Turgay Fişekçi
Nâzım Hikmet’in Türkiye’de geçen günlerinin önemli bir bölümü yargılamalarla geçmiştir. Bu yargılamaların bir bölümü siyasî mücadele, genellikle de gizli örgüt üyeliği ve eylemleri nedeniyledir. Diğer bölümü de yayımladığı kitapları nedeniyle açılan davalardır. Bütün bu davalara ilişkin ayrıntılı bir çalışma okumak isteyenler Avukat Atilla Coşkun’un Nâzım’ın Siyasal Yaşamı ve Davaları (Nâzım Hikmet Vakfı Yayınları) adlı inceleme kitabına başvurabilir.
Nâzım Hikmet ilk kez yargıç karşısına 1928’de, Sovyetler Birliği’nden yanında arkadaşı İsmail Bilen ile yurda döndüğünde, sınırı geçer geçmez Rize’de yakalandığında çıkarıldı. Yöneltilen ilk suçlama “sınırı pasaportsuz olarak geçmek”ti. Sonradan bu suça “Anayasayı tağyir ve tebdil” suçları da eklenerek idam istemiyle yargılanmaları istendi. Aynı zamanda İstanbul ve Ankara mahkemelerinde de yokluklarında açılmış ve sürmekte olan davalar vardı. Bu nedenle önce İstanbul’a, oradan da Ankara’ya gönderildiler. Bu yargılamalardan aldıkları küçük cezalar, yattıkları günlere sayıldı.
“Halkı suça teşvik”
Sonrasında İstanbul Kadıköy’deki babaevine yerleşen Nâzım Hikmet, peşpeşe şiir kitapları yayımlamaya başladı: 835 Satır (1929), Jokond ile Si-Ya-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=1 (1930), Sesini Kaybeden Şehir (1931).
Çok geçmeden İçişleri Bakanlığı’nın emri doğrultusunda bu beş kitapta, “bir zümrenin başka zümreler üzerinde hakimiyetini temin etmek gayesiyle halkı suça teşvik” suçu bulunduğu savıyla mahkemeye verildi. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 6 Mayıs 1931 günü Türk Ceza Kanunu’nun 311. ve 312. maddelerine dayanılarak başlayan yargılama 10 Mayıs 1931 günü aklanmayla sona erdi. Bu davanın duruşmaları sırasında Nâzım, komünist bir şair olduğunu, anayasaya göre bunun suç olmadığını, bir sınıfı bir başka sınıfa karşı kışkırtmak amacı gütmediğini söyledi.
Bu kitapların ardından önce Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (1932), sonra da Gece Gelen Telgraf yayımlandı. Bu kitabı toplatan İstanbul Cumhuriyet Savcılığı 5 Mart 1933’te “halkı rejim aleyhine kışkırtmak”tan dava açtı. Aynı tarihte Nâzım Hikmet, gizli örgüt kurmak, duvarlara devrim bildirileri yapıştırarak, kitapçıklar dağıtarak komünizm propagandası yapmak savıyla Bursa Cezaevi’nde yatmaktaydı. Ancak avukatı İrfan Emin’in katılabildiği duruşmalar sonunda 29 Temmuz 1933’te 6 ay hapse mahkûm oldu.
Bu kitapla ilgili bir başka dava da, kitapta bulunan “Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye” adlı şiirde babasına hakaret edildiği iddiasında bulanan Kadıköy’deki Süreyya Sineması’nın sahibi Süreyya (İlmen) tarafından açılmış, savcılık da davada kamu yararı görerek davaya taraf olmuştu. Bu davadan Nâzım Hikmet bir yıl hapis ve 500 lira tazminata hüküm giydi.
Ancak her iki dava da, 29 Ekim 1933’te Cumhuriyet’in kuruluşunun onuncu yılı nedeniyle çıkan af yasasıyla düştü.
İzleyen yıllarda Portreler (1935), Taranta-Babu’ya Mektuplar (1935), Şeyh Bedreddin Destanı (1936) kitapları yayımlandı. Ancak bu kitaplar hakkında bir dava açılmadı. Çünkü egemen güçler daha büyük bir hesaplaşmanın planlarını yapıyordu. Nâzım Hikmet 1938’de ünlü Harp Okulu Davası ve Donanma Davası’nda, iki ayrı davada, “orduyu isyana teşvik” suçlamasıyla toplam 28 yıl 4 ay hapis cezasına çırptırılacak, sonrasında da bırakın kitaplarının yayımlanması, adının bile anılmasının yasaklanacağı bir toplumsal korku ortamına girilecekti. Şair ölümüne dek bir daha kendi ülkesinde basılmış bir şiirini göremeyecekti.
“Komünizm propagandası bulunmadığı”
Nâzım Hikmet’in adı ve kitapları çevresindeki bu korku atmosferi 1965 yılına dek sürdü. O yıl ilk kez Doğan Avcıoğlu’nun yayımladığı Yön dergisi Nâzım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı’ndan bir şiirine yer verdi. Bu şiirin yayımlanmasının ardından bir soruşturma açılmaması pek çok yayıncıyı cesaretlendirdi. Bir anda çok sayıda Nâzım Hikmet kitabı peşpeşe yayımlandı.
Bu yayımlar arasında da dava açılanlar oldu.
Memet Fuat, 1965’te Saat 21-22 Şiirleri’ni yayımladı. Açılan davada 15 yıl hapis istemiyle yargılandı. Bilirkişi raporlarında “komünizm propagandası bulunmadığı” belirtilince aklandı.
Yine 1966’da Memet Fuat, elindeki dosyalardan Dört Hapishaneden’i kitap olarak yayımladı. Kitap hemen toplatılarak dava açıldı. Davada 15 yıl hapis isteniyordu. İki yıl süren yargılamalar sonucu 1968’de dava aklanmayla sonuçlandı. Her iki davada da savunmayı demokrasi tarihimizin ünlü avukatları Gülçin Çaylıgil ile Rıza Nur Erün yaptılar. Memet Fuat’ı, yalnız komünist Nâzım Hikmet’i değil, faşist Ezra Pound’u da basan bir kültür insanı olarak savundular.
Ankara’da Dost Yayınları’nca 1968’de basımına başlanan “Nâzım Hikmet, Bütün Eserler, 1. Cilt 1. Kitap” ise toplatıldı, yargılanarak yasaklandı, yayınevi yöneticisi ünlü öykücü Nezihe Meriç hapse mahkûm oldu, ancak 1974 affıyla cezası ortadan kalktı.
Aynı yıllarda şairin Son Şiirleri ve Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim kitaplarını yayımlayan Habora Yayınevi’nin sahibi Bülent Habora da yargılandı.
141. ve 142. maddeler
Gerek 1978-80 arası Cem Yayınevi’nin bastığı, yalnızca şiirlerle sınırlı kalan 8 ciltlik “Tüm Eserleri”, gerekse Adam Yayınevi’nin 1987-90 arası 28 kitapta topladığı “Bütün Eserleri” dizilerini yayına hazırlayan Asım Bezirci ve Memet Fuat, önceliklerini kitapların toplatılmamasına vererek, yürürlükteki yasalarca suç olduğu kabul edilen kimi yapıtları bu derlemelerin dışında bıraktılar.
Nâzım Hikmet’in kitaplarının yasaksız olarak tümüyle basılabilmesi ancak 1991’de Türk Ceza Yasası’nın komünist örgütlenme ve komünizmi övme suçlarını cezalandıran ünlü 141. ve 142. maddelerinin kaldırılmasıyla gerçekleşmiştir.
Bu tarihten sonraki basımların tam ve bütün olduğu söylenebilir.