Kâr oranlarının 1973–1974 petrol krizini takip eden yıllarda düşmesi sonucunda dünyada ekonomik ve siyasî değişimler meydana geldi. 1980’lerden sonra Amerika’da Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher, Türkiye’de de Turgut Özal’ın başını çektiği yeni liberal politikalar uygulanmaya konuldu. 1940’lı yıllardan beri uygulanan Keynesçilik yerini yeni liberalizme bıraktı.
Yeni liberalizmi sermayenin uluslararası dolaşımında serbestlik, özelleştirme ve deregülasyon olarak tanımlayabiliriz. Teknolojinin, özellikle microchip teknolojisinin gelişmesiyle birlikte, başta ABD ve İngiltere’de olmak üzere üretkenlikte hızlı artışlar yaşandı. Bunun sonucunda çalışma yaşamında da çeşitli değişimler meydana geldi. Ücretlerde azalma, parça başı üretim, esnek çalışma, çalışma saatlerinde artış, toplam kalite uygulamalarıyla görev tanımlarında yaşanan belirsizlikler sonucu iş yaşamındaki memnuniyetsizlikler arttı. Bunun dışında şirket birleşmeleri ve satın almalar neticesinde uluslararası düzeyde çok büyük şirketler ortaya çıktı. Üretim ve dünya ticareti bu çokuluslu işletmelerin tekeline girerek doğrudan yabancı yatırımların gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere akmasına neden oldu. Bunun sonucunda daha az işgücü maliyetiyle daha fazla kâr elde etme imkânı bu büyük şirketler için mümkün oldu. Bu büyük şirketler finansman kaynakları için artık eskiden olduğu kadar bankalara ihtiyaç duymadılar. Çünkü gerek para gerekse diğer piyasalarda bu şirketler tahvil veya benzeri enstrümanları ile kendi kaynaklarını kendileri yaratabilir hale geldi.
Sürecin devamında büyük şirketlerin bankalara olan bağımlılığının azalmasıyla birlikte ticarî bankalar da büyük bir değişim içine girdi. Büyük şirketlerin faiz oranı ve kredi miktarı üzerindeki denetimleri fiilen devre dışı kaldı ve ciddi mevduat kayıpları yaşandı. Açık finans piyasalarının canlandırılması, kuralsızlaştırılmasının neticesinde bankalar kâr olanaklarının azalmasıyla birlikte işçiler ve halkın diğer kesimlerini finansal müsadere altına aldılar. Sağlık, eğitim, emeklilik gibi hizmetlerden devletin elini çekmesiyle birlikte toplumun büyük kesimleri bu ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla finansal mekanizmalara bağımlı hale geldi.
ABD’li işçilerin en yoksul kesimlerinin konut borçları ve bu borçların menkul kıymetleştirilmesi kapitalizmin tarihinde görülmüş en derin ekonomik krizlerden birine yol açtı.
Yaşadığımız kriz kapitalizmin yarattığı yıkımın daha da ortaya çıkmasını sağlarken, krizin faturasını işçi sınıfına çıkarmak isteyen egemen sınıflara karşı mücadele her yerde daha fazla yükseliyor.
Çağla Oflas