Şenol Karakaş
Seçimler gerçekten de “Yeni bir Türkiye” yarattı, ama Erdoğan cumhurbaşkanı olduğundan beri dile getirilen anlamda yeni değil. Yok sayılan, kimliği inkâr edilen, anadili yasaklanan bir halkın, Kürtlerin barajı yıkarken rejimin gidişatına çektiği ayar, siyasal dengelerin bundan sonra nasıl gelişeceğini belirledi. HDP barajı aştı ve artık başka bir Türkiye var.
Seçimin en çarpıcı sonucu, AKP’nin oy kaybı ve hükümetten düşmesi; Erdoğan’ın başkanlık hayalinin bin küsür odalı sarayda yankılanan hoş bir seda olarak kalması. AKP’nin oyu bir önceki seçimlere göre 9 puan düştü: 41 ilde beş puandan, 17 ilde 10 puanda, 12 ilde 15 puandan fazla oy kaybetti.
Siyasal istikrarsızlık
AKP’nin ilk dönemi, ekonomik büyümenin eşlik ettiği ve kolaylaştırdığı bir istikrar dönemi oldu. Büyük sermaye, orta sınıflar ve işçi sınıfı arasında, kuşkusuz işçi sınıfının aleyhine bir denge ilişkisi toplumun genelinde huzurlu bir gidişat algısı oluşmasına neden oldu. Sonra, küresel kapitalizmin 2007-2008 8 kriziyle birlikte, ekonomik büyüme yavaşlamaya başladı.
Kapitalist ülkelerde merkezinde başbakan ya da başkanların olduğu sistemler, devasa bütçelerin transferlerini kontrol merkezleridir aynı zamanda. Erdoğan çok uzun yıllar bu para kontrol ve transfer ilişkisinin merkezindeki isim oldu ve adeta paralel bir muhasebe sistemi kurarak bu para akışından kademe kademe AKP liderliğinin bir bölümünün nemalanmasını sağladı.
Erdoğan ve ekibi, bir aşamada, bu derin ilişkilerin açığa çıkacağını hissetti. Erdoğan’ın dümeni hep sağa, daha da sağa kırmasının ve otoriterleşmesinin miladı, bu hissiyata ilk sahip olduğu zamandır. Bu yönde attığı her adım, hem AKP’yi istikrarı savunan parti konumundan çıkartmaya hem de toplumda gerilimin ön plana çıkmasının temel kaynağı oldu.
Önce Gezi direnişi patladı. Ardından yolsuzluklar açığa çıktı. Erdoğan ve AKP liderliği geri adım atmak yerine saldırıya geçti. Bu siyaset, hem Türkiye egemen sınıfının saflarında AKP iktidara geldiği günden beri yaşanan ayrışmayı derinleştirdi, hem de bunun da bir yansıması olarak, AKP liderliğinin iç çelişkilerinin önce derinleşmesi, sonra tüm toplumun şaşırmasına neden olacak şekilde çatlamasına yol açtı.
HDP’nin yükselişi ve AKP’nin tabanı
AKP, sağcılaşmasının, yasakçılığının, rantçılığının, polise emir vererek işlettiği cinayetlerin, Soma’da 301 madencinin ölmesine neden olan neoliberal sermaye yanlılığının, Roboski’nin, Berkin Elvan’ın annesini yuhalatmanın, çözüm sürecini sonlandırmanın, “Kürt sorunu yoktur” açıklamalarının, Gezi direnişine hunharca saldırmasının, Erdoğan’ın bulaştığı yolsuzlukların, İç Güvenlik Paketi gibi yasakçı uygulamaların, Ergenekoncuları serbest bıraktırmanın, yargıyı kendine bağlı hizmetkârlara dönüştürme çabasının, nefret söylemini yaygın bir şekilde kullanmanın sonucunda benzersiz, çok ağır bir yenilgi aldı.
Hangi bağlamda söylemiş olursa olsun, Erdoğan’ın “Kobanê düştü düşecek” sözleri, hangi bağlamda söylediği çok açık olan “PKK eşittir IŞİD” sözleri, AKP’nin Kürtlerden aldığı oyları buharlaştırdı. HDP Kürdistan’da ve metropollerde oy patlaması yaşadı, altı milyona yakın oy aldı.
AKP’nin 2011’de yüzde 53 olan “Doğu Anadolu” oyu 2015’te yüzde 35’e düştü. Kürdistan’daki üç büyükşehir durumu çok iyi açıklıyor: Diyarbakır’da 2011 genel seçiminde bağımsız adaylarıyla yüzde 58,5 oranında oy alan HDP bu seçimde yüzde 78,8 aldı. Van’da yüzde 48’den yüzde 73,5’e, Mardin’de ise yüzde 72’ye fırladı. AKP Diyarbakır’da yüzde 14,1’e düştü.
Seçimin tek kaybedeni AKP değil kuşkusuz. Ulusalcılar da kaybetti. Tüm renkleriyle irili ufaklı bütün ulusalcılar sandığa gömüldü. Ulusalcıların amiral gemisi CHP, iktidar partisi oluk oluk oy kaybederken yerinde sayarak “ana muhalefet” kavramını anlamsız hâle getirdi.
Buna karşılık, çözüm sürecinde ısrar edilmesini, sürecin kalıcı bir barışa zeminine kavuşmasını isteyenler, bu zeminin tek adresi olarak gördükleri HDP’yi seçim döneminin belirleyici gücü hâline getirdi.
Kürdistan oyları, HDP’nin barajı aşmasını sağlayamıyordu. Burada devreye metropoller girdi ve özellikle İstanbul’da HDP cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı oyları ikiye katladı.
Bu, yayın hayatına başladığından beri AltÜst’te yapılan siyasî bir vurgunun ne kadar hayatî olduğunu da gösterdi. AKP’yi yenmek için, AKP’nin tabanını geri kazanmak gerekir! İktidara geldiğinden beri AKP’ye onay veren yoksul kitleleri “bidon kafalı” olmakla suçlayan ve AKP’nin kazanmasını garantileyen ulusalcı muhalefetin aksine, HDP böyle bir dil kullanmadı. Darbeci bir dil kullanmadı. Ergenekoncu bir dil kullanmadı. AKP tabanını aşağılayan bir dil kullanmadı. İhsanoğlu gibi zorlama dindar adaylar değil, gerçekten dindar ama muhalif adayları öne çıkarttı. Ne Erdoğan’ın kullandığı nefret dilini kullandı ne de yüzlerce saldırıya uğramasına rağmen tek bir şiddet eylemine tenezzül etti.
HDP sadece Kürdistan’da değil, batıda yaşayan Kürt emekçiler arasında da büyük destek buldu. Seçimler AKP’yi yenmek için tabanını kazanmanın gerekli olduğunu göstermekle kalmadı, yoksul emekçi kitlelerin AKP’den kopuşunun da işaret fişeğini çaktı. Son bir yılda yükselen işçi eylemlerinin olduğu her şehirde, İstanbul’un tüm yoksul ve işçi mahallelerinde AKP çarpıcı bir şekilde oy kaybetti. İstanbul’da oyları sekiz puan düştü.
Sadece İstanbul’da değil, diğer işçi şehirlerinde de sert oy düşüşleri yaşadı AKP. Bir süredir metal işçilerinin grev yaptığı Bursa’da yaklaşık 10 puan oy kaybetti. 2011 seçimlerinde bağımsız BDP adayı 25 bin oy almıştı, HDP 104 binden fazla oy alarak yüzde 1,51’den yüzde 5,85’e yükseldi.
Kocaeli’de AKP yüzde 52,7’den yüzde 46’ya düştü, HDP ise 2011 sonuçlarına 62 binden fazla yeni oy ekleyerek yüzde 2’den yüzde 7,66’ya yükseldi. Kocaeli’yi yasaklanan metal grevleriyle hatırlıyoruz.
Bu manzara, işçi sınıfının, öncelikle Kürt emekçilerin, sanayi şehirlerinde AKP’den kopmaya başladığını gösteriyor.
Kesintisiz bir demokrasi ve barış süreci
Şimdi, egemen sınıf bölünmüş durumda. Meclis başkanı seçiminden koalisyon kurma çabalarına kadar her adımda bu bölünmüşlük daha belirgin hale gelecek. İstikrarsızlık derinleşecek. Egemen sınıfı en iyi ihtimalle kısa ömürlü bir koalisyon bekliyor.
Egemen sınıf ve partileri derinleşen siyasî, ekonomik ve ideolojik istikrarsızlık dönemine bölünmüş olarak girerken, HDP etrafında kampanya yapan bizler, boynumuz dik, kendine güvenli ve daha büyük kazanımları elde edebilecek moral üstünlüğüyle giriyoruz.
Bu duruma üç dinamik daha eşlik ediyor. Biri, işçi sınıfının son bir yıldır yükselen direniş ve eylem gücü. İşçi sınıfı yeniden sahne almaya başladı ve Gezi direnişinin bir dizi motifini kullanarak harekete geçiyor. Doğrudan üreticiler doğrudan eylemlerle, grev ve işyeri işgalleriyle toparlanıyor, silkiniyor. Her bir direniş, hemen başlayan bir sonraki direnişin tetikleyicisi oluyor. Metal işçilerinin grev dalgası önümüzdeki ayların habercisi.
İşçi sınıfının çok daha geniş kesimlerini etrafında birleştiren hareketin sınıfın hangi bölümünden geleceğini kestirmek güç, ama egemen sınıfın ekonomik durgunluğun maliyetini işçilere yüklemek için başlatacağı daha genel saldırılar, örneğin kıdem tazminatı hakkını gasp etmek gibi, bütçede emekçilere ve sosyal haklara düşen payı daha da kısıtlamak gibi adımlar, işçi hareketinin daha keskin ve daha birleşik bir karakter kazanmasını sağlayabilir.
İkincisi, çevre hareketleri. Türkiye ve Kürdistan’ın hemen her yerinde, her parkında, her deresinde, her ormanında, Türkiye burjuvazisinin enerji ihtiyacının çılgınlık halini almasının ve inşaata dayalı ekonomik büyüme tercihinin birlikte yarattığı tahribata karşı platformlar, girişimler, eylemler var. Egemen sınıfın istikrarsızlığı, bölünmüşlüğü, hem bu hareketlerin kendi iç birliğini sağlamak hem de bu hareketlerle genel bir işçi hareketinin içiçe geçmesini sağlamak açısından hayal bile edemeyeceğimiz kadar büyük bir fırsat sunuyor.
Üçüncüsü, çözüm ve barış süreci. Abdullah Öcalan’ın önerisi olarak şekillenen HDP, yine Öcalan’ın mimarı olduğu barış sürecinin dinamik sözcüsü olarak 80 milletvekiliyle mecliste. Öcalan’ın yoldaşları mecliste! Bunun, egemen sınıf ve tüm sözcüleri açısından ne kadar ağır bir yenilgi anlamına geldiği, Türk milliyetçiliğinin tarihî gerilemesinin miladı olduğu daha net görülecek. Milyonlarca insan barışa oy verdi, barış için sandıklarda birleşti, oylarını barışa için korudu. Barışa sırtını dönen Erdoğan ve AKP’nin arkasından neşeyle el salladı. Kürt hareketi, bir barış kalkışması olarak artık Meclis’te gözardı edilemeyecek bir güç.
Sorun, bu zaferin geçici bir gelişme olarak kalmasına izin vermemek için neler yapacağımızda düğümleniyor. Bunun için HDP’nin oluşturduğu dalganın bir parçası olmak gerekiyor. Aynı zamanda, yukarıda özetlemeye çalıştığım üç dinamiğin, işçi hareketi, çevre hareketi ve barış hareketinin bir ve aynı hareket haline gelmesi için yepyeni bir blok oluşturmak gerekiyor.
Kürdistan işçi sınıfı, HDP saflarında birleşti ama Türkiye işçi sınıfının milyonlarcası hâlâ AKP’ye oy veriyor. Geleceğimizi bu kitlelerin AKP’den nasıl, hangi hızla ve hangi politikalarla kopacağı belirleyecek. Egemen sınıfın istikrarsızlığını kesintisiz bir demokrasi ve barış sürecinin kazanımı haline getirmek için, böyle bir bloku inşa etmeliyiz.
1 Yorum
Pingback: Sayı 16: İçindekiler | Altüst Dergisi