Süleyman Kayğaz
Baskıcı rejimlerin görüntü de olsa toplumu yekpare tutan, hatta homojenmişçesine sunan bir özelliği vardır. Dolayısıyla bu sistemlerde olabilecek bazı demokrasi mevzisi kazanımları, sonuç olarak bu homojenliğin içinin boş olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer.
Türkiye coğrafyası özelinde bu süreç yavaş da olsa devam etmektedir. Bunun en önemli iki ayağının birini Kürtler oluşturuyorsa, diğerini de Aleviler oluşturmaktadır. Kürtlerin Cumhuriyet’in başından itibaren fillî kalkışmaları ve savaşımları bir gerçeklikken, Alevilerin bu süreç içinde özneleşmeleri yok mertebesinde olmuştur 1.
Cumhuriyet’in, özellikle de laikliğin kendileri için bir özgürlük ortamı oluşturduğu yanılgısı Alevi toplumunun büyük kısmını sisteme angaje etmiş, hatta sistemin sarsılmaz bekçileri konumuna yerleştirmiştir. Bu sebeple demokratikleşme nüvelerinin istibdat yönetiminde açtığı gedikler Aleviler nezdinde yaşamsal endişelere sebep olabilmiştir. Cumhuriyet’in “laik” karakterinin Müslüman-demokrat bir hükümet tarafından dejenerasyonu, sonuçta Alevi kitle için bir hafıza yoklamasına sebep olmuş; Padişah Yavuz, kıyımlar ve özellikle Sivas Katliamı realiteleri akla gelir olmuştur. Ancak bu hafıza yoklamasından çıkan, 2007 seçimlerinde olduğu gibi MHP’yi dahi destekleyebilme garabet düşüncesi, hafıza yoklaması sonucu Çorum ve Maraş’ı yapan özneyi bir süreliğine de olsa unutabilmeyi beraberinde getirebilmiştir 2. Ya da Başbakan’ın “özür” açıklamasıyla tekrar gündeme getirdiği Dersim katliamının hükümeti CHP ile lineer beraberlik hiç olmadığı kadar sıkı devam edebilmiş ve etmektedir.
Fetişlemiş imge
Cumhuriyet-Alevilik birlikteliğinin müsebbibi olarak Mustafa Kemal’i hatırlayacak olursak ve kendisinin cemevlerinde Ali’nin resminin yanına konabilecek kadar fetişlemiş bir imge olduğunu bilirsek, bu birlikteliğin önemli bir olgu ile açıklanabilir olması gerektiğini bilmeliyiz. Nedir bu birlikteliğin asıl sebebi?
Başta da belirttiğimiz gibi, yüzyılların baskı sisteminin (şifahi kültürün klasik abartmaları da dâhil) Cumhuriyet’in Sünniliğe vurduğu ket ile bir nebze olsun dindiği görülecektir. Özellikle devletin dilindeki “tüm inançlara eşit mesafe” şiarı her ne kadar Diyanet İşleri Başkanlığı pratiğinde olduğu gibi reelde bulunmasa ve tekke ve zaviyelerin kapatılması her ne kadar Sünnilikten çok Aleviliğe bir darbe 3 olsa da, Alevi kitleyi fazlasıyla etkileyebilmiştir. Aslında çıplak bir bakış ile şu görülür ki Cumhuriyet rejimi Aleviliği katalize edici hiçbir praksis sergilememiştir, aksine tekke ve zaviyeler örneğinde olduğu gibi Aleviliğin fiiliyatına ket dahi vurabilmiştir. Ancak Sünniliğe vurulan daha büyük darbenin 4 nispî olarak Aleviliği ihya edici boyutu (“düşmanımın düşmanı dostumdur”) ön planda tutulmuştur.
Stockholm Sendromu
Bu ilişkiler bütünü sonrası Alevi-Cumhuriyet yapısal birliğinin açıklanmasında genel olarak liberal yazarlar ve Müslüman-demokrat yazarlar tarafından ‘Stockholm Sendromu’ kullanılmıştır. Bu sav ile Alevi kitle patolojik bir vakıanın ilgilileri olarak addedilmiş ve “Hırsızın hiç mi suçu yok?” mertebesinde bir tespit ile sorun çözüldü kabul edilmiştir.
Ancak bu yanılgı hususunda Aleviler yalnız bulunmamaktadır, Stockholm sendromu tespiti vakasında olduğu gibi hükümet yetkilileri özelinde genel kamuoyu da AKP’nin Aleviliğe verdiği hiçbir pratik fayda olmamasına rağmen genel “özgürlük” ortamını bahane ederek “Neden hükümeti desteklemiyorsun?” diyebilmektedir. Yani Aleviliğin CHP ile beraberliğine neden olan kırıntı nedenleri tıpkısıyla taklit etmek isteyen AKP ve hinterlandı bu sonuca erişemeyince üst perdeden bir sendrom teranesi ortaya koyabilmektedir.
Çaresizlik-alternatifsizlik
Cumhuriyet tarihinde sabittir ki, istisnai durumlar haricinde (bir dönem DP ve ANAP), Alevi oyları blok halinde CHP’ye gitmektedir. Ancak bunun, sendromdan öte, çaresizlik ile birebir irtibatı bulunmaktadır. Hiçbir alternatif sunmayan merkez ve sağ partilere nazaran en azından din ile pek bir teması olmayan ve dolayısıyla kurumsallaşmış dinin heretik kabul ettiği Alevi cenaha zararı dokunmayacak olan “sol” bir parti zorunlu tercih olmaktadır. Bir zamanlar devrimci sol ile olan münasebetler ise asıl Türklüğün taşıyıcıları olduğu bilincinin iyiden iyiye yerleştirilmesi (Türkmenlik-Türklük-Yörüklük) milliyetçiliğe evrilmiş (MDD çizgisi karşılık sayılabilir?) ve bir fantezi boyutuna terk edilmiştir.
İstekler bütünü olarak fazlaca fraksiyonu sebebiyle tam olarak bir manifesto ortaya koyamasalar da, Diyanet’in kaldırılması, din dersleri ve cemevlerine devlet yardımı Alevilerin mutabakat birliğine varabildiği hususlardandır. Ancak Müslüman-demokrat hükümetin ilk ikisi hususunda takındığı tavrın Aleviler için var olan kötü durumu katmerleşmeyi beraberinde getirmesi ile 5 ancak son isteğin pratize edilmesi mümkün olabilecek görülmektedir. Gerçi bu husus dahi fazlasıyla sallantıda bulunmaktadır. Hüseyin Aygün’ün Meclis’te cemevi isteğine Diyanet’ten fetva ile verilen “Hayır” cevabı ve tekrardan ortaya çıkan ucube söylemini artık direkt Alevilik üzerinden tartışılabilecek şekilde fütürsuzlaşan iktidar açılımları furyasının artık tam anlamıyla sona erdiğinin de kanıtı teşkil etmiş bulunmaktadır.
Bu dönemden itibaren bir zamanlar ortaya çıkan Alevi-AKP milletvekili portresinin (Reha Çamuroğlu) tekrar etmeyeceği ve çok zayıf da olsa hükümete verilen desteğin ise CHP’ye gerisin geri geleceği muhakkaktır. İktidar, Cumhuriyet-Alevilik birlikteliğini belki de seksen küsur yıllık tarihimizde hiç olmayacak şekilde katmerleştirmiştir. Yani Stockholm sendromundan öte, çaresizlik Alevi kitleyi tekrar CHP saflarında sımsıkı durmaya itmiştir. Malatya (Sürgü) olayından sonra ise Sivas katliamı korkusunun ister istemez depreşeceği muhakkaktır. Dolayısıyla ezilmişlik perspektifi Alevi kitlenin Cumhuriyet (CHP) ile olan birlikteliğini yargılayabilme ihtimalini daha uzun süre daha yok etmiş bulunmaktadır.
İktidarın Alevicesi
Böyle demlerde kitleleri bu vahim halden kurtaracak önderlerin varlığı o kitle için bir şans görevi görebilmektedir. Ancak bu konuda da Alevilik içinden türemiş herhangi bir üst merci ya da karizmatik önder portföyü oluşmamıştır. Bunun yerine sol, sosyal demokrat ya da liberal kamuoyunun demokrasi üzerinden bahis konusu yaptığı bir özgürlük ortamı vurgusu bulunmaktadır. Zaten kendi beyanatları ile de Alevilik konusunda lakırdı sahibi medyatik kişi ya da grupların, Alevi olanı-olmayanı dâhil, çoğunun Alevi kültü ile pratik bir bağı bulunmamaktadır. Örneğin, Hüseyin Aygün mecliste oluşturulacak bir cemevine turistik bir geziden maada dikkat çekmek hariç bir kültün ifadesi anlamında katılmayacaktır.
Parçalı iktidar yapısı belki de Aleviliğin inanç temellerinden olan “eşitler arasında birinci” şiarına binaen de oluşmuş olabilir, ancak genel olarak fraksiyonların çokluğu bu konunun müsebbibi durumundadır. Örneğin, Aleviliğin İslam’ın içinde ya da dışında olma hususunun dahi fazlaca tartışma konusu olduğu bir ortam Alevilikten çok Aleviliklerin varlığını kanıtlar mahiyettedir. Dolayısıyla bu husus kendi kültünü savunacak içerden kişilerin ortaya çıkma gereksinimini getirmektedir. Bu da fraksiyonların yakınlaşması ya da en azından dirsek temasında bulunmasını gerektirmektedir, ki kişisel gözlemimde olduğu üzere tamamen Türkçe ibadetin yapıldığı cemevleri ile Arapça-Türkçe ibadetin yapıldığı cemevlerinin dahi birbirlerini eleştirebildiği bir ortam umutları başka bir bahara taşıyacağımızı göstermektedir.
Kültün kültür içinde sindirilmesi
Fazlaca pesimist bir perspektif ortaya koysam da, temenniden öte yakın gelecek için umut aşılayacak hiçbir neden bulunmamaktadır. Kentleşmenin kültürleri tek bir potada erittiği bir ortamda iktidar olanaklarından mahrum bir Alevilik kültten kültüre giden bir yolda evrilmektedir. Pratiklerinden yoksun bir inancın da sonunda folklorik bir hal alacağı muhakkaktır.
Zaten müsebbiplerinin kültü ihya etmekten ziyade iktidar karşıtlığı zaviyesinden Cumhuriyet’le birliktelik oluşturması ve bu tabandan da “sol” ile paralelliği sonunda liberalizm ve Kemalizm prangalarına hapsolmayı beraberinde getirmiştir ve bu süreç katmerleşerek devam etmektedir.
Böyle bir ortamda geçmişi yargılama dahi acılar arasından tercih yapabilmeyi beraberinde getirmektedir. Mesela İslamcı-Faşist cenahın direkt müsebbibi olduğu Sivas Katliamı, Çorum ve Maraş’a nazaran fazlasıyla ön plana çıkarılmaktadır. Bunda tazeliği etkili olmakla birlikte iktidar karşıtlığı başat nedeni oluşturmaktadır. 6 Bu durum başta söylediğimiz öznelleşememe çıplak gerçekliğini bir kez daha bizlere göstermektedir. Cumhuriyet ile olan birlikteliğin yargılanmasından çok bu birlikteliğe taze kan olacak şekilde gelişen konjonktürel erk (hükümet) karşıtlığı hareketleri, sarsılmaz bekçilik görevini ve Mustafa Kemal’in askeri olma fedailiğini katmerleştirecektir.
Muhalifliğin ve karşıtlığın ahir zaman ekseninden kurtulup çerçeveyi geniş kadrajdan gören gözlerin yokluğu ve taraflardan beri değil de var olan bir tarafa meyilli olma gerçekliği Aleviliğin bağımlılık hususunun doğrudan müsebbibidir. Özne olunmayan bir yerde de gönüllü birlikteliğin gerçek anlamı “çaresizlik” olmaktadır. Bu çaresizliğin tespiti karmaşık praksislerin algılanmasında ve nüanse edilmesinde ilk adımı oluşturacaktır ve bunu gerçekleştirmesi gerekenler öncelikle Alevilerin kendisi olmalıdır. Zaten sonrasında cenahlardan katkılar sunulacaktır. Yoksa kültün kültürün içinde sindirilmesi sonucu, sürecin son durağı olarak görülmektedir.
Dipnotlar:
1 (Türkiye) Birlik Partisi gibi siyasallaşma özneleri hariç.
2 Cem Vakfı Başkanı Prof. Doğan’ın “MHP’ye oy verebiliriz” açıklaması.
3 Sunniliğin genel bireysel ibadetine nazaran Alevi ritüelleri cem-toplanma üzerine kurulu olduğu için toplanma mekânlarının engellenmesi öncelikle Alevi kitleyi etkilemiştir.
4 Türkçe ezan, ilahiyat fakültelerinin kapatılması, devlet yönetimindeki İslam etkisinin ismen tamamen kaldırılması.
5 Diyanet’in protokol sırasının yükselmesi, okullarda Kuran-ı Kerim eğitiminin başlatılacak olması.
6 Maraş ve Çorum’dan direkt ırkçı-milliyetçi cenahın sorumlu olması konjonktür dolayısıyla bir anlam ifade etmemektedir.