2000’lerin başından bu yana gelişen sessiz altüst oluş toplumda derin bir yarılmaya ve saflaşmaya neden olarak sesli, görünür ve açık hale geliyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin rejim bunalımı, sadece egemen sınıfların ve onlar adına devleti yönetenlerin iç çatışmalarıyla değil, yakın zamana dek siyaset dışında kalmış ya da devletin sistematik zoruyla siyaset dışında tutulmuş milyonların demokrasi, özgürlük, barış ve insanca bir yaşam talepleriyle derinleşiyor.
Rejimin, devletin, hükümetin ve meclisteki muhalefetin başı belada. Halkın geniş ve farklı kesimlerinin değişim isteği karşısında hiçbiri yetmiyor.
Kıbrıs
Kıbrıs’ın 1974’ten beri işgal altında olan kuzeyi altüst oluyor. ‘Kıbrıs Kıbrıslılarındır’ diyen on binlerin gerçekleştirdiği iki ‘Toplumsal Varoluş’ mitingi, adadaki statükonun barış ve çözüm isteyen Kıbrıs halkı tarafından artık kabul edilemez olduğunu gösteriyor. Başbakan’ın hakaretleri, sömürge memurlarının emirleri, çetelerin saldırıları Kıbrıslıların Türkiye’nin işgalinin artık son bulması isteğini bastıramıyor. AKP de, CHP de, MHP de işgalin devam etmesi konusunda birleşiyor.
Kürdistan sivil itaatsizlik dalgasıyla altüst oluyor. Anadilde eğitim, seçim barajının indirilmesi, tutuklu Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması, askerî ve siyasî operasyonlara son verilmesi taleplerini isteyen Kürt halkı on yıllardır Kürtleri inkâr ve imha etmiş rejimi köşeye sıkıştırıyor. Kürtler özgürlük istiyor ve bu talebi baskı, şiddet ve savaş yoluyla bastırma çabalarının toptan iflas ettiği ortada. AKP de, CHP de, MHP de “tek dil, tek bayrak, tek devlet” sloganında birleşiyor.
Ergenekon
Ergenekon davası ve darbecilikle yüzleşen milyonlar 17 bin faili meçhul cinayeti gerçekleştirenlere ve katilleri kollayanlara, Hrant Dink’i arkasından vuranlara, Zirve Yayınevi’nde üç Hıristiyan’ın boğazını kesenlere, cami ve müzeleri bombalamak gibi planlar yapanlara, dört darbeyle topluma balyoz vuranlara karşı ayakta. Gölcük’teki Donanma Karargâhı’nda gizli bir bölmede ele geçirilen 10 çuval belge, ordunun 2003’ten bu yana bir ağır çekim darbe sürecini başlattığını kanıtlıyor. Zirve katliamının azmettiricileri tutuklanıyor. Buna karşılık ‘Ergenekon yoktur’ sözü, iki gazetecinin tutuklanması ile başlayan basın ve düşünce özgürlüğü tartışmalarının arkasında durarak meşrulaşıyor. Dört yıldan fazla süredir Hrant Dink için linç emrini verenlerin hâla yargı önüne çıkmaması Ergenekon’un yaşadığını ve gücünü koruduğunu gösterdiği kadar, AKP’nin de devlet içindeki temizliği sonuna kadar götürmeyeceğini de ortaya koyuyor. CHP-MHP bloğu ise zaten temizliğe son vermek istiyor.
Yeni anayasa
12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu’nda “Evet” ve “Yetmez ama Evet” diyen yüzde 58, işçilerin, yoksulların, alttakilerin demokratik ve özgürlükçü bir anayasa isteğinin ne denli güçlü olduğunu göstermişti. AKP yeni anayasayı seçim sonrası rafına kaldırırken, referandumda tarafsız kalan TÜSİAD, tıpkı 90’larda olduğu, gibi yeni anayasa isteyip ordu ve etrafındakilerden azarı işitince geri çekiliyor. Referandumda zenginler ve laik orta sınıflar tarafından desteklenen CHP-MHP’nin ‘Hayır’ bloğu anayasanın değiştirilemez olarak dayatılan ideolojik hükümlerinin arkasında tıpkı ordu gibi saf tutuyor.
Seçimler
Toplum altüst oluyor. Yarılma ve saflaşma derinleşiyor. İki ay sonra gerçekleşecek seçimler ise tıpkı 2007’nin bir kopyası gibi ve taraftarların sansasyonel beklentilerine rağmen, olabildiğince heyecansız. Kürt halkı kendi temsilcilerini güçlü bir şekilde meclise yollamak istiyor, Batı’da yaşayanlar ise AKP ile CHP-MHP’nin kutuplaşması karşısında kendilerini temsil edecek bir siyasî güç bulamıyor. AKP statükonun bir parçası olurken, muhalefet alanı statükonun bekçileri tarafından dolduruluyor. Buna karşılık, 2011 seçimlerinin ekseni siyasi üst yapıdaki çürümüşlüğe karşı aşağıdakiler tarafından belirleniyor. Haziran 2001 seçimlerine giderken, toplum Kürt sorununu, ırkçılığı, düşünce, inanç, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü tartışıyor.
Değişim
Halkın geniş ve farklı kesimleri değişimin motoru olabilecek mi? Darbeler düzeninin sona ermesini, akan kanın durmasını isteyen milyonlar rejim yanlısı güçlerin hakkından gelebilecek mi? Sözde değil özde demokrasi, herkes için demokrasi ve adalet, insanca bir yaşam, çetesiz, darbesiz ve savaşsız bir Türkiye mümkün olabilecek mi?
Değişimin önünü açacak, demokrasinin sınırlarını radikal bir şekilde genişletecek, statükonun denklemini altüst edecek olan toplumsal dinamikler 12 Eylül referandumunda “Yetmez ama Evet” ve “Boykot” diyenlerdir. Rejimin krizine aşağıdan çözüm, bu iki dinamiğin yan yana gelmesine, yeni anayasa, barış, özgürlüklerin kazanılması için, ırkçılığın son bulması için mücadele etmesine bağlı.