuş olarak çıktılar.
Siyasî istikrarsızlık ortamı
Haziran seçimleri işçiler, emekçiler, yoksullar, ezilenler için önemli bir kazanç oldu. Artan yoksulluk, düşen büyüme hızı, yükselen enflasyon, gelir dağılımındaki adaletsizlikler iktidarı devirdi, siyasal istikrarsızlık dönemi başladı. Elbette AKP’nin iktidarı kaybetmesinin pek çok sebebi var, ama bugün yaşadığımız siyasal istikrarsızlığın kökeninde ekonomik krizin etkileri yatıyor. Bugün yaşananların egemen sınıf açısından daha da ciddi bir sonucu ise, yıkılan AKP iktidarının yerine koyacakları güçlü bir alternatifin olmaması. Türkiye kapitalizmi tam bir siyasî istikrarsızlık ortamına girdi, bu istikrarsızlığın siyasal bir krize dönüşmesi gecikmeyecektir.
Bütün bu gelişmelerin işçi sınıfı üzerinde etkileri olacaktır. İlk ihtimal ekonomik krizin boyutlarının daha da artması ve yaşam koşullarında hızlı bir kötüleşme olmasıdır. Ücretlerin artırılması talepleri, önümüzdeki süreçte daha sık dillendirilecek, ama patronlar tarafından yerine getirilmeyecektir. Bu durum hareketlenmeye başlamış olan işçi sınıfı tarafından sabırla karşılanmayacaktır.
Patronlar, kendi örgütleri ve hükümetleri aracılığıyla işçilerin eylemlerine karşı sert ve acımasız olacak, işçi kıyımları gerçekleştirmeye çalışacaktır. Özellikle en tehlikeli işveren örgütü olan MESS (Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası), kurulduğu 1960’lı yıllardan beri uyguladığı işçi düşmanı politikalarla bilinir. MESS, patronların en acımasız ve baskıcı savaş örgütüdür. 12 Eylül darbesinin arkasında MESS vardır. 24 Ocak kararları MESS tarafından dikte ettirilmiş, MESS başkanı Turgut Özal 12 Eylül hükümetinde Başbakan Yardımcısı olmuştur. Darbe sonrası oluşturulan tüm baskıcı iş yasaları ve yüzde 10 barajı, gruplandırma sistemi, işçilerin bir gecede Türk Metal’e üye yapılması gibi düzenlemeler MESS’in dayatmalarıdır.
Mücadelenin çok çetin geçeceği muhakkak. Hem patronların işçilerin taleplerini karşılamada isteksiz olduğu, hem işçilerin eskiye göre taleplerini elde etmek için daha ısrarlı olacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Daha mücadeleci bir çizgi
İşçi sınıfı bir yandan artan enflasyon karşısında ücretlerini korumaya çalışıyor, diğer yandan iş cinayetleri, mobbing, işten çıkarma gibi saldırılara karşı direniyor. Ve bütün bunları doğru dürüst bir örgütlenmesi, sendikası olmadan yapmaya çalışıyor. Sendikaların bu süreçte uzlaşmadan mı, mücadeleden mi yana olacakları çok önemli. Son yıllarda sendikaların, işçilere göre çok geri noktalarda olduklarını, patronlarla veya hükümetle uzlaşmak için ne kadar çabaladıklarını görüyoruz. Ama son örneklerde, Soma’da maden işçilerinin, Bursa’da metal işçilerinin, Kayseri’de mobilya işçilerinin direnişlerinde, işçi sınıfının artık uzlaşmak istemediğini, hakları için mücadeleye daha hazır olduğunu da görüyoruz. Ücretlerin eridiğinin farkında, iş cinayetlerinde öldürüldüğünün farkında, sendikaların kendisini yeterince savunmadığının da farkında.
Metal işçileri Bursa’da kendi öz örgütlenmelerini kurarak mevcut sendikalara ilk tepkisini gösterdi. Bundan sonra işçilerin aleyhine davranan her sendikanın başına benzer bir tepki gelecektir.
İşçi sınıfı haklarını almak için mücadeleyi yükseltiyor. Seçimler sonrası egemen sınıfın bölünmüş olması, hükümet kurmada ve sonrasında hükümet etmede sorunlarla karşılaşacak olması işçilerin ve yoksulların mücadelesini daha da kolaylaştıracaktır. Başta işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesi olmak üzere tüm anti-kapitalist mücadeleleri birleştirme görevi sosyalistlerin önündeki en önemli görevdir.
1 Yorum
Pingback: Sayı 16: İçindekiler | Altüst Dergisi