Doğan Tarkan
Gündemde bir sessizlik var. Öne çıkan sorunlar ancak birkaç gün üzerinde çok konuşulan konu olabiliyor, sonra geriye gidiyor ve çok zaman unutuluyor. Birçok konu aslında konunun kendi içeriğinden dolayı değil, o konuyu oluşturan olay iktidarı veya muhalefeti yıpratacağı için öne çıkıyor. Daha çok iktidarı yıpratacak olan konular doğal olarak öne çıkıyor.
Sessizliğin temel nedeni, Kürt sorununda yeni ve önemli bir gelişmenin olmaması. Hükümet son zamanlarda süreklilik kazanan KCK operasyonlarına devam ediyor, zaman zaman Başbakan ağır milliyetçi sözler ediyor, arada bir küçük çaplı çatışmalar oluyor. Yüzlerce Kürt genci ya da Kürt halkının mücadelesini destekleyen Türk genci hapiste, BDP’li Kürt milletvekilleri aleyhinde yüzden fazla fezleke hazırlanmış durumda. Kürt milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılmak isteniyor, mahkemeler Kürt milletvekillerini mahkûm ediyor. BDP’li belediye başkanlarının çoğunluğu hapiste. Abdullah Öcalan’ın tutuklu olduğu İmralı’ya giden tekne hâlâ bozuk, Öcalan’ın tecrit hâli sürüyor, Öcalan’la görüşen avukatların neredeyse tamamı tutuklandı. Roboski’de 34 Kürt genci uçaklarla tarandı, bir mağarada Kürt gerillalar öldürüldü ve Urfa Cezaevinde bir başka facia yaşandı.
Bütün bunlar bir süredir “olağan” hale geldiği için Kürt sorununda “önemli bir gelişme yok” denebiliyor.
Çözüm ve barış
AKP’nin CHP ile görüşmesi, Barzani’nin inisiyatifi, Başbakan’ın çok önemli bir adım gibi sunmaya çalıştığı Kürtçe’nin okullarda seçmeli ders olması Kürt sorununda yeni “önemli gelişmeler” olamıyor.
Gelinen noktada Kürtçe’nin seçmeli ders olması türünden bir “açılım” yeterli değil. İnsanlara anadillerini seçme hakları olduğunu söylemek bir anlamda onlarla alay etmek. Otuz yıl önce, 1982’de Kürtçe seçmeli ders olsaydı belki önemli bir ileri adım olurdu, ama bugün bu tür “ileri” adımlar barışı getirebilecek, Kürt sorununu çözebilecek adımlar değil. Dolayısıyla olağanı yaşamaya devam ediyoruz. Yani bir yandan baskı ve zulüm, diğer yandan küçük bazı tavizler.
Kürt sorununda çözüme ulaşabilmek için iki noktayı kavramak gerek. Bu iki noktada anlaşmadan çözüm ve barış mümkün değil.
Birincisi, Kürt sorunu, Kürt ulusunun kimliğinin tanınması sorunudur. Bu, anayasa ile gerçekleşmelidir. Gerisi, yani Kürtçe eğitim, resmî kurumlarda Kürtçe kullanılabilmesi, demokratik özerklik, zaten doğal olarak gelecektir.
İkincisi, Kürt sorunu Türkiye’nin gündemine bir mücadeleyle, büyük kayıplar verilerek girdi. Bu mücadeleyi sürdüren örgütün siyasî sürekliliği garanti altına alınmadan, bu mücadeleye katılan kişilerin yaşamları ve özgürlükleri garanti altına alınmadan çözüm olamaz.
Bu iki temel noktanın anlaşılması ve aynı zamanda çözüm bulma isteği doğal olarak acil bazı adımların atılmasını gerektirir. Bunların başında askerî ve polisiye operasyonların durması gelir. KCK tutuklularının serbest bırakılması, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kalkması, koşullarının düzeltilmesi ve nihaî olarak özgürlüğünün sağlanması gelir.
Bu acil adımlar Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu çözmek istediğini gösterir ve barışa giden yolda hemen karşılığını bulur.
Kürt kimliğinin anayasal olarak tanınması
Bugün çözümün neresindeyiz? Acil adımların atılması mümkün mü? Hükümet ve CHP Kürt sorununun iki temel başlığını kavramış mı? Bu iki temel öğenin çözümü için adım atmaya hazırlar mı?
Açık ki, Kürt kimliğinin anayasal olarak tanınması, Kürt özgürlük hareketinin siyasete kazanılması Türk siyaseti içinde karşıtlara sahip olacaktır. Irkçılar, aşırı milliyetçiler direnecektir, ama emin olabiliriz ki Kürt sorununun çözümünden yana olan Türkler daha fazla, daha kararlı ve isteklidir. Bu nedenle ırkçı, milliyetçi seslere aldırmadan adım atmak gerekir.
Çözüm aranıyorsa, “açılım”, “paket” filan gibi terimleri artık bir yana bırakıp gerçek sorunlarla ilgilenmek gerekir. İlgilenmesi gereken, Türkiye devleti ve onu yöneten hükümet ile karşısındaki ana muhalefettir. “BDP olmadan da çözüm olur”, “sorun aslında terör sorunudur” gibi tutumlarla çözüme doğru ilerlenmez, tam tersine çözümsüzlük kaşınmış olur.
AKP hükümeti, Kürt özgürlük hareketini bastırarak bir “çözümden” yana. Bu nasıl bir çözümse?
Oysa Kürt özgürlük hareketi baskıyla bitirilebilecek ya da sindirilebilecek bir hareket değildir. Aksine baskı, savaş ortamı Kürtlerin daha fazla birleşmesine yol açmaktadır. Kürt bölgelerinde AKP dışındaki bütün partiler yok oldu, şimdi sıra AKP’ye geldi. Kürt halkının bir kısmı AKP’ye belki umutla bakmıştı, çözümün bir parçası olabilir diye düşünmüştü, ama artık bu umut yok oldu ya da olmak üzere. AKP Hakkari İl Kongresi bunun göstergesi.
Sorunun baskı ile çözülemeyeceği 30 senedir defalarca kanıtlandı. Her baskı ve çatışma dalgasının ardından hareket kayıplarının yerini hemen doldurdu.
Çözüm barışta. Çözüm Kürt halkının taleplerinin yerine getirilmesinde.
“Bitirin artık şu işi”
Ortalık çok sakin olmasına rağmen bir süreç var ki hiç durmadan işliyor. Selahattin Demirtaş ve Ahmet Türk’ün uyarılarına rağmen Leyla Zana’nın söyledikleri, AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın yanıtları, Erdoğan’ın “Görüşürüm” demesi, Bülent Arınç’ın Öcalan’ın ev hapsine alınmasını makul görmesi, Kılıçdaroğlu’nun ev hapsi dahil giderek cesurlaşan çıkışları ve büyük sermaye adına TÜSİAD başkanı Ümit Boyner’in adeta “Bitirin artık şu işi” talimatı sessizliğin altındaki gelişmeler. Ancak bunlar arasında belki de en önemlisi Avni Özgürel’in Karayılan ile yaptığı görüşmede Karayılan’ın verdiği mesajlar.
Sanki sessizliğin altında çözümün parıltısı var. Artık herkes biliyor ki Kürt sorununun çözülmesi acil bir gereklilik ve sorunun çözümü uzadıkça çözümsüzlük öne çıkıyor. Sorunun çözümü ise ancak Kürt ulusal kimliğinin tanınması ve ardından ona uygun adımların atılması ile mümkün.
Kürt özgürlük hareketi kazanmaya çok yakın.