Behçet Çelik
Görünür Adam
Chuck Klosterman
Çev: Sevinç Kayır
İthaki Yayınları, 2012
“Görünür olmayan hakikatleri nasıl öğrenebileceği[ni]” merak eden bir adamın, Y_’nin hikâyesini anlatıyor Chuck Klosterman. Y_, psikoloğu Victoria’nın ona verdiği isim. Roman, Victoria’nın kaydettiği görüşmelerin dökümü, kaydetmeyi unuttuğu görüşmelerden aklında kalanlar, görüşmelere ilişkin tuttuğu notlar ve Y_’nin hikâyesini kitap haline getirmeye karar verdikten sonra yayıncısına gönderdiği e-posta yazışmalarından oluşuyor.
Bu kurgu hikâyeyi hem Y_’nin ağzından hem de Victoria’nın gözünden öğrenmemize imkân veriyor. Y_’nin bir iddiası var, kendisini görünmez hale getiren bir kostüm icat ettiğini söylüyor. Victoria uzunca bir süre bu iddianın gerçek olmadığını, Y_’nin psikozunun bir görünümü olduğunu düşünüyor.
Görünür Adam, ilk başta bilimkurgu sanılabilir – H.G. Wells’in Görünmez Adam’ını hatırlamamak imkânsız.
Oysa bu romanın temel sorunsalı bir insanın görünmez olduğunda ne ilginç deneyimler yaşayacağı değil, aksine romanın ilgi çekici yanı Y_’nin görünmez hale geldiğinde evlerine girerek, yalnızlıklarına tanık olup gözlediği insanların hayatlarındaki sıradanlık. Y_, küçük yaştan itibaren insanların ancak yalnız olduklarında sahici hallerini yaşadıklarına inanmış ve daha o zamanlar sınıf arkadaşlarından birinin odasını gizlice gözetleyerek onun hakiki dünyasını anlamaya çalışmış. Daha sonraki kariyerini de hep bu merakı belirlemiş zaten. “Ailemle birlikteyken, diğer çocukların yanındayken, kilise sıralarında, okul sıramda otururken… başka birine dönüşüyordum. Kendimin bir versiyonu olsam da, gerçek hali değildim” diyen Y_, o yaşlarda gözetlediği arkadaşının her gün gördüğü halinin de “okula sürüklediği versiyonu” olduğunu savunuyor.
Görünmezlik kostümü onu görünmez kılmıyor; bu kostüm giyildiğinde önünde durduğu nesnelerin bir yansımasını görünür hale getirdiği için, Y_ orada olduğu halde yanındakiler onu göremiyor. Görünmezlik kostümünün bir örtü olmayıp, kırılmış da olsa, yeni bir görüntü sunarak bir göz yanılsaması yaratması Y_’nin görülmek ve görmekle ilgili tezleriyle örtüşüyor. “İnsanlar,” diyor Y_, “dünyaya baktıklarında bilinçsiz beklentilerinin ötesinde hiçbir şey görmezler.” Bu yanıyla roman modern dünyada insanların birbirlerini mi, yoksa birbirilerinin versiyonlarını mı –sahici görüntülerin üzerine düşürdükleri en yapmacık görüntülerini mi– gördüklerini sorgularken, gerçek bir iletişimin mümkün olup olamayacağı sorusuyla da bizi yüzleştiriyor.
Gözlediği bir kadın için şunları söylüyor Y_: “Günün birinde, Valerie âşık olacaktı. Evlenecekti. Fakat kocası onu asla benim gibi görmeyecekti. Hiç kimse ona benim o gece yaklaştığım kadar yaklaşmayacaktı, çünkü hiç kimse tek başınayken onunla beraber olamayacaktı.”
İnsanlar bilgisayar başında bunu yapar
Y_, görünmezlik kostümünü kuşandıktan sonra evlerine girip yalnızken yapıp ettiklerini gözlediği insanları da, çoğunlukla Valerie gibi yalnız insanlardan seçiyor. Tanık olduğu insanların hikâyeleri hayli ilginç ve modern gündelik hayata dair şaşırtıcı saptamalar içeriyor.
Gözlediklerinden biri Bruce adında bir beyaz yakalı. Bruce’un işi ve iş çıkışı bir barda birlikte takıldığı arkadaşları var; onun bu iki versiyonunu başkaları tanıyor, ama onun evde tek başınayken ortaya çıkan versiyonunu sadece Y_ bilebiliyor. Bilgisayar merkezli bir hayat bu sonuncu versiyon. Porno seyredip hızlıca mastürbasyon yapıyor, sonra da internette oyun oynuyor, illegal yollarla müzik indiriyor (çoğu kez birkaç dakika dışında o albümü dinlemiyor), YouTube’da video izliyor, bir-iki siyasî bloga kısa ve alaycı yorumlar yazıyor, gecede birkaç kez Facebook’taki durumunu güncelliyor, bir şeyler beğeniyor, Amazon’daki kitap yorumlarına göz atıp başkalarının yorumlarından cümleler kesip yapıştırarak “kendi” yorumlarını gönderiyor.
Bu arada yaptığı bir şey daha var. Sarah isminde bir kadına e-posta yazıp cevap bekliyor. Sarah’yla “yakın, çevrimiçi bir ilişki kurmayı hayal” ederek yazdığı ve Y_’nin yanında olduğu beş gün boyunca cevap alamadığı, hepi topu yüz kelimelik bu e-postayı defalarca okuyor Bruce. “Mesaj onu yiyip bitiriyordu. Bruce kendi kendini yiyip bitiriyordu,” diye özetliyor Y_ bu durumu.
Y_,Bruce’un genel hâli için de şunları söylüyor: “İnsanlar bilgisayar başında otururken bunu yapar: Birçok işi aynı anda yaparlar, hayal kurarlar ve her şeyi aynı anda düşünürler. İnsan kendini çevrimiçi iletişim kurmaya kolayca ve saplantılı biçimde kaptırabilir. (…) İnternetin Bruce için iki işlevi vardı; bir yandan nefret ettiği yüzeysel yaşamından sıyrılmasına yardımcı olurken, bir yandan da arzuladığı içsel yaşamla bağlantılı kalmasına izin veriyordu. (…) İçinde bulunduğu zamanın mutsuzluğunu ortadan kaldırıyor, geleceğe yönelik mutluluk hayallerine olanak tanıyordu. Zihninin karanlık yanlarını azaltıyor, iyimser yanlarını limitsiz kılıyordu.”
Bruce’un (ve benzerlerinin) bu hâliyle ilgili şu çarpıcı saptaması ise günümüzde nasıl bir hayat yeğlendiğinin özeti: “Çoğu açıdan mutsuz bir adamı çoğu açıdan mutlu birine dönüştürdüğünü düşünüyorum. Ne kadar gerçek olduğunun bir önemi yok.”
Çılgın döngü ve rekabet hastalığı
Y_’nin gözlediği bir başkasının, Valerie’nin hali de hayli patetik. Çılgınca yemek yiyen bu kadın bir yandan da delicesine spor yapıyor. Böylece kilo almayarak kendisini ve başkalarını çok yemediğine ikna ediyor. Bu sahtekârlıktan kaçmak için de marihuana kullanıyor. Kullandığı marihuana ise iştahını açıyor ve yeniden çılgınca yemek yiyor. Bitimsiz görünen bu döngünün tek tanığı olan Y_ döngüyü kırmak için bir yol denemeye kalkışsa da başarılı olamıyor. Valerie’ya karşı duyduğu sorumluluğu şöyle gerekçelendiriyor Y_: “Hiçbir zorunluluğu olmayan bekâr bir kadın olmasına rağmen, hayatı özgürlükten yoksundu. Özgürlüğün ne anlama geldiğini bile bilmiyordu. Hüküm giymiş bazı katiller bile Valerie’dan daha özgürdü.” Y_, Valerie’nin yemek yerken ve marihuana içerken tatmin olduğunu sandığını, ama bunun doğru olmadığını savunuyor, onun gibilerinin yaptıklarını “sadece mahkûmiyetlerinin farkına varmaktan kaçınmakta kullandıkları yöntemler” olarak nitelendiriyor.
Romanın ilgi çekici bir başka bölümünde ise Y_, gizlice katıldığı bir toplantıda “Anonim Alkolikler” benzeri bir topluluğun konuşmalarını izliyor. İçki içmek değildir sorunları, bir tür “rekabet hastalığından” mustariptirler ve yaşadıkları pişmanlıkları paylaşmaktadırlar. Oldukça başarılı insanlar olmalarına rağmen kendilerini “kaybeden” olarak görmektedirler. “Dünyamızın işleyişi ters,” diye anlatıyor bu sevimli kaybedenlerin hallerini, “tersine işliyor. Toplumun yaptığına bir bak. Nasıl başarılı olacağını bilen bir avuç insanı alıp farklı oldukları için kendilerini berbat hissetmelerini sağlıyor. Sanırım herkesin sıradan olması gerekiyor.
Y_’nin insanları tek başlarına yapıp ettiklerini seyrettikten sonra vardığı sonuç da görülmekle ilgili. “İnsanların yaptıkları şeyin önemli olduğunu hissedebilmek için hareketlerinin incelenip yorumlanmasına ihtiyaç duyduklarını” fark ettiğini belirtip ekliyor: “Seyirciler olmaksızın, ‘muhteşem,’ ‘başarılı’ ya da ‘sevimli’ gibi kavramların niteliğini ölçmemize imkân yoktur. Hiç kimse boş bir odada tek başına oturup ‘Muhteşemim,’ diye düşünmez. (…) Fakat hayatın amacının ‘muhteşemliğe’ ulaşmak olduğu varsayılır. Bunun sonucunda, insanların tek başlarına geçirdikleri zaman kesitleri, gerçek sayılmayan anlamsız deneyimler olarak kabul edilir. Onlar gereksizdir. Silinmiş sahnelerdir.”
Görünür Adam, Y_’nin bu aktardığım gözetlemelerinden ibaret değil; başka tanıklıklar da var. Bunlardan birinin deli olduğuna inanıyor Y_, çünkü odada olmayan birine seslenip onunla konuşuyor bu adam. “Deli olduğunu biliyorum, fakat Amerika’da ondan çok daha deli olan bir sürü adam var,” dedikten sonra Victoria’ya, “Muhtemelen bana senden daha çok benziyor” diye ekliyor.
Roman boyunca gerilimi tetikte tutansa Y_ ile Victoria arasında geçenler. Psikologların hastaların iç dünyalarını az ya da çok görebildikleri, onların sakladıkları versiyonlarına vâkıf olabildikleri varsayılır, oysa Y_, kostümü sayesinde psikoloğunun başka versiyonunu, evliliğini, tek başınayken yaşadıklarını görünce hasta-psikolog ilişkisi de altüst oluyor. Aralarında geçenlerin, aşk-nefret durumlarının ve çatışmaların yanı sıra, Y_’nin doğru mu söylediği, yoksa başkaları tarafından görülmesini istediği versiyonunu mu anlattığı sorusu da romana sürükleyicilik katıyor.
Daha çocukken, “Ne zaman bir kalabalığın arasına karışsam (…) orada olmayan bir dünyaya baktığımın farkındaydım” diyen Y_’nin hikâyesi, görüntülerin hakikatleri örttüğü modern dünyada hayatlarımızın pek de burada olmadığını hatırlatıyor.