Hrant Dink, öldürülmeden önce Agos gazetesinde yayımlanan son yazısında şöyle diyordu: “Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? ‘Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkûm olmuş, hapse girmiş biri var mı?’ Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi… İşte size bedel… İşte size bedel… İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz, ey Bakanlar..? Bilir misiniz..? Siz hiç mi güvercin izlemezsiniz?” Devlete böylesine isyan eden Hrant Dink bu ülkede yaşayan insanlara bir o kadar güveniyor ve aynı yazıda şöyle diyordu, “Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz”. Ama dokundular. Bu topraklarda yaşayan insanların vicdanı onun ölümünü kabul etmedi. “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” dedik. “Kardeşimsin Hrant” dedik. “Hrant için, adalet için” dedik. “Bu dava biz bitti demeden bitmez” dedik. Ama devlet, hükümet bildiğini yapmaya devam etti. Hrant Dink cinayetinde adı geçen herkes terfi etti. Cinayetin arkasındaki bağlantılar saklandı. 301. Madde yargı reformu paketinden çıkarıldı. Hrant Dink’in ölümüne giden yolun en önemli taşlarından biri olan ve Hrant Dink’i 301. Madde’den mahkûm eden Yargıtay kararını onaylayan kişi bu ülkeye ombudsman oldu. Arife Köse, Hrant Dink cinayeti davasını sürecini ve bu davada yaşananların ne anlama geldiğini, Dink ailesi avukatlarından Fethiye Çetin ile konuştu.
Arife Köse: Hrant Dink cinayeti davasında verilen karardan sonra yaptığınız açıklamada, “Bu dava bitmedi, biten bir komedi dosyasıdır. Bizim için bu dava yeni başlıyor. Gideceğimiz pek çok yol var. Her birini büyük bir kararlılıkla kullanacağız. Biz bitti diyene kadar bu dava bitmeyecek” demiştiniz. O günden bu yana neler oldu, hangi yollara başvurdunuz ve bunlara nasıl karşılık aldınız?
Fethiye Çetin: Dava bitmedi, İstanbul 14. Ağır Mahkemesi’nin ve Trabzon Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararları henüz kesinleşmedi. Bu nedenle, her iki dosyayı da temyiz ettik. Mahkeme kararlarının dosya içeriğine uymadığını, eksiklerini, delillerin değerlendirilmediğini, hatalı değerlendirmeleri, eksik incelemeleri ayrıntılarıyla yazdık.
Ayrıca, İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi, Ogün Samast hakkındaki örgüt incelemesini sürdürüyor, taleplerimizi bu davada ileri sürmeye devam ediyoruz. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi heyeti de İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi kararını dosyaya uygun bulmamış olacak ki, örgüt konusunda kararı için ana davanın Yargıtay’dan dönmesinin beklenmesine karar verdi. Bu davada son olarak Ergenekon dosyasındaki Hrant Dink’le ilgili bilgiler istendi, dosyayı da çok iyi inceleyen bu heyet, her ipucunu değerlendiriyor, taleplerimizi araştırıyor. Heyet ve biz elimizden geleni yapıyoruz.
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın 2007/972 soruşturma numarasıyla devam ettirdiği dosyaya, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bütün yeni bilgi ve bulguları sunuyoruz, soruşturmanın derinleştirilmesi amacıyla taleplerimizi iletiyoruz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Hrant Dink kararı gereğince yeniden açılacak soruşturmalar ve davalar var, etkili ve etkin soruşturmalar yapılarak kamu görevlilerinin yeniden yargılanmasını talep ediyor, bu konudaki tüm bulgularımızı ve yorumlarımızı savcılıkla paylaşıyoruz.
Türkiye hükümeti, üye bütün hükümetler gibi AİHM kararlarının icrasını yükümlenmiştir. Kararların gereğinin yerine getirilip getirilmediği hususu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nce yürütülür. Biz, belli aralıklarla Bakanlar Komitesi’ne rapor sunmaya devam ediyoruz.
Konuyla ilgili son gelişmeleri, açılan davalarda gelinen aşamayı ve verilen kararları, AİHM kararı gereğince hâlâ bir adım atılmamış olduğunu, kararın icrası yönünde soruşturmaların yeniden ve hâlâ açılmadığını bu raporlarımızda anlatıyoruz.
Hükümet de belli aralıklarla eylem planları sunuyor komiteye, bu eylem planlarını da tartışıyoruz.
Hrant Dink’i 2004 yılında İstanbul Valiliği’ne çağırıp tehdit eden iki MİT görevlisi hakkında yürütülen ve zamanaşımı nedeniyle takipsizlik verilen dosyayla ilgili olarak da AİHM’e başvurduk.
Özetle, gerekli bütün yasal yolları kullanmaya devam ediyoruz.
Girişimlerimizden ve çabalarımızdan şu ana kadar somut bir karşılık alamadık. Ancak, hükümet Meclis’e sunduğu 4. Yargı Paketi’ne kamu görevlilerinin ölüm vakalarında yargılanabilmeleri için idarenin soruşturma izni verilmesi şartını kaldıran ve ayrıca yeniden yargılanmalarının önünü açan düzenlemelere yer verdi. TCK 301. Madde’si gibi bu konu da yol kazasına uğramazsa, düzenleme bizim ısrarlı taleplerimize uygun görünüyor. Sanırım soruşturma savcısı da 4. Yargı Paketi’nin yasalaşmasına bekliyor.
– Mart ayında Hrant Dink’in avukatları olarak içinde 18 talebin yer aldığı bir dilekçeyi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiniz. Bu dilekçeyle ilgili bir gelişme oldu mu?
– Mart ayında verdiğimiz 18 talepli dilekçeden sonra da yeni dilekçeler verdik, savcılara yeni bilgiler ulaştırdık. Ancak ilginçtir ki, soruşturma dosyasına verdiğimiz bunca dilekçe ve talebin akıbeti hakkında somut bilgi için dosyadan örnek istediğimizde tüm dosya üzerinde gizlilik kararı alındığını öğrendik. Bu durum şaşırtıcıydı, çünkü AİHM’in Dink/Türkiye kararında ve başka kararlarında açıkça belirtildiği gibi, mağdur yakınlarının, bu olayda Hrant Dink’in yakınlarının dosyaya erişiminin engellenmesi kabul edilemezdi. Ayrıca, Dink ailesi vekilleri olarak parçalanan ve karmaşıklaştırılan yargılama süreçlerinin bütünü hakkında bilgimiz vardı, bizim yardımımızdan yararlanmayan bir soruşturma sürecinin yine eksik ve etkisiz olacak açıktı. Bu nedenle, gizlilik kararına itiraz ettik, reddedildi, buna ilişkin hukukî yolları kullanmaya devam ediyoruz.
– İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gizlilik kararı neden kaldırılmıyor?
– İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nca yürütülen soruşturma dosyasının açıldığı günden bu yana altı yıl geçti. Bu altı yıl içinde sayısız başvurumuz ve soruşturulması için gösterdiğimiz bulgular var. Bir soruşturma dosyası altı yıl açık tutulur mu? Tutulduysa eğer, ulaşılması çok güç ve zaman alan, çok önemli soruşturmalar ve araştırmalar yapılıyor demektir. İşte böyle olmadığı, önemli ve etkili bir soruşturma yürütülmediği için kamuoyunun tepkisinden çekiniliyor bence. Yakında, 4. Yargı paketinin yasalaşmasından sonra bazı kamu görevlileri hakkında soruşturma açılıp yine kamuoyu ve bizler oyalanacak diye düşünüyorum.
– Dava ile ilgili kararın ardından cinayetin arkasında örgüt olup olmadığı tartışıldı. Mahkeme örgüt bulamadı, savcı “Örgüt ortada” dedi. Ben şunu sormak istiyorum, mahkeme “Evet, bu cinayet örgütlü bir cinayettir ve arkasında şunlar şunlar vardır” dese ne olurdu?
– Hrant Dink cinayetinin ardındaki örgüt ortaya çıkarılırsa, bütün siyasî cinayetler, gazeteci cinayetleri, faili meçhuller çözülür. Yıllar önce, “Bu cinayet aydınlanırsa Türkiye aydınlanır” demiştim bir röportajımda, bugün de aynı şeyi söylüyorum. Cinayetin ipuçları bizi devletin derinliklerine götürüyor, hâlâ korunan ve dokunulmayan…
– Hükümet bu davada yapması gereken neleri yapmadı?
– Bu cinayetin bütün ipuçları bizi devletin derinliklerinde yer alan ve hâlâ dokunulmayan yapılara götürüyor dedim. Böylesi bir cinayetin aydınlatılabilmesi için işte bu yapının üstüne gidilmesi ve açığa çıkarılması gerekir. Bu adım da ancak, siyasî cinayetlerin, komploların, bütün pisliklerin kaynaklarının açığa çıkarılmasını, bunlardan beslenen ve bu yapının üzerine oturan devletin dönüştürülmesini amaçlayan siyasî bir irade tarafından gerçekleştirilebilir. Bu da, siyasî iradenin bu konuda kararlı olmasıyla, savcılara bütün kaynakların, istihbarî bilgilerin ve yapıların açılmasıyla yapılabilir ancak. Hrant Dink cinayeti, daha başlangıcında nasıl bitmesi öngörüldüyse o doğrultuda yürüdü ve kararlar da buna uygun verildi. Bütün bulgularımız görmezden gelindi, taleplerimiz reddedildi, sanki önümüze bir duvar örülmüştü ve biz bu duvarı aşamadık. Bu duvar ancak, hükümet tarafından kaldırılabilirdi. Bu yapılmadı. Darbe girişimlerine, 28 Şubat’a verilen destek bu davaya verilmedi.
– Dava sonucunda “Bizimle dalga geçiyorlar” kanısının oluşmasının nedeni nedir?
– Beş yıl, bu davanın delillerini göstermekle, cinayetin ardındaki gücü ve örgütü savcılara, hakimlere anlatmakla geçti. Cinayet günü, hatta cinayet anında cinayet mahallinde bulunan örgüt üyelerini, bizim gördüğümüz ve örgütü deşifre edecek ipuçlarını göstermekle, araştırın, bulun demekle geçti. Kimilerini hiç görmediler, görmek istemediler, kimilerini ise araştırıyormuş gibi yaptılar. Anlattıklarımızı kamuoyu anladı, gösterdiklerimizi gördü, ancak yargı bu konuda üç maymunu oynadı. Beş yıl boyunca havanda su dövüldü adeta. Sonunda kamuoyunun tepkisini çeken o karar okundu. Bu davanın, davaların, soruşturmaların takipçisi avukat olarak siz olsaydınız ne düşünürdünüz?
– Hrant Dink’in öldürülmesine giden süreçte, özellikle Türkiye’de yaşayan azınlıklarla ilgili konularda sistemli bir faaliyet yürütüldüğünü görüyoruz. Neden?
– Toplumsal hafızaya yerleştirilen ve yeni kuşaklara aktarılan korkular, Sevr paranoyası canlandırılmaya, azınlıklara da ‘Bakın sonunuz aynı olacak’ mesajı verilmeye çalışılıyor bence. Misyonerlik, bu toplumun hafızasına, Batı’nın azınlıklarla ilişkisi olarak kazındı. Avrupa Birliği süreci nedeniyle bu süreç sonucunda kurdukları yapının, statükonun değişeceğini, ellerindeki gücü kaybedeceklerini düşünüyorlar. Bu nedenle misyonerlik, Hıristiyanlık ve azınlıklar, MGK kararıyla iç tehdit kapsamında öne alınıyor. ‘Asılsız soykırım iddialarıyla mücadele koordinasyon kurulu’ oluşturuluyor, devlet bütün kurumlarıyla seferber ediliyor.
– Hrant Dink’e yönelik kampanyada basının gerçekten etkili bir rol oynadığını görüyoruz. Sizce basın Hrant Dink’in öldürülmesinde nasıl bir rol oynadı?
– Hrant Dink cinayeti, cinayet öncesinde onun hedef gösterilmesi, yalnızlaştırılması, ‘Türklere hakaret eden bir Türk düşmanı’ olarak yaftalanması planlanarak gerçekleştirildi. Bu sürecin sonunda da ona öfke duyan, kafası bozulan bir ya da birkaç milliyetçi gencin bu‘Türk düşmanı’nı gelip öldürmesi üzerine kurgulandı. Kurgulanan bu senaryoya inanmamız istendi. Bütün süreç, bu kurgu üzerinden yürütüldü. İşte basın, cinayete giden süreçte, yani onun hedef gösterilmesi, yalnızlaştırılması ve ‘Türklere hakaret eden adam’ olarak lanse edilmesi sürecinde üzerine düşen rolü eksiksiz oynadı.
– 2008’deki bir röportajınızda Ergenekon ve Hrant Dink davası ile ilgili olarak, “Bu iki dava mutlaka birbirine değecek. Çünkü Dink cinayeti Ergenekon çetesiyle bağlantılı. Ergenekoncuların Dink cinayetinin hazırlık sürecinde çok büyük rolü var. Dink cinayetiyle Ergenekon’un kalbine gidilebilir” dediniz. Bugünden geriye doğru baktığınızda bu iki davanın birbirine gerektiği ya da sizin düşündüğünüz kadar değdiğini düşünüyor musunuz?
– Bugünden baktığımda da aynı şeyleri söylüyorum. Evet, bugün Ergenekon davasında yargılanan bazı sanıklar, Dink’i hedef gösterme, yalnızlaştırma ve onu nefret nesnesi haline getirme sürecinde aktif rol oynadı. Bu nedenle, cinayetin öncesiyle birlikte araştırılması gerektiğini ilk günden başlayarak sürekli dile getirdik. Bir cinayet davasında soruşturmayı yürüten savcıların ilk yapacağı işlerden biri de maktulün yakınlarını dinleyerek, cinayet hakkındaki görüşlerini almak, kim ya da kimlerden şüphelendiklerini sormak, tehdit edilip edilmediğini araştırmaktır. Cinayetin hemen ardından Dink ailesi bireyleri, savcılara verdikleri ifadelerde, Hrant Dink’in kimler tarafından tehdit edildiğini, isimler de vererek şikâyetçi oldular, ancak savcılar bu ifadeleri zapta geçirmek dışında hiçbir şey yapmadı. Dink, öldürülmeden bir hafta önce iki yazı yazmıştı ve bu yazılardan biri, öldürüldüğü gün Agos gazetesinde yayınlanmıştı. Cinayetle birlikte hemen bütün basın, Dink’in bu iki yazısına yer verdi. Bu yazılarında Hrant Dink, cinayetin görünen faillerini gösteriyor, ‘ancak biliyorum ki bu yapı bunlardan ibaret değil’ diyordu. Savcılar bunu da görmezden geldi. Sonra biz defalarca bunu dile getirdik, bu isimler ve olaylara dikkat çektik, Ergenekon dosyasından ve başka kaynaklardan elde ettiğimiz yeni deliller sunduk, ama bütün çabalarımız boşa çıktı. Evet, cinayetin ardındaki yapının ortaya çıkarılabilmesi için bu izler, bu ipuçları değerlendirilmedi, oysa bu isimler ve ipuçları bizi cinayeti gerçekleştiren yapıya götürecekti.
– 301. Madde, 4. Yargı paketinden çıkarıldı. Hrant Dink’i 301’den mahkûm eden hakim ombudsman oldu. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
– AİHM 2010 Dink/Türkiye kararında ve özellikle 2011 Akçam/Türkiye kararında bu maddenin öngörülebilir olmadığını, yani yasallık ilkesine aykırı olduğunu tespit etti. Öngörülebilirlik şartı, yasa maddesinin somut olmasını, belirsizlik ve muğlaklık içermemesini şart koşar. Oysa bu madde keyfî yorumlara açıktır. AİHM’in söz konusu iki kararı nedeniyle Türkiye 301’i acilen kaldırmalıdır. AİHM’in yetkisini kabul etmiş olan Türkiye’nin başka şansı ve lüksü yok. Bu madde asıl olarak devleti bireye karşı korumayı hedefleyen bir maddedir ve günümüz demokrasilerinde kabul edilebilir hiçbir tarafı yoktur. Çünkü evrensel hukuk ilkelerinin geçerli olduğu demokratik toplumlarda birey devlete karşı korunur. TCK 301/1 maddesindeki “Türk milleti” kavramı, Anayasa’nın başlangıç hükümlerindeki tanıma uygun olarak ve değişikliğe rağmen hâlâ ırkçı bir ulusçuluk anlayışıyla yorumlanıyor. Ayrıca, 301/1 maddesinde tanımlanan suç türü, millî ve manevî değerlere yöneltilen saldırıları yaptırıma bağlıyor. Bu tür suçlarda yargıç, toplumsal tepkilerin etkisiyle kendi değerlerine de saldırıda bulunulduğu düşüncesiyle taraf olabiliyor ve yasayı eşitliğe aykırı, ayrımcı bir zihniyetle uygulayabiliyor. Bu maddenin bu haliyle hâlâ ceza kanunu içinde muhafaza edilmesi, reform paketleri ile yasalaştırılmaya çalışılan diğer düzenlemeleri de anlamsız hale getiriyor.
Ombudsman meselesine gelince, Ömeroğlu kamuoyunu yanıltıyor, yanlış yönlendiriyor. Hrant Dink, Ömeroğlu’nun verdiği Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararını öğrendiğinde, ‘Bu benim ölüm fermanım’ demişti. Ayrıca, en önemlisi, ortada AİHM’in 24 Aralık 2010 tarihinde kesinleşen Dink/Türkiye kararı var. AİHM, altında Başdenetçi Ömeroğlu’nun imzası da bulunan karar için, “Hrant Dink’i ölümcül bir saldırının ortasına atan karar” nitelemesinde bulunmuştu. Altında kendi imzası bulunan karar hakkında, “Karar doğru da olabilir, yanlış da. Bu konuda ısrarcı değilim. O zaman pozitif hukukumuzdaki 301. Madde’yi öyle değerlendirmişiz” diyen Ömeroğlu ile ilgili olarak şu soruları yine tekrarlıyorum: Ömeroğlu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, ek protokolleri, Anayasa 90. Maddesi’ni pozitif hukuktan saymıyor mu? AİHM’in Dink-Türkiye kararına rağmen hâlâ ‘karar doğru da olabilir, yanlış da’ demek ne demektir? Yanlış olduğunu söylemek bu kadar mı zor? Kamu Başdenetçisi olarak, AİHM’e, AİHS’e önem vereceğinizi söylemişsiniz, Dink kararından sonra kendi kararınızın hâlâ doğru mu yanlış mı olduğu konusunda bir karar veremiyorsanız o zaman ‘hukukun üstünlüğü, özgürlükler, tarafsızlık, bağımsızlık’ gibi sözlerinize nasıl inanalım?