Ozan Tekin
Suriye Devrimi’nin gerçek bir halk ayaklanması değil, Sünni Müslümanların mezhepçi bir kalkışması olduğuna dair yaygın bir inanış var. Bu söylemi üretenlerin başında bu ayaklanmanın devirmek istediği Baas rejimi geliyor. Ancak mezhepçilik argümanı, yani Sünni Müslümanların Esed’i devirmesiyle Suriye’deki dinî ve etnik azınlıkların kendilerini oldukça güvensiz hissedecekleri bir yapının ortaya çıkacağı iddiası, birçok siyasî çizgi tarafından savunuluyor. Son olarak BM’nin Suriye’ye ilişkin yayınladığı bir raporda sürecin “açık bir biçimde mezhep çatışmasına dönüştüğü” ifade ediliyordu.
Batı emperyalizminin yüzyılı aşkın bir süredir tarihini şekillendirdiği Ortadoğu’da mezhepçilik, verili durumda var olan ve mevcut diktatörlüklerle krallıkların iktidarlarını onun üzerinden kurmalarını sağlayan bir olgu. Öte yandan Batı emperyalizmi için de mezhepçilik, bölgede kendi çıkarlarıyla uyumlu siyasî güçler yaratmak ve kendi hegemonyasına karşı olası karşı koyuşları bertaraf etmek açısından faydalı bir ayrım noktası. Lübnan’dan Mısır’a, Suriye’den Bahreyn’e birçok toplumda birarada yaşayan farklı mezheplerden insanlar arasında mezhep kökenli gerginliklerin var olması, Ortadoğu’da hem yerel diktatörlerin hem de küresel elitlerin işine geliyordu.
Suriye’deki rejim de, mezhepçi korkular yayarak, toplumun çoğunluğunu oluşturan Sünni Müslümanları demir yumrukla baskı altında tutmadığı sürece ülkedeki tüm azınlıkların, özellikle de Hıristiyanların ve Alevilerin kitlesel kıyımlara uğrayacağını öne sürerek iktidarını korumaya çalışıyor.
Suriye muhalefeti ise, büyük çoğunluğu Sünnilerden oluşsa da, Baas rejiminin iddiasının aksine hem siyasî hem askerî kanadında Suriye toplumunun tüm öğelerini barındırıyor. Özgür Suriye Ordusu’nun Alevilerden, Kürtlerden veya Hıristiyanlardan oluşan birlikleri bulunuyor. Muhalefetin tüm çatı organlarında bu gruplar da temsil ediliyor. Üstelik, ülkede her gün yapılan yüzlerce siyasî gösteride, devrimin en başından beri, Suriye halkının bir olduğu, tüm azınlıkların da eşit olarak var olacakları demokratik ve sivil bir devletin kurulmasının istendiği vurgulanıyor.
Mezhepçilik, tıpkı milliyetçilik veya cinsiyetçilik gibi, egemen sınıfların ezilenleri farklı çıkarlar doğrultusunda bölmesine yarayan bir egemen sınıf fikridir. İnsanların, ait oldukları mezhep etrafında birleşerek diğer mezheplere karşı giriştikleri savaş sonucunda, siyasî ve ekonomik çıkarlarını güçlendireceklerini varsayar. Bu özelliği sebebiyle, mezhepçilik, geniş kitlelerin kolektif olarak mücadele ettikleri ayaklanma ve devrim süreçlerinin sonucunda ortaya çıkan bir korku öğesi olamaz. Tam tersine, egemen sınıfın hegemonyasını sürdürmesine yarayan tüm fikirler gibi, ancak böyle bir birleşik mücadele sürecinin sonunda kırılabilir ve yok edilebilir.
Bir diktatör tarafından baskı altında tutulmadıkları sürece Ortadoğu halklarının yalnızca birbirini boğazlayacağını söyleyenler de, bölgedeki ayaklanmaların tüm egemenler için yarattığı potansiyel tehdidi “uysal” hâle getirmek isteyen Birleşmiş Milletler de, bu gerçeğin üstünü örtmek istiyor.
Mezhepçilik, Ortadoğu’da birçok demokrasi mücadelesini bölmek ve parçalamak için kullanıldı. Her zaman egemenlerin işine yaradı. Geniş kitlelerin kendi hayatlarının kaderini ellerine almak için siyaset sahnesine çıktığı Arap devrimleri süreci ise, Mısır’da birlikte mücadele eden Hıristiyanlar ve Müslümanlarla, Suriye’de zengin Sünni iş çevrelerinin Esed’e verdiği desteğe karşın muhaliflere katılan yoksul Alevilerle, bölgedeki tüm halkların gerçek özgürlüğü kazanmasını sağlayacan muazzam bir potansiyeli içinde barındırıyor.