Mehveş Bingöllü
Türkiye’de yıllardır Kürt meselesinin 1980’lerin başlarında ya da 1970’lerin sonlarında baş gösterdiği, meselenin PKK’nin varlığına bağlı olduğu anlatılır. Bu tarihlerden, yani PKK’nin ortaya çıkmasından önce bu ülkede “yüzyıllardır kardeşçe yaşandığı” söylenir. Genel algı bu ‘söylenceler’ üzerine kuruludur.
Ben ne tarihçi ne siyaset bilimciyim. Bu nedenle meselenin tarihsel kökenlerini göstermek ya da siyasî bir analizini yapmak, en azından böyle bir alanda, haddim değil. Ama bu yazının yanında gördüğünüz gazete kupürünün içeriği devletin Kürtlerle olan sorunlu ilişkisinden doğan muamelenin en azından 49 yıl önce de varolduğunu gösteriyor. Bu muameleyi ifşa etmeyi ve hesabını sormayı vicdanî ya da ahlakî bir sorumluluk olarak görenlerin ve genel olarak Kürtlerin yaşadıkları bölgelerdeki dertleri dile getirmeyi amaçlayanların da, yazarak ve konuşarak, yalnızca son 20-30 yıldır değil, en azından 49 yıldır ‘suç’ işledikleri anlaşılıyor.
“Bugün Git Yarın Gel”
Türkiye’de 1963 yılında ilk kez bir Kürtçe-Türkçe dergi çıkmış. İsmi Deng (Ses) olan bu derginin yayın hayatı yalnızca iki sayı ile sınırlı kalmış, 3. sayının çıkmasına izin verilmemiş.
Bu derginin ve o dönem faal olan başka yayınların çalışanları ve yazarları hakkında aynı yıl ‘bölücülük’ yaptıkları gerekçesiyle eski Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 125. maddesi altında Genelkurmay Askerî Mahkemesi’nde bir dava açılmış. Bu dava, daha sonra İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş ve o mahkemenin hakimleri bir dergi yayınlamak ya da bir dergide yazmakla 125. maddedeki suç unsurlarının oluşamayacağı basit gerçeğini gözönüne alarak çok hızlı bir şekilde sanıkları beraat ettirmiş. Ancak, Deng’de yayınlanan çeşitli yazılar nedeniyle yazı işleri müdürü ve yazarlar hakkında yeni davalar açılmış.
Bu yazılardan biri, Deng’in 2. sayısında yayınlanan Ahmet Kemal imzalı ‘Bugün Git Yarın Gel’ isimli yazıdır. Yazar, bu makalede, 17 Nisan 1963 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanan bir habere dikkat çeker. Bu habere göre, jandarma görevlileri Diyarbakır’ın Kulp ilçesinin Reşikan, Havre Mamikan ve Malagarve köylerinin köylülerine eziyet etmiştir. Kadınlar erkeklerin sırtlarına bindirilmiş ve erkekler kamçılanmıştır. Bu muamele bu köylülerin iki kaçağı sakladıkları düşünüldüğü için verilen bir cezadır. Sizin de okuyacağınız gibi, Ahmet Kemal, yazısının devamında böyle bir muamelenin Türkiye yasalarına aykırı olduğunu, bu bölgenin insanlarının uzun zamandır kötü muameleye maruz kaldığını ve sözkonusu kötü muamele iddialarının soruşturulması gerektiğini yazmış. Yani yazar, 49 yıl önceki hükümetten, bizim bugün dilimizden düşürmediğimiz insan hakları standartlarının uygulanmasını istemiş. O kadar…
Kulp’taki köylülerin ‘eziyet’ iddialarının soruşturulmadığından ve sözkonusu jandarma görevlilerinin cezalandırılmadığından neredeyse eminim. Çünkü bu soruşturmayı ve cezalandırmayı isteyen yazarı soruşturan ve cezalandıran sistemin jandarmaya dokunmayacağından eminim.
Dava dosyasından alınarak bu sayfaya taşınan bu yazının içinde geçen ‘eşit muamele’, ‘doğulu’ ve ‘Kürt’ sözcüklerini işaretleyen savcı, 13 Kasım 1963’te Ahmet Kemal ve Deng’in sorumlu müdürü hakkında eski TCK’nın ünlü 142. maddesine dayanarak bir iddianame düzenlemiş. İddianamede, bu yazı ile “Doğu’da yaşayan vatandaşların ayrı ırktan geldikleri, ayrı dil ve kültüre sahip oldukları iddia edildiği, bu farklılığın şuurlu bir hale getirilmesinin müdafaasının yapıldığı’ ve bu nedenlerle de ‘meznunların ırk mülahazasıyla milli duyguları yokedici ya da zayıflatıcı mahiyette neşir yoluyla propaganda suçu işledikleri” iddia edilmiş. Yargılamayı yapan mahkeme ilk kararında yazıda suç unsuru bulunmadığını söyleyerek beraat kararı vermiş.
Ancak Yargıtay, Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, Prof. Dr. Naci Şensoy ve Doç. Dr. Nevzat Gürelli’nin bilirkişi olarak sundukları ve bu yazı ile suç işlenmiş olduğuna dair kanaat bildiren rapora dikkat çekerek kararı bozmuş. Yargıtay’ın bu kararının ardından, yargılamayı yapan mahkeme, 16 Temmuz 1969’da Ahmet Kemal’i ve sorumlu müdürü iddia edilen propaganda suçunu işlemekten bir yıl altı ay hapis cezasına mahkûm etmiş. Bu karar 12 Ekim 1970’te Yargıtay tarafından onanıp kesinleşmiş. Ahmet Kemal’in yargılamanın yenilenmesi talebi, bilirkişi raporunu veren hukukçular raporun yanlış anlaşıldığını söylemelerine rağmen, reddedilmiş.
Bugün ve Yarın
Deng’in Sorumlu Müdürü’nün bu hapis cezasının infaz edilip edilmediğini bilmiyorum. Ama şunu biliyorum: Ahmet Kemal bir mahlastır ve yazarın asıl ismi Kemal Bingöllü’dür. Benim babamdır; avukattır; 1963 yılında bu yazıyı yazdığında 24 yaşında bir üniversite öğrencisidir; kendisinin (ve sonradan eşi olacak sevgilisinin) 20’li yaşları bu yazıdan dolayı yaşanan belirsizlikle geçmiştir ve 1971 darbesinden sonra cezası infaz edilmiştir.
Kulp’ta 1963’te eziyet gören köylülerin iddialarının bir soruşturmaya konu olmadığından eminsem de, o köylülerin akıbetini de bilmiyorum. Ama onların ve diğer Kürt köylülerinin çocuklarının ve torunlarının akıbetini bugün hep birlikte görüyoruz. Belki de 1963’te Kürt köylülerini kamçılayan devlet görevlileri cezalandırılıp hapsedilselerdi, 1989’da Cizre’nin Yeşilyurt köyünün halkına dışkı yedirmeye kalktığı söylenen devlet görevlilerimiz olmazdı. Belki, 1990’lar boyunca köylüleri gözaltına alıp kaybeden, köyleri yakan, köylüleri kendi ülkelerinde yerinden edilmiş insanlar olarak yaşamaya mahkûm eden ve bu hukuksuzlukları soruşturmaktan imtina eden memurlarımız olmazdı. Ve bugüne gelirsek, belki o jandarma görevlileri cezalandırılsaydı, 28 Aralık 2011’de kendi topraklarını bombalayarak 34 köylünün ölümüne sebep olan devlet görevlilerimiz olmazdı.
Son olarak, belki de Deng, 1963’te içerdiği yazılar nedeniyle kapatılmasaydı, çalışanları ve yazarları cezalandırılmasaydı, 1980’lerden bugüne, başta Kürt gazeteleri olmak üzere, basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskı ve kısıtlamaları konuşmuyor olurduk.
Dilerim ki, Kürtlerin en azından 49 yıldır yaşadıklarını bildiğim acılar, Deng’in ve babamın genç bir öğrenci olarak yazdığı yazının yayınlanmasının 50. yıldönümünde artık bitmiş olsun.