Murat Belge
Tayyip Erdoğan’ın zırhlar kuşanmış, tolgalar takınmış, bıyıklarını da burmuş on altı adamın arasından geçerek, alabildiğine ciddiyet yüklenmiş bir yüzle ve ağır adımlarla merdivenden inmesi, Chaplin’in ‘Diktatör’ filminin düzeyini yakalayan bir komedya sahnesiydi. Galiba en başarılı komedyalar, oyuncunun komedyanın farkında olmadığı durumlarda ortaya çıkıyor.
Erdoğan, bu “on altı Türk devleti” masalının mucidi değil. Masal devletçi-milliyetçi ve muhtemelen Kemalist bir hayal gücünden çıkma. “Son Türk devleti” teranesiyle birlikte yürüyen bir şey. Ama gerçeklik bu komik efsanelere oyun oynar hep. Toplumda korku uyandırmak için “son Türk devleti” lakırdısı uyduruldu; üstüne “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” kuruldu; güzelim slogan ziyan oldu gitti!
“Ziyan oldu” diyorum ya, bu efsanelerle yaşayanlar böyle şeylere aldırmazlar.
“Son Türk devleti” ile “On altı Türk Devleti” aslında çelişiyor, ama o da önemli değil. Bir durumda birisini, başka durumda öbürünü söylersin, olur biter. “Bak, bu da giderse yandık” demek için “Son”lu olanı sokarsın devreye; “Biz elma soyar gibi devlet kurarız. İşimiz bu” diye övünmek isteyince “on altı”lısını.
Duşakabinoğulları
Bu “on altı” sayısının nereden çıktığının yorumunu vakt-i zamanında Coşkun Üçok yapmıştı (Tarih ve Toplum, s. 38, Şubat 1987). Daha sonra Salim Yüce ile Fahri Çoker de Mart ve Nisan sayılarına birer yazı vermişti. Salim Yüce “on altı”da veya onlara izafe edilen bayraklarda ısrar etmiyor, ama Coşkun Üçok’un “Türklüğü küçültmek” için bu yazıyı yazdığı kanısıyla teessüflerini bildiriyordu. Bugün Tayyip Erdoğan da aynı şeyi yapabilir.
Selçuklu ile Osmanlı arasında Anadolu’da kurulan beylikleri saysak on altıya ulaşabiliriz. Yani övünmek için de saçma bir sayı bu. Ama sayıyı yükseltmek aslında lehimize bir durum yaratmıyor: “Demek kurduklarını koruyamıyorlar” diyebilir birisi. Başka biri de, “Demek bir araya gelemiyorlar ki aynı anda bir sürü devletçik bulunuyor” diyebilir.
Epeydir lafı edilmiyordu, şimdi Tayyip Erdoğan sayesinde yeniden ortaya çıktı. Ama bu çıkışı öyle pek şanlı şöhretli olmadı. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın takındığı ciddiyetle olayın yarattığı komik efekt arasında bayağı bir karşıtlık oluştu. İşin içine bir de Duşakabinoğulları karışınca tam bir matraklık kesbetti.
Darısı Harbiye’de parkta duran büstlerin başına, diyelim. O da bir başka komik manzara.
El çabukluğu marifet
Şimdi bunlar tamam da, Tayyip Erdoğan’ın kendisine kurduğu dünya ilginç. “Olgu ve kurgu” ikilisinin arasında, günden güne, olgudan kopup kurguya giriyor. Yeni sarayı da gerçeklik dünyasından böyle uzaklaşmasına yardımcı olacak gibi görünüyor. Bu kurmaca dünyasında Müslümanlar gidip Amerika’yı keşfediveriyorlar, Küba sırtlarına tırmanıp camiler yapıyorlar; Türkler el çabukluğu marifet, üstüste devlet kuruyor. Ama her şey güllük gülistanlık değil bu dünyada, kötü kişiler de var; bu kötü kişiler bir kere mutlaka deri pantolon giyiyor. Metro duraklarında pusuya yatıp gelen geçen başı örtülü hanımlara saldırıyor ve üstlerine –affedersiniz– işiyorlar. Bazıları da, “Bu akşam biramızı hangi camide içelim” diye cami cami dolaşıyorlar. Böylelerini hemen imha etmek gerek ama nedense bulunamıyorlar.
Bu kurgu dünyasında “proje”nin de “çılgın” olanı makbul.
Hepimize zihin açıklığı temennisiyle bitirelim.