Baha Coşkun
Birinci Dünya Savaşı, enerji ve petrol savaşıdır da. Bu savaşın görece genç Alman kapitalizminin pazar ve hammadde ihtiyaçları sebebiyle çıktığı doğrudur. Ancak en önemli iki sonucundan biri modern uygarlığa olan inanç ve güvenin yıkılması ise, ikincisi eski Osmanlı topraklarındaki petrolün kontrolünün savaşın galiplerinin eline geçmesidir.
Yirminci yüzyıl başka birçok şekilde tarif edilebileceği gibi, petrol yüzyılı olarak da tarif edilebilir. Başta İngiltere olmak üzere savaşın galiplerinin tek derdi petrolü yönetilebilir halde tutmaktır. Bunun için eski Osmanlı topraklarında çok sayıda yeni ülke ve devlet kurmuşlardır. Petrolün yönetilebilir olmasını sağlayacak olan, sırf şeklî olarak bu yeni ülke ve devletlerin kurulması değil, bu ülke ve devletlerin özellikleridir.
Bu yeni ülkelerin sınırları, devlet ile toplumun sürekli birbiriyle savaşmasını sağlamak amacıyla etnik, mezhepsel, kültürel, kabilesel bir halita oluşturacak şekilde tespit edilmiştir. Yeni devletlerin temel ilkesiyse, siyasal iktidarın şiddet dışı araçlarla sürdürülmesinin imkânsız olduğu azınlık diktatörlüklerine verilmesidir.
Bu statüko adaletsizdir, birçok cinayetin, katliamın, işkencenin, sürgünün ve karartılan milyonlarca hayatın sebebidir.
Petrol üzerinde bir talepte bulunmama koşuluyla bu yeni millî devletlerin her birine insanlık suçu işleme dahil her türlü diktatörlük vasıtalarını uygulama hakkı verilmiş ve halklar, mezhepler, kabileler, birbirlerinin kasabı, düşmanı haline gelmiştir. Bu topraklar yüz yıldır yanmaktadır.
Yüz yıllık yangın, katliam, işkence, cinayet süreci ve halkların azınlık diktatörlüklerine gösterdikleri mukavemet bu statükoyu artık sürdürülebilir olmaktan çıkarmıştır. Büyük resme baktığımızda, hepsi çökmek zorundadır, çökecektir.
Ancak, bu demek değildir ki Beşar Esed ve diğer azınlık diktatörlükleri yıkılırken yerlerine ille de halkların iradesini yansıtan adaletli yönetimler kurulacak.
ABD ve Avrupa eski statükonun yürümeyeceğini, yeni bir yapılanmanın zorunlu olduğunu fark etmiş ve bu yeniden yapılanmanın kendi menfaatleri doğrultusunda gerçekleşmesi için faaliyete başlamıştır.
Esed’in azınlık diktatörlüğüne isyan eden halk elbette ki haklıdır. Bu diktatörlük Suriye’nin tüm halklarına etmediği eziyeti bırakmamıştır. Ancak sonuçta Suriye halkları mı kazanacak, yoksa bir reorganizasyon olacak ama bu reorganizasyon ABD ve AB’nin istediği şekilde mi olacak, henüz bugün belli değildir.
Beşar Esed’i savunmak bu eski statükoyu savunmak demektir. Esed, orijini dikkate alındığında ülkesini, devletini, gücünü, her şeyini klasik emperyalizme borçludur. Ortadoğu halklarının Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerince oluşturulmuş bu insanlık dışı statükoya karşı harekete geçmesi, ayağa kalkması, isyan etmesi engellenememiştir. Tarihin çanı çalmıştır, halklar ayağa kalkmıştır. Sorun eski statükoyu savunmak değil, yeni durumun emperyalizmin dahli olmadan halkların kendilerinin belirlediği bir durum olmasını sağlamaya çalışmaktır.