İhsan Eliaçık
Bu makalede, İslam’ın “sosyal” özünü veya Kur’an’ın “sosyal” içeriğini göstermeye çalışacağım: Keffâretler…
Keffâret, ‘örtmek’ manasına gelen ‘kefer’ kelimesinden türetilmiş. Bir hata sebebiyle meydana gelen günahı örten perde anlamında kullanılıyor. ‘Kâfir’ de bu kökten. Mülkün Allah’a ait olduğuna inanmayan, bu gerçeği örten, bunu ısrarla reddeden anlamındadır. Mülkün Allah’a ait olduğu gerçeğini örtmekle kalmaz, ona ortak olmaya kalkarsa buna da ‘müşrik’ diyor Kur’an.
Kur’an’da başlıca dört tür keffâret var. Yani bir hatanın örtülmesini sağlayan yaptırım var.
Aşağıda geçtiği yerleri veriyorum. Öngörülen yaptırımların altını çizdim.
İlki Hacc ile ilgili:
“ Ey iman edenler, sizler hac yaparken bir hayvanı dahi öldürmeyin. Kim bir hayvanı kasten öldürürse Kabe’ye sunulacak bir kurbanlık olmak üzere adalet sahibi iki kişinin vereceği kararla öldürdüğü hayvanın bedelini tazmin etmelidir. Veya öldürdüğü havyana karşılık yoksulları doyurmalı veya onun dengi oruç tutmalıdır. Ta ki bu şekilde yaptığının vebalini tatsın.” (Maide; 5/95)
Verilmek istenen mesaj büyük eşitlik ritüeli (Hacc) sırasında bir hayvana bile zarar verilmemesi gerektiği, “kimsenin hakkının yenemeyeceği, yendiği takdirde de ödetileceği”dir. Keza sözü ayağa düşürenler, iyi olacağına söz verdiği halde kötü bir davranışta bulunanlar “sözün namusu adına” bedelini ödemelidir. Hiçbir kötülük karşılıksız bırakılmamalıdır. Kötülük yapan bir yoksul doyurarak bunu iyilikle karşılamalı veya kötülüğün kaynağı olan açlık ve şehveti kendine yasaklayarak (savm/oruç) kendini tutmasını öğrenmelidir.
Yaptırımlara dikkat ediniz: Zarar verdiğinin bedelini ödemek… Yoksulu doyurmak… Tasadduk etmek… Oruç tutmak…
İkincisi yanlışlıkla adam öldürmekle ilgili:
“Bir mü’minin diğer mümini öldürmeye hiçbir şekilde hakkı yoktur. Fakat kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse, mü’min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ölenin mirasçılarına tatmin edici bir diyet vermesi gerekir. Fakat mirasçılar diyetten vazgeçerlerse gerekmez. Eğer öldürülen -kendi mümin olmakla beraber- size düşman bir kavimden ise, o zaman öldürenin mümin bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması gerekir. Şayet antlaşmalı olduğunuz bir kavimden ise, mirasçılarına tatmin edici bir diyet vermek ve mümin bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak icap eder. Bunlara gücü yetmeyen, Allah’a tövbe ederek, peş peşe iki ay oruç tutmalıdır.” (Nisa; 4/92).
Görüldüğü gibi aynı ayet içinde üç defa “bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak” geçiyor. Sonra verdiği zararın bedelini (tazminat) ödemek. Bunlara gücü yetmiyorsa, iki ay peş peşe oruç tutmak.
Üçüncüsü boşanma ile ilgili:
“Kadınlarından ‘Sen artık bana annem gibisin’ diyerek ayrılmaya kalkıp da sonra cayanlar tekrar ilişkiye girmeden önce bir köleyi özgürlüğüne kavuşturacaklardır. İşte size tavsiye edilen budur. Allah her ne yaparsanız haberdardır. Buna gücü yetmeyen tekrar ilişkiye girmeden önce iki ay sırasıyla oruç tutacaktır. Buna da gücü yetmeyen altmış yoksulu doyuracaktır. Allah’a ve peygamberine imanınız varsa böyle yapacaksınız.” (Mücadele; 3-4).
Keffâret yaptırımına dikkat ediniz: Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak… İki ay sırasıyla oruç tutmak… Altmış yoksulu doyurmak…
Dördüncüsü yemin ile ilgili:
“Allah düşünmeden etiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutmaz. Ancak bile bile kendinizi bağladığınız yeminlerinizden sizi sorumlu tutar. Bunun keffâret olarak bedeli çoluk çocuğunuza yedirdiğinizin orta derecesinden on fakiri doyurmak yahut giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara gücü yetmeyen ise üç gün oruç tutmalıdır. İşte yemin edip de bozmanın cezası budur. Şu halde yeminlerinizi koruyun. Allah size hükümlerini böylece açıklıyor ki, şükretmesini bilesiniz.” (Maide; 5/89).
Yaptırımlar yine aynı: On yoksulu doyurmak veya giydirmek… Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak ve üç gün oruç tutmak…
***
Görüldügü gibi en çok “bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak” geçiyor. Sonra“yoksulu doyurmak”, sonra “oruç tutmak”, sonra da “zararı tazmin etmek”, bir yerde de “kurban”…
Hepsi de “vermek” ile ilgili…
Bunlar kanımca şu anlama geliyor.
Bir hata mı yaptın, telafi etmek için hemen bir boyunduruk altında olan (örneğin, borçlu) bul ve onu boyunduruğundan kurtar…
Buna gücen yetmezse hemen bir (10/ 60) yoksul bul ve onları açlıktan kurtar…
Buna da gücün yetmezse (10/ 60 gün) aç kal…
Ya kölelere özgürlük (fekku ragabe)…
Ya açları doyurma (taâm miskîn)…
Ya da aç kalma (savm)…
“Ya açları doyur ya da kendin aç kal ki hallerini anla” diyor adeta.
***
Şimdi…
Soru şu: Neden Kur’an’da keffâretler hep bunlar etrafında dönüyor?
Mesela neden 10 rekat namaz kıl, 60 gün peş peşe sabah namazına kalk yok?
Neden hep verme, verme, verme…
Neden hep özgürlük, özgürlük, özgürlük…
Neden hep yoksul, yoksul, yoksul…
Neden hep açı doyurma veya aç kalma (oruç).
Yani açlık, açlık, açlık…
Neden? Niçin?
Bunun üzerine düşünün.
“Sosyal İslam” derken ne kastettiğimi anlayacaksınız.
***
“Sosyal” kelimesinin etimolojik izini sürdüğümüzde karşımıza şunlar çıkıyor: Hind-Avrupa dil kökünde ‘sok-yo’ bir şeyin peşinden gitmek demek. Oradan Latince’ye müttefik (socius), sonra ittifak etmek, ortak olmak (sociare veya sociabilis) olarak geçmiş. Oradan da Fransızca toplum, toplumsal, toplumla ilgili manasında ‘social’ denmiş. Türkçeye de [sosyal] olarak geçmiş…
Türkçede kullandığımız sosyal, sosyete, sosyoloji, sosyalist kelimeleri de bu kökten.
Sosyoloji kelimesi 1830’da, sosyalist kelimesi de modern anlamda ilk olarak İngilizce’de 1822, Fransızca’da ise 1831’de kaydedilmiş.
Arapça, Osmanlıca ve Farsça gibi doğu dillerinde ictimâî, tecemmuî, cemiyet, cum’a, cemaat, iştirakî vb. ile aynı çağrışıma sahip ‘sosyal’ kelimesi, kök anlamında yer alan “peşinden gitmek” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, ötekini düşünmek, öteki ile ilgili olmak ve giderek ötekicilik, diğergâmlık (ötekinin gamı ile gamlanmak), ortaklaşacılık, velhasıl en genel anlamıyla toplumculuk demek oluyor…
***
İkinci kitabımın (1992) ismi İslam ve Sosyal Değişim, üçüncü kitabımın (1995) ismi de Devrimci İslam idi. Benim zihin dünyamda İslam hep “sosyal” yönü ağırlıklı bir din olarak belirmiştir. Benim algılayışımda bu, İslam’a sonradan yamanan bir yorum değil; İslam’ın özünde varolan bir gerçeklik olarak belirmektedir. İslam’ın özünde neyin yattığını kavrayışım hep bu istikamette olmuştur. Ve bu başından beri hep böyledir.
Son zamanlarda buna “Sosyalist İslam”, “Komünist İslam” diyenler oluyor.
“Sosyal” bir kelime olmasına rağmen, “sosyalist” veya “komünist” kelime değil; terimdirler. Bu nedenle bir ideoloji ve tecrübe dünyasının terim değeri olan “kavramı”dırlar. Yani “sosyal” kök kelimesine bir dünyanın kattığı anlamlar, değerler ve pratikler ile yüklüdürler. Ve bu anlamlar, değerler ve pratikler bizim yüklediğimiz anlamlar, değerler ve pratikler değildir.
Bu nedenle İslam’ın ekonomi-politik yorumunun sosyalizme yakın olduğunu, Lehu’l-Mülk şiarının komünal mülkiyet anlayışını çağrıştırdığını söylememe rağmen, buna sosyalist veya komünist İslam (anlayışı) demedim, demiyorum.
Yaptığımız şeyin ne olduğunu soranlara şunu diyeceğim: Bu, İslam’ın “sosyal” özünün öne çıkarılması veya Kur’an’ın “sosyal” içeriğinin vurgulanmasından başka bir şey değildir.
Kısaca buna “Sosyal İslam” diyebiliriz.
***
Keza kültürümüzde yer alan “Kurbanın olayım”, “Canımın içi” , “Gadasını aldığım”, “Sana gelen bana gelsin”, “Canım feda”, “Vermeyen şerefsizdir”, “Dükkan senin” gibi ifadeler Kur’an’ın “sosyal” içeriğine paralel olup onun Müslüman halk dilindeki yansımalarıdır.
Ancak bu diğergam kültür, liberal kapitalist (mamoncu, mülkiyetçi) teranelerle yok edilmek isteniyor. Öyle ya, yok edilsin ki herkes tek tek “birey” haline gelsin ve bankaların ağına düşerek kredi kartı kölesi olabilsin. Toplumun tüm dayanışmacı, sosyal bağları bir bir çözülsün ve dağılsın. Yoksa bankalar hangi zaaf ve korkudan beslenecek?
Şunu unutmayın ki akraba bağları (aile, yakın çevre, komşular, arkadaş çevresi, mahalle) çözüldükçe pusuda bekleyen bankaların eline düşeceksiniz. Her Cuma imam mimberden şu ayeti okuyup öyle iniyor: “Allah adaleti, ihsanı ve yakın çevrenizi (zi’l-gurba) gözetmeyi/vermeyi emrediyor.” Fakat dinleyen kim, anlayan nerede?
Öyle olunca insanların artık kendi anne, baba, akraba, kardeş ve arkadaşına bile parasını veremeyip güven içinde bankalara götürüp yatırmasının, hangi çözülme, yalnızlaşma ve arkasından gelen korku (havf) ve kaygıdan (huzn) beslendiği sanırım anlaşılıyor.
Bu, toplumdaki yakınlık bağlarının yani “sosyal”in çöküşüdür. Yukarıdaki keffâretlerde ortaya konan “sosyal” içeriğin ne anlama geldiğini tekrar düşünün. Düşünmekle kalmayın güncelleştirin.
İşte bu, yalnızlaşmış, bir başına kalmış (birey!) yurdum insanının boynuna geçirilen tasmaların, zincirlerin, boyundurukların nasıl kırılıp atılacağının ve profosyonel hırsız şebekelerinin ellerinin toplumdan nasıl kesileceğinin de panzehiridir.
Bunun yolu kırkta bircilik değildir. Bu, düzenin sürmesini, kölelerin karınlarının doyurulup daha iyi çalışmalarını sağlar ancak. Hem kırkta bircilik Kur’an’da eleştirilir: “Yüz çevireni, azını verip çoğuna cimrice sarılanı gördün mü?” Burada anlatılan müşriklerin en zengini Velid bin Muğire idi. Çünkü o kırkta birciydi!
Bunun yolu “Sosyal İslam” anlayışının diriltilmesidir. Böylece boyunduruklar kırılacak, köleler özgürleşecek, yoksullar doyacak, açların yüzü gülecek ve ezilenler yeryüzünün önderleri olacaktır.