Volkan Akyıldırım
Tahrir Meydanı’ndaki 18 günlük direniş Tiananmen Meydanı’nı hatırlattı.
Çin, Google arama motorunda ‘Mısır’ kelimesini yasakladı. Kaddafi, ayaklanan Libya halkını ölümle tehdit konuşmasında Çin’in ulusal birliğinin Tiananmen’de demokrasi, özgürlük ve insanca bir yaşam isteyenlerin taleplerinden daha önemli olduğunu söylüyordu.
1989 Haziran’ında Tiananmen’de on binlerce öğrenci ve işçi oturma eylemine başlamış, oturma eylemi açlık grevleriyle birleşmiş, bunu ülkenin 400 kentinde gerçekleşen kitle gösterileri izlemişti.
Tiananmen Meydanı’nda aktivistlerin direnişi Çin devleti tarafından kanla bastırıldı. Çin egemen sınıfı iktidarını korumayı başarsa da, Tiananmen Doğu Bloku olarak anılan stalinist rejimlerin sonunu getiren hareketin bir parçasıydı.
Tıpkı Ortadoğu ve Afrika devrimleriyle başlayan 2011’in bu ilk ayları gibi 1989 de baş döndürücü bir yıldı. Rus Kızıl Ordusu tarafından işgalle kurulan, SSCB’deki devlet kapitalisti rejiminin birer kopyası olan, hiçbir politik özgürlüğün yaşanmadığı tek parti diktatörlükleriyle yönetilen Doğu Avrupa’daki stalinist rejimler işçi sınıfının önderlik ettiği kitle gösterileriyle birer birer yıkıldı.
Berlin Duvarı’nın yıkılması, muhalifleri toplama kamplarına, akıl hastanelerine, zindanlara kapatan, kaybeden, grev yapan işçileri sabotajcı diyerek kimi zaman idam kimi zamansa ağır hapisle cezalandıran rejimlerin sıradan insanların eylemiyle yıkılmasının simgesiydi.
Tarihin gördüğü en baskıcı rejimlerden biri olan, işçi sınıfının kendi ideolojisi kullanılarak sömürüldüğü ve ezildiği, baskının sosyalizm adı altında meşrulaştırıldığı bu rejimler, örgütlenmenin yasak olduğu bir toplumda dahi sıradan insanların eylemiyle yıkılıyordu.
Toplumsal tabanını yitirmiş ya da bu tabana hiçbir zaman sahip olmamış, halkın geniş kesimlerinin yabancılaştığı diktatörlüklerin yıkıldığı 1989 ve 2011 yıllarının ortak noktası sadece özgürlük için mücadele eden yığınların varlığı değil. Her iki devrimci dalgaya zemin yaratan küresel kapitalizmin kriziydi.
1960’ların sonunda kapitalizm yapısal bir krize girdi. Kapitalist sınıf kâr oranlarının düşüşünü engelleyemiyordu. 1968 isyan dalgası bu krizin üzerine geldi.
70’lerin ikinci yarısında ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher yeni liberalizm dönemini başlattı. Bu, küresel kapitalizmin krize verdiği yanıttı. İşçi sınıfının kazanılmış haklarının geri alınması, ücretlerin aşağı çekilmesi, sosyal harcamaların kesilmesi, kamu yatırımlarının durdurulması ve bütün sektörlerin özelleştirilmesi, sendikaların güçsüzleştirilmesi ve grevlerin yenilmesini hedefleyen yeni liberal program Batı kapitalizmi tarafından temel doktrin haline getirildi.
Kriz ve sonuçlar
Batı kapitalizmi kâr oranlarını artırmak için emeğin yaygın sömürüsü yerine yoğun sömürüsüne dayalı bir sermaye birikimi için yeniden yapılandı. Üretimde yeni teknolojilerin uygulanması ile maliyetlerin düşürülürken artı-değer sömürüsü yoğunlaştırıldı.
Doğu’da devlet kapitalisti blok ise uzun bir dönemdir ekonomik durgunluk içindeydi. Batı kapitalizmi ile teknolojik rekabeti kaybetmişti. Bürokratik ekonomik planlamalar ile sonuçlar arasında devasa bir uçurum gelişirken, enflasyon ve işsizlik artıyordu. Baskı koşulları ve politik özgürlüğün olmaması pasif direniş biçimlerini kalıcılaştırırken, işçi gücünün verimliliği diplerde sürünüyordu. Devlet mülkiyeti, bu biçimi kullanarak üretilen toplumsal zenginliğe kolektif olarak el koyan bürokratik sınıf için bir fasit daireye dönüşüyordu. SSCB ve Doğu Avrupa’daki uyduları tek bir fabrika gibi çalışıyor, dünya pazarında tek bir şirket gibi rekabete giriyordu. 1980’lerin sonunda küresel kapitalizmin krizi derinleşirken, ekonomik ve askerî rekabet temelinde simetrik olarak yapılanan iki kapitalist bloktan biri çöktü. 1989 Doğu Avrupa Devrimleri ile Troçki’nin “kâğıttan şatolara” benzettiği stalinist diktatörlükler tarihin çöplüğüne karıştı.
1989’dan 2011’e
1989 yazında Polonya’da yıllardır iktidarda bulunan stalinist parti Dayanışma Sendikası tarafından seçimlerde yenilgiye uğratıldı. 1980-1989 yılları arasında Polonya’da işçi sınıfı ve bürokrasi arasında kıyasıya bir mücadele yaşanmıştı. Aynı yaz Çin’de Tiananmen gösterileri gerçekleşiyordu.
Doğu Almanya’da küçük protesto gösterileri başladı, başlar başlamaz devletin ağır saldırısına uğradı. Bu çok daha büyük bir hareketi kışkırttı. Yüz binlerce insan gösterilere katıldı ve Doğu Alman devleti yıkıldı.
Çekoslavakya, Macaristan, Bulgaristan birer birer devrildi. Bu ülkelerden hiçbirinde rejimi savunan bir yığın hareketi yaşanmadı, tam tersine hepsinde büyük yığınlar rejime karşı harekete geçip gösteriler yaptı.
Romanya’da ise diktatör Çavuşesku kendi taraftarı olduğunu düşündüğü on binlerce insanı Bükreş’te sarayının önünde topladı. Çavuşesku’nun konuşması rejim karşıtı sloganlarla yarıda kesildi, halk maden işçilerinin önderliğinde saraya doğru yürüyüşe giderken Çavuşesku kaçıyordu.
1950’ler, 60’lar, 70’ler boyunca Doğu Bloku ülkelerinde çeşitli ayaklanmalar yaşanmıştı. Ayaklanmalar sırasında işçiler kendi iktidar organlarını kurmuş ve iktidarı zorlamıştı. Rus ordusu bütün bu ayaklanmaları şiddetle bastırmıştı.
1989’da ise bu mümkün olmadı. Rus ordusu Doğu Avrupa ülkelerine müdahale edemedi, çünkü Rusya kendi içinde ayaklanmalar, grevler yaşamaktaydı. İki yıl sonra, Ağustos 1991’de SSCB çöktü.
Tıpkı 1989 Devrimleri gibi 2011 Ortadoğu-Afrika Devrimleri de küresel kapitalizmin yapısal krizine dayanıyor.
Kuzey Amerika ve Avrupa’da 2008’de patlak veren borç krizi, finans sermayesinin önderliğindeki ekonomik büyüme balonunu patlattı. Borç krizi, küresel kapitalizm tarafından hızla yayıldı. 2008 Mısır’da devasa grev hareketinin patladığı yıldı. 2011’deki ayaklanma ve devrimler, borç krizinin etkisiyle zayıflayan diktatörlüklerde krizin ekonomik bedelini ödemek istemeyen milyonlarca yoksulun ekonomik saldırıyı yürüten baskıcı rejimleri yıkmasına yol açıyor.
Çürümüş kapitalizmin yaşadığı yapısal bunalım, yeni bir dünyanın kapılarının sıradan insanların eylemleriyle açılmasına sahne oluyor.